Bu Blogda Ara

24 Aralık 2018 Pazartesi

ÖZGÜRLÜĞE ADIM ADIM!



Yaşam alanları tel örgülerle çevrili olmayan köleler kadar, köleliklerini perçinleyen başka bir topluluk olamaz. Ruhları kölelik algılarının tümünü yaşamalarına rağmen hala kendilerinin köle olmadığını savunan kalabalıklar kadar, köleliklerini devam ettirecek başka bir kalabalık bulamazsınız. Kölelik dendiği zaman hemen akla gelen ilk anlayış, demir parmaklıklar arkasında direksiz donatılan masmavi göğe hasret kalanlar ve eski toplumlarda para karşılığı alınıp satılan ve hayvan muamelesi görenler olarak bilinir. Bu algı yıkılmadığı sürece sadece kölelik zincirleri perçinleşir.
Çağdaş dünyanın getirdiği toplumsal imha ve beyin uyuşturucu mekanizmaların çoğalmasıyla birlikte yeni köle pazarlarının kurulduğuna hep beraber şahit olmaktayız. Bunu nasıl iddia ettiğimi sorabilirsiniz. Tek elden bilgilendirmenin yapıldığı ve farklılıkların imha edildiği, gücü elinde bulunduranın kayıtsız şartsız kabullenildiği ortamlarda, böylesi anlayışı tasdik edenlerin köle olmadığını iddia edebilir misiniz? Köleler efendilerinin dediğinden asla dışarı çıkmazlar, çıktıkları taktirde efendilerinden kursaklarına aktarılan arpalıkları hemen kesilir ve hatta bulundukları zamana kadar elde ettikleri tüm birikimlerine efendileri el koyabilir. Çünkü onların tüm kazanımları efendilerinin merhameti ve bağışı sayesinde kazanılmıştır.
Kitlelerin köleliği kadar kötü ve yıkıma dayanan bir başka kölelik anlayışı düşünülemez. Kitlelerin köle olduğu yerde farklılıklar ve özgürlüğü anlatanlar köle olarak suçlanabilirler. Bu durum devam ettiği sürece, Köle kitlelerin hipnotize seanslarının sayısı devamlılık kazanır. Bu süreç efendiler ile köleler karşılıklı birbirlerinin düdüklerini çaldıkları müddetçe devam edecektir.
2020’li yıllara geldiğimiz bu yıllarda hala kölelik hukukun tüm detayıyla kökleşerek hatta daha kapsayıcı ve kuşatıcı yönüyle kökleşerek yayıldığını söyleyebiliriz. Dünyanın küresel bir köy haline geldiğini de dikkate aldığımız zaman, enformasyonun çok hızlandığı ve bilgilerin tek elden aktarıldığı bir yaşamda bilgiye egemen olan güçler, tüm insanlığı yönettiği bir dünyada herkes köle olduğunu artık anlamalıdır. Konuştuğunuz kelimeler ve seçeneklerinizi oluşturan tüm oluşumların mimarı sizin dışınızda ve onlar olmadan toplumsal yaşamınızın sistematik olarak devam etmesi imkansızsa, demek ki dünyanın güçlü bir efendisi var ve diğerleri bütün olarak köleler. Ancak bu kölelik statülerinde yerlerimiz farklı olabilir. Kimileri piramidin en altında bulunurken, kimileri piramidin orta ya da tepe noktalarında olabilir. Ancak bu durum kölelikte düvel atlamış olduklarının kanıtı olabilir ama özgürlük naraları atmayı gerektirecek bir yaşam asla olamaz.
Özgürlüğün temel ve birinci koşulu, Allah’ın dışındaki tüm bağlayıcı sahte yalancı ve çıkar üzere kurulu bağların bağımlılığından kurtulmaktır. Allah’a giden yolda tüm yolların karmaşıklaştırıldığı ve herkesin bir muammaya dönen ne idüğü belirsiz bir dünyanın masallarıyla yaşamları kuşattığı bir yolda hangi özgürlükten ve efendilikten söz edebilirsiniz. Efendilik ancak Allah’a kulluktan geçer. Allah’a kulluk denildiği zaman da bunu tarihi kalıntıların altında can çekişen ve kimseye umut huzur ve kardeşlik vaat etmeyen yeryüzünde cinayetlerin ve keşmekeşliğin yaygınlaşmasına neden olan bir anlayış olarak algılamayalım. Bu özgürlük, kâinatın sahibine bilerek, idrak ederek, şartsız, tüm karanlıkları aydınlığa çevirecek bir ortamda karşılıklı mukavele ile bağlanmaktır. Çünkü bu efendi kimseye bilmeden anlamadan kavramadan bu mukaveleye imza atmasını istemiyor. Hangi efendi ve patron size bu imkânı sunar göstermelikler dışında; güçlü ise hep antlaşma onun dediğine göre yapılır. Ancak bu antlaşma tanıdıktan sonra nefsin ve baskıların dayatması hariç bilerek teslim olanlardanım diyebilecek düzeyde seviyeli bir ortamda yapılan sözleşmedir. Şunu unutmamak gerekir ki, özgürlüğe açılan ilk kapı sadece ve sadece Allah’a kul olmak ve yeryüzünde eşit olmaktır.
Özgürlüğe giden yolda yeryüzündeki tüm ilahlara başkaldırmak için herkesi bir ve tek olanın önünde eğilmeye ve sadece ona kulluğa çağırıyorum…Özgürlük ancak o zaman olur. Diğerlerinin tümü kendilerini özgür sanan kölelerdir.
Erol KEKEÇ/23.12.2018


