Bu Blogda Ara

22 Mart 2021 Pazartesi

HAZRETİ İNSANDAN HAZRETİ DEVLETE(!)GEÇİŞ


Dinin, siyasetin gölgesinde kaldığı ortamlarda siyaset kutsanır ve siyaseti temsilen yönetici konumunda olanlar kutsallaşır, farkında olarak ya da olmayarak tebaanın ilahı olup çıkar. İslam tarihine baktığımız zaman, Allah Resulü’ nün vefatından hemen sonra böyle bir sürecin başladığına şahit olmaktayız. Bunun en önemli sebebi de Yönetimde olanın dinle bütünleştirilerek, ona kutsallık atfedilmesidir.
Dört Halife dönemi dikkate alındığı zaman Halifelik diye adlandırılan makam, doğrudan bu kavramla da kendisine bir zırh oluşturmuştur. Allah’ın Resulü’ nün bir elçi olarak gelmesi Medine de yönetici olması da beraberinde gelince, Vahiyle yönetim aynı şeymiş gibi algılanmış, Resulullah’ın yaşamındaki devlet yönetiminden kaynaklanan olası yanlışlar da ilahi bir vahiymiş gibi değerlendirilmiştir. Hatta bunun en açık örneğini Bedir savaşı sonrası müşrik savaş esirlerinin fidye karşılığı serbest bırakılmak istenmesine hiç kimsenin ses çıkarmaması sadece Hz. Ömer’in itirazı, Ömer’in düşüncesinin ne kadar doğru ve isabetli olduğunu gelen ayet ve Resullulah’ın sonrasındaki açıklaması bunu ortaya koymaktadır.
Diyeceğim odur ki, Devlet yönetimi, Yöneticilerin bir dine mensup olması, onların yönetimlerinin de kutsallaştığı anlamını taşımaz. Oysa İslam Tarihi boyunca hep bu şekilde değerlendirilmiş ve yöneticiler önceleri Peygamberin Halifesi olarak adlandırılmış, daha sonra da Allah’ın halifesi olarak görülmüş ve yaptığı her eylem kayıtsız şartsız mutlak vahiy gibi ele alınmıştır. Böylesi bir düşünsel körlük ve düşünce üretebilme becerisinden yoksun idrak, günümüze nasıl bir model getirir dersiniz.
Yöneticilerin ve yönetimlerin kutsanması en çok Emeviler döneminde görülmüş, Abbasîlerle devam etmiş Osmanlı’da zirve yapmış, hatta Fatih’in Kanuni Ali Osmani ’deki beyanı tüyler ürperten türden olmuş, sonrasında da meşru bir zemin bularak legallik kazanmıştır.” Devleti Ali Osmaninin bekası için kardeş katli helaldir. İfadesi kim olursa olsun, “Bir insanı bir cana karşılık olmaksızın ya da savaş durumları hariç kıyarsa tüm insanlığı öldürmüş gibidir. Bu apaçık bir haramdır bu haramı çiğneyerek kim kendi kafasına göre helal ve haram diye kural koymaya çalışırsa Allah’ın sınırlarını aşmıştır. Allah’ın sınırlarını aşanlar da haddi aşanlardır. Burada hem yönetim mekanizması kutsallaşmış hem de yönetim mekanizmasının başında bulunanlar da kutsallık kazanmıştır. Böyle bir yönetim anlayışının egemen olduğu tarih ve bu tarihin devam eden anlayışları, bu yaklaşımları çocuklarını korur gibi hatta daha ciddi korumuşlardır. Çünkü bu anlayış yarınlarda olacak veya olabilecek bir devir teslim değişimlerinde gerekli olur diye hep korunmuştur. İnsanların bilinçaltlarına silinmez harflerle kazınmış ki, olası bir yönetim oluşturmada yanlışlar oluştuğu zaman, bu gerekçelerle kendisini korumak zorunda kaldığında kendilerini koruyacak ve savunacak canlı kalkanlar oluşturmak için hep gerekli olmuştur.
Bunları ele almamın temel sebebi, tarihi yanlışlar ve bunların kırılma noktalarının ne olduğu ve doğru yorumlamaları yapılmadığında o yanlışlar her dönemde dini bir kutsallık kazanarak zulümleri meşru zeminlere taşır. İnsanlığın böylece sömürülmesi ve kullanılması da daha kolaylaşır. Sürü psikolojisinin egemen olduğu yerde özgürlükçü sorgulayan beyinlerin ortaya çıkma ve yaşama imkânı olmayacaktır. Çünkü onlar zaten sürülerin baskısıyla yaşam alanlarından izole edilerek canlı canlı ölüme mahkûm edilirler.
Dinin kutsallığına ve ilahi olduğuna inanmak insanlarda Devletin kutsanması kadar etki bırakmaz. Devletlerin kutsandığı ve yöneticilere de kutsallık elbisesi giydirildiği anda akan sular bir anda tersine akabilir.
