Bu Blogda Ara

11 Ocak 2019 Cuma

EY İNSANLAR! HAKKI AYAKTA TUTANLAR OLALIM- (5)



“Musa'nın kavminden doğru yolu gösteren ve doğrulukla adalet yapan bir topluluk da vardı.” A’raf:159
Hayatın her döneminde doğru yolu gösteren ve doğrulukla adalet yapan bir topluluğun olacağını asla unutmayınız. Bunun en güzel örneğini yine rabbimiz beyan ediyor. “İbrahim ve beraberinde olanlarda sizin için güzel örnek vardır.” “İbrahim tek başına bir ümmetti” yani o tek olarak mücadele etti ve ona iman edenlerden söz edince, sadece Lüt’un ona inandığını açıklamaktadır. Peki, O nasıl olur da bir topluluğu anlatan Ümmet Kavramıyla özetlenir. Bunu derinlemesine düşündüğümüz zaman şu hakikatle yüzleşiyoruz. Her dönemde Tevhidi düstur edinen, Allah’ın vahyini taşıyan ve ona hiçbir şeyi katmayanlarla İbrahim bir ümmettir. Çünkü o tüm ilahları ve anlayışları redderek Rabbine dönen bir elçidir. Ondan olsa gerek, Tüm ilahların tasallutundan kurtularak sadece rabbine yönelen, doğrudan Kur’an’dan almalıyız ilhamı, diyen Şairin dediği gibi, her dönemde vahye dayanan bir yaşamla ortaya çıkanlar İbrahim ile birlikte bir ümmettir. İşte bu ümmet, Allah’ın Resulü Muhammed (as)’ın arkadaşlarına bir örnek olarak sunulmaktadır. Bu ümmet, tevhit erlerinden oluşan doğruluğa şahitlik yapan ve yeryüzünde sadece adaletin mücadelesini verenlerdir.
Eğer bir toplumda doğru yolu gösteren ve herkese doğrulukla adalet yapanlar olmasa, vahiy gelmeyeceğine göre yaşamın kaybolan rotasını bir daha yakalamak zor olacaktır. Demek ki Musa (as) zamanında da doğruluğa, hakka şahitlik eden bir grup vardı ve de her dönemde bu grup devam edecektir. Doğruluğa hakka şahitlik edenler, herhangi bir grubun, partinin ya da cemaatin insanları değildir. Onların beslenme kaynağı doğrudan vahiydir. Allah’ın emrettiği doğruluk ve adalet dışında başka bir şeyi gözetmezler. Bunlar, tarihin kırılma noktalarında her zaman doğruluk ışığını, elleri, ayakları yansa, yüreklerinden vurulsalar da O ışığı taşımaktan yana reylerini kullanırlar. İşte, bu topluluk İbrahim ile birlikte bir ümmet oluşturur.
Firavunun tüm baskı ve zorlamalarına rağmen hakkın ve adaletin şahitliğini yapmaktan kaçınmayan o insanların durumunu göz önüne alarak, günümüz yaşamına en doğru seçenekler sunarak hakka ve adalete doğrulukla şahitlik yapmak olmalı görevimiz. Bu şahitliği yaparken her türlü saldırı oklarının hedefi olacağımızı düşünerek, hakkın dışında asla bir referansı dikkate almamalıyız. Hakkın dışında yamularak bir oyana bir bu yana olacak şekilde doğruluğa şahit olamayız. Çünkü adaleti doğrulukla ayakta tutanlardan olmamız gerektiğini, sadece beyinlerimize değil yüreklerimizin tam ortasına kazımak zorundayız. Neden bu kadar keskin konuştuğumu düşünebilirsiniz, ancak şunu unutmayalım ki, çok kötü ve etrafı kuşatan logar pisliklerinin temizlenmesi için, içine akıtılacak çok temiz suların da o pis sularla karışarak onun bünyesine sineceğini unutmayalım. Onun için bir pis suyun içine temiz suların akıtılması, pis suyu temizlemez, ancak temiz suyu kirletir o halde yanlış bir düşünce ortamında doğruları anlatarak o yanlışların değişmesini beklemek, hem boşuna kürek çekmek hem de kendinizi imha etmek olur. Rabbimiz, Musa’nın kavminden bahsederken de, onların içinde farklı yaşayan bir grubun varlığını anlatmaktadır. Yani onlar gibi yaşayıp farklı düşünleri anlatmıyor. Bu da gösteriyor ki, doğru yolu gösteren ve doğrulukla şahitlik yapan bir ümmet olursa, ancak doğruluk tarihi kırılmaların etkisinde kalmadan gelecek çağlara aktarılabilir. Aksi halde sadece iğdiş edilen ve tüm özellikleri imha edilen bir şirk dini ve zulüm mekanizmaları sonrakilere miras bırakılır.