20 Aralık 2018 Perşembe

SÖNMÜŞ FENERLE KARANLIK AYDINLATILMAZ



Kaybolan yılların, sönmüş fenerle arayanları olmak istemiyorsak, kaybettiklerimizi kaybolan yerlerde aramaktan uzaklaşıp aydınlık ortamlara bakmak gerekir. Nasreddin hoca bir gün yol üzerinde bir arayış içindeyken birisi gelip selam verir ve der ki, hocam herhalde bir şeyinizi kaybettiniz ve aleyküm selam evlat, evet anahtarımı kaybettim. Peki hocam burada kaybettiğinizden emin misiniz? Hayır evlat emin değilim ancak en aydınlık yer burası olduğu için burada arıyorum der. Evet dostlar bizler kaybettiğimiz zamanı ve zamanın içindekileri nerede arayacağımızı bilmezsek, hep karanlıklarda kalmaya mahkum oluruz.
Eski yaşamlarına eleştiriler yaparak yeni bir yol arayışı içinde olanlar, eski yaşamlarından kopmamaya yemin etmişcesine yaşamlarındaki karanlıkları sürekli eski denklemlerle çözmeye çalışıyorlarsa, yeni bir yol arayışına asla ihtiyaçları yoktur demektir. Onun için Kur’an’ın mesajlarına baktığımızda eski yaşamlarından ve geleneklerinden kurtulmadan hakikati kavrayamayacaklarını dile getirmektedir. Tarihi sürekli örnekleme diyenlerin olacağını biliyorum, ancak şunu algılamak gerekir ki, yer zaman ve toplumlar farklı olsa da insan fıtratı ve yaratılış hamurları aynı olduğundan her dönemde bu davranışlara rastlamaktayız.
Alışılmış yanlışların programlı bir hayatı çoğu zaman zorlaştırdığına hepimiz şahit olmaktayız. Örneğin trafik lambalarının olmadığı bir yerde araç sürmesini öğrenmiş insan, trafik levhalarının olduğu bir yerde araç kullanmaya başladığı zaman hep eski alışkanlıklarıyla kuralları ihlal ederek hiçbir kural tanımadan yaşaması gerektiğini düşünerek, hep cezalar alır. İki parmak daktilo yazmayı öğrenen biri de 10 parmak daktilo öğrenmek istediği zaman, daktilo yazmasını hiç bilmeyen ve yeni öğrenmeye başlayanlara uyum sağlayamadığı gibi, her zaman iki parmak yazarak, on parmak yazmada zorlandığı için programlı öğrenmenin çok kötü ve gereksiz olduğunu anlatarak kendi yanlışlarının daha önemli olduğunu anlatabilir. Hayatta böyledir. Çoğu zaman insanlar alışılmış yanlışlarının köleliğinden çıkamadıkları zaman herkesi yanlış ve kendilerinin de en doğru olduğuna inandıkları gibi diğerlerini de hep yanlış yapmakla suçlayarak rahatlama yolunu tercih edebilirler. Böylesi bir algı ile yola çıkmakla, sönmüş fenerle aydınlık bir ortama gittiğini sanıp karanlıklarda boğulmak arasında hiçbir fark yoktur.