Devletlerin asla ve asla bir kutsallığı olamaz, hatta Allah’u Teâlâ” Malın mülkün paranın bir elde birikerek devletleşmesini kınamakta ve istememektedir. Böyle olunca Devletin kutsanmasına nasıl bakmak gerekir. Devletten maksat, İnsanlık için, huzur mutluluk, adaletin tesisi ve ahlaki değerlerin yaşanması için gerekli organizasyon ise bu olmak zorundadır. Çünkü İslam düzenlilik dinidir. Hak geldi Batıl zail oldu” Hak düzen denge, insicam ve ahenktir. Bu ahenk yoksa yöneticinin adı sanı inancı ne olursa olsun hiçbir değer ifade etmez. Onun değeri o düzenin devamlılığının olması için o sürece hizmet etmesidir. O sürece hizmet etmiyorsa onun varlığının orada olması bile bir düzensizlik ve hakkı tepelemektir. Hakkı tepeleyen, insanları mutsuz eden adaleti gözetmeyen yöneticiler kimlikleriyle varlıklarını devam ettiriyorlarsa, bunun temel nedeni tebaanın yönetimin dini üzere olması ve yöneticilerini bir ilah edinmelerindendir. İlahlaşmış yöneticilerin etkisi, yaptığı doğru işlerden değil bir ilah olarak onun koruyuculuk ve güçlü olduğuna inanılmasından kaynaklanır. Bu ilahın sözlerine uyulmadığı taktirde çarpılacaklarına inanırlar ve kendilerini cehenneme bilet almış bir yolcu gibi görürler. Bu anlatımlarımda insanların doğrudan yöneticilerine ilah dedikleri ve yöneticilerin de kendilerini bir ilah olarak tanımladıkları söylemi anlaşılmasın…Tamamıyla davranışlar ve yaşam kültürü böyle bir gelenek ortaya çıkarır. Bunun tarihteki en açık şekli Hz. Yusuf’a yapılanlarda göze çarpar.
Hz. Yusuf geldiği zaman ona inanmayanlar onu zorla kabullendikten sonra öyle sahiplendiler ki, onun vefatıyla birlikte işte biz bundan sonra asla kimseye inanmayız hatta Allah gönderecekse Yusuf’tan başkasını göndermez diyerek Yusuf (as) kendisinden sonra ilahlaştırdılar. Bu tutum Toplumsal yaşamın olduğu her ortam ve zamanda meydana gelebilir bunun bir sınırı yoktur. İnsanlar doğrudan yöneticilerine taptıklarını söyleyerek onu sahiplenmezler, çünkü böyle bir durumda karşı tepkilerin olacağı endişesini taşırlar hatta ölümüne diye kullanılan ifadelerin hepsinin, arkasında, önünde, sağında, solun da şirk kültürünün ve geleneğinin olduğunun bilinmesi gerekir…
Yönetimlerin kutsanması doğrudan bir batıl ve şirki yaşamın insanlık yaşamı üzerinde sera tabakası gibi varlığını devam ettirdiğinin göstergesidir. Sudi Amerika bugün İslam Aleminin kalbine saplanmış bir hançer gibi varlığını devam ettiriyorsa, bunun tek sebebi kendisini ve yönetimini kutsallaştırmasıdır. Kutsal yönetimler ve yöneticiler olduğu sürece insanlığın özgürleşmesi ve doğru ile yanlışı ayıracak idrak mekanizmalarına ulaşması o kadar zordur. İnsanların zihinsel karakollarının yıkılmadığı, La İlahe diyerek tüm kutsalları ayaklarının altına alıp, sadece ve sadece Allah’ın ve onun seçip gönderdiği değerlerin kutsal olduğuna inanmadıkça insanlık kurtuluş için hep kendi zincirlerini daha bir kökleştirecek ve düğümleyecektir. Onun için diyorum ki, Yöneticileri kutsallaştırarak farkında olarak ya da olmayarak, insanlığın kendi özgürlüğüne, tuzakları kendi eliyle kurmasının önüne geçmek gerekir.
İnsanların toplu olarak yönetenlerini kutsadığı ortamlarda aydınlık bir geleceğe kavuşmalarının imkânı olmaz. Çünkü gündemin karanlıklarını aydınlatacak tüm aydınlatıcılar aforoz edilir ve hemen potansiyel düşman olarak görülür. Dolayısıyla aydınlatıcı ışıkların söndürüldüğü toplumlara kendi içinden yansıyacak ışıklar olmayacaktır. Bu süreci yaşayan tüm toplumlar kendi geleceklerini ve nesillerinin aydınlık ufuklarını karartarak imha ederler.
“Sözü dinleyip onun en güzeline uyanlara selam olsun…”” Sözlerin en güzeli Allah’ın sözüdür. Genişliği yer ve gökler kadar olan Allah’ın cennetine koşun” “Çalışanlar bunun için çalışsın…”Rabbim bu uyarılarıyla insanlık için yaşam denkleminin bilinenlerini veriyor diğerlerini elde etmenin yolunu da bildiriyor, ”Siz günahlardan gereği gibi korunur Allah’tan hakkı ile ittika ederseniz hiç ummadığınız yerden sizi rızıklandırır ve doğru ile yanlışın idrakini da size verir (Furkan)”Bu beyanlar üzerine söylenecek söz tükenir kalemin mürekkebi kurur, “Siz doğru yolda olursanız yoldan çıkanlar size asla bir zarar veremez…”Allah hep doğru söyler selam ve muhabbetlerimle…
Erol KEKEÇ/21.03.2021/21.27
Bir doğa ve ağaç görseli olabilir