Doğru yolu gösteren bir doğrulukla adalete şahitlik yapılmazsa, insanlığın tüm iyilik genleri imha edilir. Onun için bizlerin bu konuda sarf edeceği özveri her şeye rağmen durmamalıdır. Fedakârlığın olmadığı bir değer, gün gelir kendi kendisini imha eder. Uğruna fedakarlıkların yapılmadığı bir yaşamın devam etmesi zaten mucizelere kalır. Gelecek kuşaklara mucizelere kalan bir yaşamı miras bırakmak istemiyorsak, hep birlikte erdemli, doğruluğu hayatlarının olmazsa olmazı gören ve adalete doğrulukla şahitlik yapacak insanlar olarak bir ve beraber olarak dünyaya meydan okumak zorundayız. Doğrular ve doğru yolu gösterenler, doğrulukla adalete şahitlik yapma cesaretini göstermezlerse, körler dünyasında tek gözlü olanlar daima o toplumları sömürenler olarak varlıklarını devam ettirirler.
“Yine bizim yarattığımız insanlardan öyle bir ümmet var ki, onlar hakka yol gösterirler ve o hak ile adaleti yerine getirirler.” A’raf:181
Günümüz yaşamına bir göz atacak olursak, Hakka yol gösterenlerden ciddi anlamda rahatsızlık duyanlar olabiliyor, çünkü onlar içinde bulundukları halden memnun oldukları için, hakka yol gösterenleri potansiyel bir düşman ve hain olarak görüp onları bir anda imha etmek isteyebilirler. Çünkü hakka yol gösterenlerin topluma tuttukları ışık, herhangi bir kişisel yaşamı anlatan ve toplumu bir postu paylaşmaya davet eden ışık olmayacağı için, toplumların buna yönelmesi mümkün olabilir. Bu hakikatten rahatsızlık duyan statükolar, kendi avenelerinin elleriyle hakka şahitlik yapacak, Adaleti gözeten bu ümmeti tehlikeli bir zümre olarak tanıtıp onların yaşama haklarını ellerinden alma yoluna gidebilirler. Ancak şunu hiç unutmamak gerekir ki, O ümmet hak ile, adalete şahitliklerini yerine getirmek zorundadır. Ey dostlar! Neden hakka yol gösteren ve hak ile adaleti yerine getirenler bizler olmayalım…Şu üç günlük dünyanın lezzeti vicdanın vereceği o felahı size bahşedebilir mi? Günler hızla akarken bizler o günlerin içinde bir o yana bir bu yana savrulan güz yaprakları gibi çiğnenirken, zaman değirmeninin içinde de öğütülürken hala bura için adaleti gözetmeyeceksek ve doğrulukla hakka bir yol göstermeyeceksek, bu hayatı o zaman yaşanmadı  bilelim…Hak ile adaleti yerine getirmek ile göstermelik adil olmazlığı birbirinden ayırarak adam gibi yaşayan kullardan olmak kaydıyla, ”Onlar hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar, bu Allah’ın bir lütfudur, onu ancak dileyen kullarına verir.”