Babadan dededen ecdattan bir din algısına sahip olup öylece yaşayanların, aklı ve idraki çalıştırarak okuyup anlayarak yaşamlarını devam ettirenlerle aynı noktada buluşmaları çoğu zaman imkânsız olmaktadır. Çünkü yeniliklere açık olanların doğruya ve hakka ulaşma dışında korumak zorunda oldukları herhangi bir beklentileri olmadığından her gün kendilerini yenilemeleri gerektiğine inanarak yaşarlar. Oysa bir değeri önceden bildiklerine inananlar ise önceden sahip olduklarının yanlış olduğunu söyleseler de daima eski bildiklerinin etrafında kümelenmek isterler. Yani bu insanlara, sahip olduklarından çok güzelini hatta hayatta karşılaşmayacağı en güzel şartları sunsanız da bunlar daima eskiyi gündem yaparak, odununun ücreti ödendikten sonra beni merkebiyle şuraya götür diyen adama peki benim odunum ne olacak, yahu kardeşim senin odununun bedelini ödedik ya demesine rağmen ya benim odunum ne olacak diyenden hiçbir farkı yoktur.
Allah'a iman ettiğini söylemelerine rağmen Kızıl denizi geçtikten sonra kısa bir süre yalnız kaldıklarında, onların taptıkları putları vardı bize de buzağıdan bir put yap, biz de ona tapalım diyen İsrailoğulları’nın yaşamı buna en güzel örnek verilebilir. İnsan denen varlık hep eskiyle kendisini avutmayı en güzel hayat olarak telakki ettiği sürece güzellikler bahçesindeki gülleri koklamaktan mahrum kalacaktır. Bugünün gençlerine doğru mesaj verdiğini ve vereceğini söyleyen herkes, örnek olarak geçmişten başlayarak örnekler verir. Biz böyleydik babalarımız şöyleydi, nerede o günlerin tadı, keşke hep o günlerde kalsaydık gibi yakınmalar ve rahatlama seansları hiç kimseyi doğru bir yörüngede yaşatmayacaktır. Dengeli düzenli ve yenilenmeye açık bir hayatın ortasında adam gibi adam olmak istiyorsak, eskimiş ve demode olmuş yaşamlarla yeni bir güne imzamızı asla atamayız. Dünün Güneşinin bugünün gölgesini kaldıramayacağını anlamadığımız sürece içinde bulunduğumuz sisleri dağıtma gücüne asla kavuşamayacağız.
Gelin hep birlikte yeni bir dünya kuralım bu yeni yaşamın manifestosu insan harcı da adalet olsun…
Erol KEKEÇ/19.12.2018

18 Aralık 2018 Salı

HANGİ DİN?