NE SÖZLEŞMEYMİŞ AMA(!)

Aile Tüketim Bakanlığının uygulamaları devam ettiği sürece Kaç İstanbul Sözleşmesi yırtarsanız yırtınız, sadece siz yırtılırsınız kimse kimseyi aldatmasın...

Malum Bakanlık resmi olarak eşlerinden ayrılıp dul yaşayan bayanların çocukları kendisinde kalırsa, onlara set adı altında her çocuğa 1000-ile 1200 arasında bir para ödüyor. Üç tane çocuğu varsa bir bayanın, işi öğrenmişler neden birlikte olayım ki, zaten bu haklarım var diyerek erkeğe bir tekme vuruyor, adam babasını Şam'da ararken kendisini Bağdat zindanlarında buluyor, bir de etrafına sur çekiliyor, ondan sonra kuduz mikrobu taşıyan bir it gibi kadının mıntıkasına yaklaşması bile tehlikeli görülüyor, adam uzaktan uzağa boynunda tasması çocuklarının eve giriş çıkışını izliyor ama zaman zaman koca çocuklar(!)’ında eve girdiğini görünce, üstelik bunlar bir de yatılı misafir olunca Kuduz mikrobu taşıyan it gibi kontrolde olan adam, hiçbir kural tanımadan saldırıyor ve ne kadın ne çocuk gözü görmüyor, oracıkta parçalayıp atıyor bu defa bu mikrobun etki alanı yayılıyor kuduz olan olana...