Zaman geçmeden, yarınlar kararmadan, bugün bitmeden hakka yol göstermek için çıkalım yollara ve hak ile adaleti getirelim yerine, işte o gün rahmet iner üstümüze…
Erol KEKEÇ/10.01.2019


10 Ocak 2019 Perşembe

EY İNSANLAR! HAKKI AYAKTA TUTANLAR OLALIM- (4)

De ki: "Rabbim bana adaleti emretti. Her mescitte yüzünüzü O'na doğrultun ve dini yalnız kendisine has kılarak O'na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz.” Araf:29
“Rabbim bana adaleti emretti.” Adaletin olmadığı yerde Tevhitten asla söz edemeyiz. Allah’ı birleyen ve yegâne güç sahibi Allah olduğuna inanan, ancak mutlak adaleti tesis edebilir. Allah’ın hesaba katılmadığı bir yaşamda, adaletin tecelli edeceğini beklemek sadece imkansızı imkanlı hale getirmek gibidir. Yani yeri göğe, göğü de yere indirmek nasıl ki mümkün değilse, bu da mümkün değildir. Nerede olursanız olunuz yüzünü, secde için sadece Allah’a yöneltin. Yeryüzü despotlarının, bankerlerinin, menfaatlerin, haydutların emperyalistlerin, tağutların önünde eğilip te, Allah’a yüzünü çevirdiğini sanan maymuni bir yaşamın canlı denekleri olmaktan kurtulmadığımız sürece; asla adaleti tesis edemeyiz.
Rabbim bana adaleti emretti.” Bu yeryüzünde yaşamamızın temel gayesi adaleti gerçekleştirmek için mücadele etmektir. Adaleti tesis ve temin etmek için mücadele edenlerinin dışındaki, tüm mücadeleler anlamsızdır. Allah nasıl ki kâinata bir denge düzen ve vird koyduysa, yarattığı bu canlılar aleminde de öyle bir virdin gerçekleşmesi halinde adalet ortaya çıkar. Adaletin olduğu yerde tevhit anlaşılır. Hak ile batıl arasındaki farklar anlaşıldığı zaman, insanlar kendi hür iradeleriyle hak ve batılı seçebilecek ortama kavuşurlar. Hakkın hak olarak yaşanması ve batılında batıl olarak tanınması ve onu tercih edenlerin ahirette hesabının görülmesi için, tam anlamıyla bir aydınlanma gerekmektedir. Bu aydınlık ortamın oluşması için; adalet sisteminin yeryüzünde tek kıstas olarak alınması hem zorunlu hem de gereklidir.
“Rabbim bana adaleti emretti. Tüm elçilerin geliş gayelerine baktığımız zaman, Tevhidin yerleştirilmesine hizmet ettikleri bilinir. Tevhidin arkaplanında bulunan gerçek aslında şudur, diye inanıyorum. Tevhit her alanda Allah’ı birlemek ve ona hiçbir şeyi ortak etmemektir. Eğer yeryüzünde yaratılmışlar kendisini, Allah’ın bu vasıflarına sahip olduklarını sanarak, insanlığı ifsat etmeye başlamışsa, denge düzen ve vird bozulmaktadır. Bu düzenin bozulması insanlar arasındaki eşitsizlikleri ve farklılaşmaları ortaya çıkarmaktadır. Bu da kimi insanların ilahlaşmasına, kimilerinin de köleleşmesine neden olmaktadır. Yani ticarette, hizmette, mevki ve makamlar arasında ciddi anlamda ayrışmalar oluşmakta; tam anlamıyla zulüm mekanizması işlev kazanmaktadır. İşte, Tüm elçiler bu dengeyi bozanların bozduğu dengeyi onararak, adaleti tesis etmek ve insanların ancak yaratıcıya kul olmaları gerektiğini anlatmak için gelmişlerdir. Bu hakikati görmediğimiz müddetçe, insanları hangi ameli ibadetlere zorlayarak; Allah’a kulluğa çağırabilirsiniz. Bireysel yakınlaşma ve yaratıcıyla aradaki iletişimi kolaylaştırmak adına, Allah’ın kullarından istediği ferdi ibadetleri hayatın odağına yerleştirip, odağı da kenar kıyı ve köşe yaparsanız, din insanların yaşamındaki anlamını kaybeder. İslam’ın, yani tevhidin odağında adalet vardır. “Çünkü Allah adaleti emretmektedir. Adalet üzerine ikame edilmeyen bir inanış, asla ve kat’a, Allah’ın gönderdiği din olmaz. Adalet, tüm yaratılmışların yaratılış doğasına, fıtratına uygun yaşayacağı, taşın çöpten, ağacın ottan, koyunun kurttan şikâyet etmeyeceği düzeyde bir yaşamsal ortam oluşturmaktır.