İslam, evrensel ve ilk günden günümüze insanlığa gelmiş yegâne dindir. Yani Tevhittir, Hanif din üzere Allah’a yönelmektir. İnsanların Haniflikten çıkmasının temel nedeni sadece Allah’a yönelmemektir. Önceki toplumlara gönderilen Tevhit dininin neden lagv edilip onların yerine yeni elçilerin gelme gerekçelerini anlamayanlar, tarihin her döneminde kendilerince yeni dinler ihdas etmede yarış halinde olmuşlardır.
Âdem bir beşer olarak yaratılıp insani özelliklerden yoksun cennette yaratılış gayesine uygun yaşarken, yeryüzüne işlediği bir hata nedeniyle gönderildi. Bu gönderilme süreci yani sürgün yaşamına uyum sağlaması için ona yeni bir yazılım yüklendi. Bu yazılımın temel noktası insani özellikleri bünyesine alan bir yaşamı oluşturmasıydı. Rabbim en iyisini bilir, o güne kadar yeryüzünde başka canlılar var mıydı yok muydu o tartışmalara girmeyeceğim ancak ben aklımın sınırlarını zorladığımda Allah’ın kitabındaki bütünlükten anladığım, ondan önce bugün kü insani donanımlarda olmayan, ama beşer özelliğini barındıran bir donanıma sahip canlılar vardı. Âdem(as) ile birlikte bunların donanımları da yeniden değişti ve yeni yüklemeler yapıldı. Âdem (as), işte böyle bir ortamda uyarıcı olarak geldi. Onun getirdiği din de tevhit dinidir. Yani İslam’dır, o günden günümüze Allah’ın gönderdiği tek din vardır onun adı İslam’dır.
İslam olan bu dinin içeriği ve yaşam alanlarındaki anlamları değiştirilerek her toplum kendi inanmak istediği gibi dinler ihdas ettiler. Onlar sapıttıkça yaratıcı yeniden onları uyarmak ve hakikatlerle yüzleştirmek için elçiler gönderdi. Her elçinin mesajı sadece Tevhit olmuştur. Bu tevhit dininin sürekli toplumsal çıkar ve menfaatlerin gölgesinde bırakılması için, onun asli yapısında tahribatlar yapılmıştır. Bu tahribatlar hayatın sürekliliği haline gelipte insanlar yaratıcıyla ilişkilerini şirki bir yaşam üzerine kurduklarında mutlaka onları uyaran elçilerle karşılaşmışlardır. Bu durum Allah’ın yarattıklarına karşı ne kadar lütufkar ve rahmet sahibi olduğunu da göstermektedir.
Son elçi Muhammed (as)’ın gelmesiyle eski tevhit inancının bozulduğu bir kez daha anlaşılmış oldu. Peki Muhammed(as)Önceki Haleflerinden farklı bir anlayış mı getirdi asla, tüm elçiler aynı uyarıyla gelmişlerdir. Bu da bir olan Allah’a iman ve ona hiçbir konuda şirk koşmamaktır. Dini sadece ona has kılarak onun gönderdiği halis dinle ona yönelmektir. Onun gönderdiği dine herhangi bir karışım olduğunda onun aslı bozulduğu için son nebi Muhammed (as) ile birlikte Allah “Dinini kemale erdirdiğini ve nimetini tamamladığını” söylemektedir. Bu çok önemli bir uyarıdır aynı zamanda, yani bu kemale erdirilmiş dine herhangi bir karışım yaparsanız sizler de önceki toplumların uğradığı sondan farklı bir sonla karşılaşmazsınız.