O malum bakanlığın programlarını incelerseniz benim burada yazmaktan imtina ettiklerimi siz daha rahat bulursunuz. Üstelik bu sürecin hızlanması için teşviklerde eksik olmuyor, Evinde çocuklarının başında ana olanlar aşağılanıyor ama çocuklarını farklı ellere teslim ederek özgürlük (!)için köleliğini daha bir kanıtlamasına yardımcı olunarak, ek ödemeler yapılıyor. Ne için, kadının köleliğini daha bir pekiştirmek ve çalışmanın anne olmaktan çok daha kutsal olduğunu kanıtlamak adına(!)

He bu arada şunu da söyleyeyim, eşinden resmen ayrılmamışsa bir kadın perişan halde de olsa,5 tane çocuğuna da baksa bu setlerden yararlanamıyor, yani mesele aileyi ve çocukları korumak değil, kadının aileyi yıkmasının bedeli ödüllendirilmekte...

Sahiden bunlardan haberiniz vardı değil mi, bu da nereden çıktı yahu demezsiniz umarım, kendi iç dünyanız bu şekilde hallaç pamuğuna dönmüş, İstanbul sözleşmesi gitti diye neredeyse şükür namazı kılacaksınız...Eğer bir şükür namazı kılınacaksa Allah'ım bizden aldığın idrak ve akıl mekanizmalarımızı bize ver de bu zilletlerden kurtulalım diye secdeye kapanarak hakkın tarafı olmaya çalışın, yoksa helakin çok yakın olduğunu bilin derim...

Algı operasyonu, böylesi toplumlarda öyle bir gerçekleşir ki ruhunuz duymaz. Bu dediklerimin olmadığını anlatacak, böyle bir bilgi yanlıştır diyecek, Bakanlıktan en üst bir yetkili açıklasın da nasıl avutulduğumuzu kendi gözlerimizle görelim.

Yaşamın içinden bu uygulamaları onlarca örneklerle kanıtlarım, benim işim bu yardım alan ailelerin bakanlıktan hangi şartlar altında neden yardım aldıklarını, nasıl aldıklarını belgeleriyle incelemiş biri olarak konuşuyorum, fazla konuşmaya gerek yok ariflere tarif gerekmez, Arif olmayanlara da ancak bir Freud gerekir daha iyi hipnoz edip horul horul uyumaları için, o da benim işim değil ben rahatsız ederim...

Erol KEKEÇ/21.03.2021

 





17 Mart 2021 Çarşamba

KURBAN OLMAYI SİZ İSTERSİNİZ

 Beğeni yargıları, estetik beğeni ve fizyolojik hazlara dayanan yargılardır. Dolayısıyla haz alındığı için bir duygu ve fizyolojik istek her zaman doğru ve iyi kabul edilir. Oysa fizyolojik hazlar ve beğeniler ne iyi-kötü, ne de doğru ve yanlış kavramlarıyla izah edilen yargılarla anlatılır. İnsanlık içerisinde bu kavramların ve uygulamadaki karşılığı olan terimlerin anlamlarının ne kadar bilindiği ve anlaşıldığı da bir o kadar sorgulama konusudur.