Rabbim bana adaleti emretti. Adalet kavramının, evrensel nesnel ve tüm yüreklerde kolaylıkla aynı anlamlara gelecek bir kavram olduğunu, neredeyse yeryüzünde bilmeyen yoktur. Böyle evrensel bir değeri tesis etmeyi bırakıp, insanların ideolojileri, inançları, kılık kıyafetleri, kültürleri, renkleri ve cinsiyetleri üzerinden bir tanımlama yaparak; insanlığa ideal bir sistem sunduklarını sananlar sadece zulmün ve karanlığın kökleşmesine katkıda bulunurlar.
Adalet kavramı, nesnel ve vicdanlarda karşılığı olan bir kavramdır. Vicdanları etkisi altına almayan ve insanların iç dünyalarında depreşmelere neden olmayan, içgüdüleri konuşturmayan bir kavramla insanlık ortak paydası oluşturamazsınız. Onun için Göklerin ve yerin Rabbi, bize adaleti emrediyor. Çünkü adalet varsa, diğer alanlarda söz hakkı ve konuşma hakkınız doğar. Bunu bilen Rabbimiz bize adaletin şahitliğini hakkı ile yapmamızı ve yeryüzünde bozgunculuk yapmamamız gerektiğini anlatmaktadır.
“Her mescitte yüzünüzü O'na doğrultun ve dini yalnız kendisine has kılarak O'na yalvarın.” Yüzümüzü sadece ona doğrultmak ve dini sadece ona has kılanlar olarak yaşamak bize emredildi. Yönümüz, yüzümüz Allah’a döndürülmüyorsa, adaletin şahidi olmamız çok zordur. Dini sadece Allah’a has kılanlar, ancak adaletin gereğini yaparlar. Allah’a rağmen, başka hesaplar peşinde olan bir anlayış, adaleti kendi tarafına yontmayı gerçek adalet olarak tanımlayabilir. Oysa dini sadece Allah’a has kılanlar, hesabın çok ince ayrıntılarını hesap ederek, yeryüzünde dosdoğru yaşamaktan haz alırlar. Allah’a yalvarıp ona dini has kılabilmenin en önemli koşulu; adil olmaktan geçer. Adaletli olmak kimseyi kazanmak ve kırmak adına olmadığı zaman, sadece Allah’a kulluk gerçekleşir. Allah’a kulluğun, “Rabbim bana adaleti emretti” anlayışından geçtiğini idrak edemeyenler, hayatlarındaki ilahların sayısını sayacak zamanları olamaz.
“İlkin sizi yarattığı gibi Ona döneceksiniz.” Hiçbir şey iken bizi bu aleme gönderen Rabbimiz, burada elde ettiklerimizi tekrar bizden alarak, bizi yarattığı gündeki halimiz gibi kendisine döndürecekse, bu zulmün anlamı nedir diye düşünecek beyin ve onu anlayacak yürekler ancak adaletin temsilcisi olabilirler.
Sizin elinizdekiler bir gün tükenir ama Allah’ın yanında olanlar asla tükenmez. Tükenmeyen hazinelerin ve nimetlerin sahibi, bize verdiği nimetlerle, yeryüzünde onun istediği emanetleri koruyarak ve insanlar arasında adaletin şahidi olarak yaşamamızı istemektedir. Çünkü Allah adaleti bize emretti. Adil olan ve adil olanları seven bir yaratıcı, bizden ancak adaletle hükmetmemizi ve adaleti gözeterek yaşamamızı istemektedir.
Adaletin tartısında tartan ve tartılanın eylemleri dışında hiçbir özellik barınamaz. Ne sizin inancınız ne inanmayışınız sizi asla farklı kılmaz. Paranız malınız, cübbeniz, soyunuz, cinsiyetiniz, makamınız, taraftarlarınızın çokluğu vs. gibi hiçbir unsur sizi farklı görmek için bir neden olamaz. Çünkü adalet karşısında herkes nötrdür. Adalet ancak sizin nötr olan rakamınızın önüne ve arkasına geçecek sayıyı vererek ya sizi artıya ya da eksiye geçirir. Adaletin tecelli etmediği yerde hangi kanun olursa olsun daima sizi alçaltır.