“Ey İman edenler! Allah ve Resulü sizi size hayat verecek şeye çağırdığı zaman ona koşun…” Yani Allah Resulü İnsanları Allah’ın kitabına çağırmaktadır. Allah’ın Resulünü Kitabın dışında bir mesajla sorumlu tutarak Allah Kitabı tamamlamadı onun için Resul da bunu tamamlamak için sözler söyledi bu sözleri de inanç olarak kabullenmezsek demek ile, önceki toplumların anlayışı ve dini arasında hiçbir fark yoktur. Onun için dikkat edilmesi gereken, Hayat verecek şey dışında Allah’ın Resulü insanları başka bir yaşama çağırmaz. Bu ince noktayı anlamayanlar ve idrak kabiliyetinden yoksun olanlar, saf arı duru ve muhlis olan dine yönelmek isteyenleri, Resulü inkâr etmek ve sadece Kur’an diyerek insanları dinden çıkarmaktadırlar diyerek şirk dininin hegamonik yönünü harekete geçirirler. İşte, tüm Tevhit dinlerinin aslı esası ve muhtevasındaki çarpıtmalar böyle başladı. Şayet Allah, Muhammed (as) dan sonra bir elçi gönderseydi bugün Müslümanım deyipte Allah’ın kitabı dışında kaynaklar oluşturanların tüm Müsveddelerinin, şirk dinlerinin yeni versiyonları olduğunu söylerdi. Ey İman edenler Allah’a ve Resulüne İman edin diyen bir ayet, hemen Allah’tan sonra Resulün zikrini gören birinin bu kadar basit ve sıradan algılarla damgalanması elbetteki şirki unsurların hakikatle yüzleşmesindeki korkularından kaynaklanır. Müslümanların yeniden kendileri ve hayatlarına hükmeden bilgi kaynaklarıyla yüzleşmesi kaçınılmazdır. Bu kaynaklar Allah’ın kitabının dışında insan müsveddeleri olursa, tam anlamıyla tevhidin aslından uzaklaştırılması olur.
Tevhit dini İslam, Tüm elçilerin getirdiği dinin ortak adı olduğu için, öncekilerin katkıları dinin aslını değiştiriyor da Muhammed (as)’dan sonrakilerin yaptığı katkılar dini pekiştirmiş mi oluyor. Bu ahmaklık bırakılmadığı sürece şirk dinine göre toplumlar can verecekler.
Kim Allah’ın elçisinin getirmediği bir şeyi Allah’tan gelmiş gibi görür ve öyle anlatırsa, Allah’a ve elçisine iftira etmiş olur. Allah kolaylaştırır zorlaştırmaz. Allah’ın dininde karmaşıklık ve anlaşılmazlık yoktur. Oysa Allah’ın Resulüne atfedilerek söylenen sözlerin tamamı dini karmaşıklaştırmakta ve insanları çok aşırı uçlara götürmektedir. Uçlarda gezinen, şirk bataklığında yüzenlerin de bir araya gelmesi ve vahdet sağlaması imkansızlaşmaktadır. İşte, İslam birlik dirlik kardeşlik ve farklılara tahammül ederek yaratıcıya yapılan katıksız yolculuktur. Bu yolculukta yol kenarında görülen her sudan içmek olmuyor, olursa Dinin kaynağı değiştirilmiş olur.
“O kendi heva ve hevesinden bir şey söylemez, diyen Rabbimizin bu sözüne karşı şunu Allah’ın Resulü söyledi diyerek Resule İftira edenleri, Kuran havuzunda gıdalanmaya davet ediyorum. Resule tabi olmanın tek yolu var o da Allah’ın vahyine bağlanmaktır. Çünkü Resul, bize vahiyden başka bir bilgi getirmedi. De ki, Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah’ta sizi sevsin…Ben kendim için bir şey yapamam şayet öyle kendi kafamdan bir şey yapabilseydim kendimi cehennem azabından uzak tutardım diyen bir Resule İftira atarak, Dinin genetiği üzerinde tahribat yapmaktan hiç mi utanmıyoruz…
Zulümlerini devam ettirmek ve insanları daha fazla sömürmek için Allah’ın Resulü böyle dedi diyerek Resulün darul bekaya gitmesinden 150 yıl sonra onun adına sözler uydurarak yeni ilim dalları adı altında insanları Allah’ın dininden uzaklaştıranlar Allah’ın huzurunda nasıl hesap vereceklerini hesap etsinler derim…
Erol KEKEÇ/17.12.2018

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!