Fetişlerin önünde hamuta kalkan ve o yaşamların kıskacında gözyaşı dökerek kendilerinden geçenler, duygusallıklarının kurbanı olarak her gün hayatlarından bir hücreyi kurban ederek dirhem dirhem idrak mekanizmalarını kaybederek bir nesneye dönüşürler. Nesneleşme sürecinin öncesinde aslında ciddi bir duygusal bağın olduğu ve bu bağlarla kazanılmış olan patolojik travmaların insan unsurunu tüketerek, sadece görünen bir kabuk kadavrayı bırakmasından kaynaklanır. Bu süreç önce insanın bilinç sürecinde ele alınıp sorgulanmalı, bu olmadığı zaman toplumsal yaşam kodlarını biçimlendirmeye başlar ki, ondan sonra bu sürecin etkisinden ve etkileme gücünden bağımsız bir hayat oluşturmak mümkün olmayacaktır. Peki bu sürecin, bir ahtapot gibi insani yaşamın insani olan kısmının tüm enerjisini çaldığı ya da sömürerek düşünsel kabiliyetleri tükettiği zaman, geriye kalan insan posasından yaratılan fetişlerin kıskacında can vermeyeceğini iddia etmek sizce ne kadar anlamlı ve gerçekçi olur.

Seçim imkânı ve idrak melekeleri dinamitlenmiş, tamamıyla yaratılan kutsallar üzerinden bir toplumsal değer algısı oluşturulmuş ortamlarda, her birey bir köle adayı olduğu gibi toplumlar da toplu olarak köle olarak yaşamalarına rağmen bunu anlayacak düşünsel mekanizmayı çalıştıramadıklarından kendilerine tanınan ömrü sömürülerek noktalarlar. Yaratılan kutsalların, yaşamın temel gıdası olarak algılandığı her toplum kendilerini imha planlarını kendi elleriyle imzalayarak sömürgecilerini ödüllendirerek yerde sürünmeyi adamlık diye tanımlayarak, bataklık bufaloları gibi temiz iklim ve oksijene hasret yaşarlar.

O zaman yeni bir ifadeyle, bu anlattıklarımızın üzerinde neden durma gereği duyduğumuzu hep beraber ele alalım. Duygusal anlatımların ardındaki dinamitleyici gücün bir sınır tanımazlığı göze çarpar. Çünkü düşünmeye sınır tanımak esastır. Serbest düşünme olarak ele aldığımız çağrışım, hayal ve rüya gibi düşünsel atılımlarda bile belirli bir sınır göze çarpar. Oysa Yaratıcı düşünme ve eleştirel kritiğe dayanan belli bir amaç doğrultusundaki düşüncelerde doğrudan bir hedef gözetilmektedir. Onun için de bu tarz düşünme kendi içinde kendi sınırlarını belirler, elde ettiği birikimin doğruluğunu değerini sınırlarını ve elde ediliş yöntemlerini sorgulayarak bu sürecin her aşamasındaki yargıları doğrulayarak ya da yanlışlayarak bir yargıya ulaşır. Bu yargı da doğrudan aklın ilkeleri gözetilir.Ör.1.Yargı: Bir insan konuşmalarında yalan söylüyor, uygulamalarında sadece kendisini düşünüyor ve kendi dışında kalanların onun hayatında bir değerinin olmadığını görüyorsanız; bu insan ahlaken bencil ve haz üzere yaşamı olan başkalarına faydasının olmayacağı yaşamındaki bu olumsuzluklardan yola çıkıldığında anlaşılmaktadır. O halde bu insana bu özellikleri devam ettiği sürece ahlaken güvenmek, ahlak dışı bir yaşamın sarmalanmış kobayları olunacağının göstergesidir. O zaman seçici ve ayıklayıcı olmak insan olmanın gereğidir. Çünkü insan aynı anda hem dürüst hem de dürüst olmayan bir kişilik ortaya koyamaz, koyarsa bu ahlaken çöküş ve çelişkiler ortamını doğurur. O halde bu eylemleri ayıklayacak ahlak değerleri ihtiva eden bir etik değer yargısına sahip olmak gerekir. Bu yargıdan yoksun ortamlarda her şey, duygusal beğeni ve fizyolojik haz debisinin şiddetine göre değerlendirilir ve bu ortamlarda her türlü toplumsal psikolojik ve ahlaki hastalıklar toplumsal omurgayı kemirir ve tüketir. Tükendikçe tükenişlerine sarılarak o tükenmişliği bir abideye dönüştürmek isteyen toplumlar da ancak kendilerinin bitmişliklerini yeni bir fetişe dönüştürerek onun önünde secdeye kapanarak kurtuluşlarının yakın olduğunu sanır dururlar. Sanırlar, çünkü sanının bir gerçekliği yoktur. Hiçbir uyaran ve gerçeklik yokken böyle bir tapınak oluşturmak ancak ve ancak kendileriyle alakalı idrakten çıkacak bir hakikatten yoksun olanların, karşılaşacağı halüsinasyondur. Toplumsal halüsinasyon yaşayan toplumların uyandırılması akleder duruma gelmesi ve kendisini sarmalayan bu sanrıların etkileme alanından çıkması ancak ve ancak, fizyolojik haz debisinde meydana gelebilecek düşüşle mümkün olur. Bu debinin gün geçtikçe daha bir düşerek kendi yatağında kaybolur hale gelmesi demek, debinin düşüşüne neden olan suyun başındaki bent kuranların oyunlarının tutmamasının olasılıklarının arttığının göstergesidir. Bu tutmayış belli bir düşünme ve kritik sonrası oluşan bulgular neticesinde kurulan denkleme göre ortaya çıkan sonuç olmadığı için, fizyolojik haz debi sahiplerinin ikna edilmesi imkansızlaşmış demektir. Çünkü bu ortamlar düşünerek karar veren ortamlar olmadığından bunlara göre bir şeyin doğru yanlış ya da iyi kötü olmasının ölçüsü, tamamıyla duygusal ve fizyolojik olduğundan bunları ikna yolu yeniden kazanayım demek gibi uğraşlar, boş bir çırpınışın ötesine geçmez.