Adalet, yüceliğin, insan olmanın Yaratıcıya yakın olmanın otobanıdır. Bu otobanı trafiğe kapatarak hangi toprak ve kumlu yollardan insanlığı taşımaya çalışırsanız çalışınız, asla huzurlu mutlu bir hayat otoparkında konaklamayacaksınız. Huzurun olmadığı ve farklılıkların anlaşılamayacağı, yüzlerin Allah’tan başkasına döndüğü ortamlarda, şirk dini insanlığı sömüren bir ahtapot gibi büyür. Her mescitte yüzünüzü O'na doğrultun ve dini yalnız kendisine has kılarak O'na yalvarın.
“De ki, Rabbim bana adaleti emretti.” Onun gerçekleşmesi için ne gerekiyorsa yapmakla beni mükellef kıldı. Tarihin yönünü karanlığa götürenleri tanıyarak, hayata yeniden başlamam gerektiğini bana emretti. Ey insan kalk ve Rabbine dön, hangi mescitte olursan ol, dini sadece ona has kılarak, ilk gün geldiğin gibi ona döneceğini unutma…” Bunlar Allah’ın bize tayin ettiği ve emrettiği buyruğudur. Kim Allah’ın buyruğundan yüz çevirirse, bilsin ki, Allah buyruğuna karşı gelenleri asla affetmez.”
Adil bir yaşamın kollarında, sevgi, saygı ve barış dini olan rabbimizin buyruğunu yaşayarak adaleti tesis edip, kan göz yaşı ve acıların silinmesi için ayağa kalkmaya hazır mısınız?



Erol KEKEÇ/09.01.2018



9 Ocak 2019 Çarşamba

EY İNSANLAR! HAKKI AYAKTA TUTANLAR OLALIM- (3)



“Yetimin malına yaklaşmayın; yalnız erginlik çağına erişinceye kadar (malına) en güzel biçimde (yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz). Ölçü ve tartıyı tam adaletle yapın. Biz kimseye gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz. Söylediğiniz zaman da yakınınız da olsa âdil olun ve Allah'a verdiğiniz sözü tutun. Öğüt alıp düşünesiniz diye Allah bunları size emretmiştir.” En’am:152
“Tüyü bitmemiş yetimin hakkı var” diye dilimizden hiç düşürmediğimiz ve dilimize pelesenk olan bu sözün hayatımızdaki karşılığına baktığımız zaman, tamamıyla kendisiyle çatışan ve çelişkileri yaşayan bir toplum olup çıktık. Bu topraklar için toprağa düşmüş asker, ey bu vatan uğruna canını feda eden yiğitler sizlerin mirasını horca kullanmak ve istediğimiz gibi hoyratça israf etmek bizim hayat felsefemiz oldu.
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı, düşün altında binlerce kefensiz yatanı, sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı, verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı…Merhum ve kahraman şairimizin bu sözleri sanki bizim yaşadığımız ve yaşayacağımız bu günleri görerek yazılmış mısralar gibi geldi bana…Bu ülkenin makûs bir talihi var, yönetime gelen her anlayış, ülke nimetlerini kendisine babasından kalan bir miras gibi, istediği şekilde kullandı. Bu anlayış hiçbir yetimi mazlumu gözetmeden hakkın yolunu kapama durumuna getirdi insanları. Yetimin malına yaklaşmayın onları en güzel şekilde kullanın, Hakkın razı olacağı alanlar dışında bu yetimlerin hakkını kullanma cüretinde olanlar, doğru yolda kullandıklarını anlatsalar asla inanmayın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın, kendiniz için aldığınızda hiçbir sınır tanımazken başkalarına verdiğinizde her yerden bir bahane getirerek kırk takla atıyorsanız bu kapsamda olmadığınızı nasıl anlatırsınız. Kendiniz için ayırdığınızda en üst perdeden gider pusulası yazıp en alt perdeden harcama sahnelerinde rollerinizi oynarsınız. Oysa sizin dışınızdakilere en alt sınırdan gelir pusulası verip, en pahalı noktalarda bir harcama gider atmosferi sunarsınız; sonrasında da ölçüyü tartıyı tam yaptığınızı anlatırsınız. İnsanları anlatmayı becerseniz de kendinizi nasıl aldatmayı beceriyorsunuz doğrusu bu durumda olanları çok merak ediyorum.