Duygusallıkları ve fizyolojik hazları hedef alarak toplum mühendisliğine soyunanlar şunu bilsin ki, bu şekilde kazanılmış olanların kaybı da yine bu şekilde olur. Bu toplumlara akla mantığa ve eylemlere dönük verilecek mesajlar aynı şiddette geri döner.

Bu açıklamalardan sonra şunu ifade etmek isterim ki, ahlaki ve bilgisel yargılardan yoksun toplum yöneticileri şunu bilsinler ki, dijital çağın en önemli özelliği duygusallığın ve fizyolojik hazın doğrudan hedef olarak tanımlanmadığı çağ olacaktır. Bu çağın gözle görülür en belirgin yanı, önce akıl ve iletim sonrasında eylem ve zamanı kısaltarak hazzın zirvesine hızlı bir yolculuk yapmaktır. Birinci ve ikinci aşamayı dikkate almadan doğrudan haza yönelik uyaranlar karşılık bulmaz, çünkü bireysellik ve farkındalık çok hızlı, kendi dünyasında yaşamayı sizin tüm sahipliklerinize tercih edilecek bir yaşam düşlenmektedir. Böylesi bir çağın reaksiyona geçecek denklemi, sorunların çözüldüğü, mutluluğun yükselen grafik eğrisi çizdiği, toplumsal kaynaşmaya ihtiyacın olmadığı herkesin kendisine yetecek kadar bir dünya oluşturduğu, bu dünyanın içinde gözle görülür pozitif alandakilerin değerini kaybettiği ama dijital yaşamın gerçek yaşam olarak görülüp tüm hayallerin orada gerçek gibi yaşandığı bir yer olacaktır. Bu denkleme hitap etmeyen tüm mesajlar iflas edecek ve bu çağda reaksiyona girecek yolları kendi yüzüne kapatacak ve kendi ruhuna Fatiha okumak zorunda kalacaktır. Feodalitenin yıkıldığı çağın başında, feodal algı ve anlayışlardan uzaklaşmak kaydıyla yeni geleceğe yeni mesajlar ve yeni dillerle yeni yürekler gerekli, bunları taşıyan ve taşıyacak olanlara, dijital çağı temsilen merhaba diyorum…

Erol KEKEÇ/17.03.2021/00.20


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!