Allah, kınayan nefse yemin ederken, kötülüğü emreden ve meşrulaştıran nefse asla yemin etmiyor. Çünkü onun vicdan dinamikleri tamamıyla iflas etmiştir. Vicdan muhakemesini kaybeden bir varlık, diğer tüm mahkemelerden başarıyla çıksa da Mutlak mahkemede mutlak kaybedenlerden olacaktır. Neden insan denen bu varlık; hep bana Rabbena demeyi tercih eder. Oysa Allah, ölçüyü ve tartıyı tam olarak yapmamızı istemesine ve bizim sorumluluğumuz dışında bize bir yük yüklemediğini söylediği halde bu çırpınışlara ve bu kadar ağır sorumlulukların altında inim inim inlemeye ne gerek var. Yeryüzünde herkes rahat ve insanca yaşayacağı ve kâinatın sahibinin yarattığı nimetlerden istifade etmesi mümkünken, bu nimetlerin belli ellerde toplanmasını sağlayan ve insanlığa hayatı dar edenler, acaba nasıl bir teraziyle bunları tartmaktalar.
Ben Allah’a iman ettim ve rabbim ancak senin için yaşayacağım bu hayatımı senin razı olacağın bir hayat kıl diye dualar ettikten sonra, içinde bulunduğu gaflet delalet ve müsrifliğini çeşitli gerekçelerle savunma durumuna geçerek onları meşrulaştırmaya çalışıyorsa, hiç olmazsa, Ben Müslümanım diyerek bu dinin hakikatlerini yamultmaya kalkmamalıdır. Böylesi bir açmazın içinde dinin ne kadar hayatlara egemen olduğunu anlamak için kain olmaya gerek yoktur sanırım.
İnsanları aşağılayan kendisinin özel olduğuna inanan ve diğer insanların kendisinin sahip olduğu imkanlara sahip olmaması gerektiğini düşünen her anlayış, şeytanın borazanlığını yapmaktadır. Çünkü şeytan kendisinin seçilmiş olduğunu ve kendisiyle aynı statüde başkasının olmasının imkansızlığına inanarak öyle davrandığı için Allah onu lanetledi. Allah’ın lanetine uğrayan bir varlığın yaşamını aynısıyla yaşayıp Müslüman olmak hiçbir dönemde mümkün olmamıştır. Bu durum Allah’ın gönderdiği Tevhit dini ile savaş halinde olmaktır. “Ey âdemoğlu! Şeytan sizin atanız Ademi saptırdığı gibi sakın sizin de başınıza bir bela getirmesin…” Kaldığı yerde ebedi kalabilme isteğiyle, şeytan atamız ademi ve eşini yaşadığı ortamdan kovdurdu. Bu davranış onların yeryüzüne gelmesinin nedeni olarak gösterildi. Peki soruyorum, şimdi tüm imkanların en alasına sahip olarak, kendisinin seçilmiş bir yaşam sahibi olduğuna inanarak her vurup harman savuranlar, acaba şeytanın saptırdığı sihirli sözlerin ve cümlelerin etkileme gücünün kapsamı dışında mıdırlar?
Tartıda adaleti esas almayan ve hayatın her noktasında herkes için insanca yaşanabilecek ortamlar sunmayıp toplumsal tabakalaşma ve farklılaşma yaratanlar, Allah’ın sakınmamızı istediği hayatın yaygınlaştıranları ve kökleştirenleri olduğunu bilmeleri gerekir. Allah adaleti ve tartıyı doğru yapmamızı istemektedir. Bir toplumda Müslümanım diyen bir algı, yönetim biçiminin adı ne olursa olsun, eğer insani yaşam ücretleri arasında önemli farklılaşmaların ve aşırı uçurumların olmasını doğal olarak görüyor ve bunların devamlılığı noktasında da sürekli ısrar ediyorsa, burada çok ciddi bir sorun var demektir. Çünkü Allah asla zulmetmez ve insanların yaşamsal faaliyetlerini sürdürebilecek nimetleri de fazlasıyla verir. Allah insanların rızkına kefildir. Yaşatıyorsa bunu mutlaka bir yolla ona verir. Ancak insanların lüks yaşamlarına kefil değildir. Birileri lüks yaşamak uğruna diğerlerinin yaşamsal olarak ona takdim edilmiş, Allah’ın nimetlerini, kendi tekeline alarak insanlık dışı bir yaşam oluşturduğu ortamda, kaderiniz bu gibi, saçma sapan ve Allah’a iftira atılarak oluşturulan dinler ancak sahiplerine iade edilir. Kimsenin Allah’ın dinine bir şeyler katma gibi hakkı yoktur.
“Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın.” Tartı denildiği zaman hemen herkesin aklına bakkalın terazisi gelir. Nerede çok küçük olan olumsuzluklar varsa, onu büyüterek ifşa etmek sanki insanlık görevimiz, ama hayatın her alanında terazinin şavktı kaymış kimse bunun ne olduğunu anlamak ve sorgulamak istemez. Terazi tartmaktır ve denge oluşturmaktır. Dengenin gözetilmediği her ortam, terazinin yamultulduğu alandır. Bu alanlarda denge kurulmadığı sürece, terazi keser fonksiyonunu üstlenir. Kesere dönen bir yaşamda, yamuk yumuk ve ne olduğu belli olmayan, yörüngeden sapan kaosun oluşması doğal hale gelir. Onun için rabbimiz, ölçünün ve terazinin adil olmasını istemektedir. Ölçünün, “Ölçtü biçti kahrolası nasıl da ölçtü biçti,” Bu ayette anlatılan ölçmenin durumundan farklı olması gerektiğini anlatmaktadır rabbimiz.
Öyle ölçen biçenlere şahit oluyoruz ki, bu ayette anlatılanın dışında bir gerçeklikle karşılaşmıyoruz. Toplantılar, yönetim çalışmaları, grup kararları, genelgeler, kanun hükmünde kararnameler, yasalara bağlamalar hepsi böylesi bir ölçmenin bir görüntüsüdür. “Söylediğiniz zaman yakınınızda olsa adil olun ve Allah’a verdiğiniz sözü tutun…” Tevhit gerçeği ile Allah’a iman ettiğini söyleyen herkes, o sözün yüklediği sorumluluğu yerine getirmek zorundadır. Bu söz maslahat adı altında yamultulmaya müsait değildir. Şartlar böyle demek kendimizi aldatmaktır. Şartları yaratan Allah, bize Allah’a verdiğiniz sözü tutun derken, içinde bulunduğumuz durumu bilmiyor mu ki, bahaneler üretmeye başlıyoruz. “Allah sizden rızık istemiyor, o halde sadece Ona kulluk edin…” Derken de, ne yapmamız gerektiğini açıkça deklare etmesine rağmen, bizler maslahat siyaset, politika günün şartları vs. diyerek hakkı yamultma hakkını kendimizde nasıl buluyoruz. Her ortamda, kendi yakınımız bile olsa, adil olmak ve Allah’a verdiğimiz sözü unutmadan adaleti gözetmek zorundayız. Ancak o zaman ölçüyü ve terazi hakkıyla korur, Allah’a verdiğimiz sözü yerine getirmiş oluruz. Öğüt alıp düşünelim diye Allah bunları bize emretmektedir.
Rahmanı hesaba katmayan hesabı şaşırır ve ne yapacağını bilemez, ivedilikle giydiği her ayakkabıyı da ters giymeye mahkûm olur. Eğer siz Allah’ın buyruğuna hakkı ile uyar, adaleti gözetir, teraziyi dengeler ve Allah’ın sözüne uyarsanız, Allah size doğru ile yanlışı birbirinden ayıracak ortamı gösterir.
Adalet sistemi olmayan bir yaşamın, başka yaşamsal ögelerininin analizini yapmaya gerek kalmaz. Çünkü adalet omurgadır, omurganın çürüdüğü ve yaralandığı ortamda tüm değer sistemleri yerlerde sürünmeye mahkumdur. Onun için bir toplumun tüm değer sistemlerindeki çürümenin önlenmesi için adaleti yaygın hale getirmeliyiz. Bunun yolu Allah’a verdiğimiz söze sadık kalmaktır. Çünkü anlamamız ve öğüt almamız için bize bunları emretmektedir. Yeniden dirilmenin ve ayağa kalkmanın tek ve şartsız koşulu, adaleti yani omurgayı sağlığına kavuşturmaktır. Bunu da yaratıcının istediği şekilde yapmaktır. Vakit dirilme vakti diyorsanız bugünü çok geç, yarını imkânsız olarak düşünüp öylece ayağa kalkalım….
Erol KEKEÇ/09.01.2019


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!