Bu Blogda Ara

1 Kasım 2018 Perşembe

Müslümanca Yaşama Üzerine Bir Hatırlatma-4



Tarihi ne yargıla ne de tarih hayatınızın dinamosu olsun. Onlar bir Ümmetti geldiler ve gittiler. Gelen ve giden, bugünü belirleme hakkına sahip değildir. Onlar sadece görülüp ibret alınmak ve uygun olmayan kısımlarını kendilerine bırakarak yol alınması gerekir. Hayatın dinamosu, içinde bulunduğun zaman ve mekân kurallarına göre çalışmalıdır.15 yıl önce yeni çıkmış bir cep telefonundan nasıl ki, görüntülü ve sesli konuşma imkânın yokken bugün varsa, tarihte hayatınızda o kadar olmalıdır. Ben illada 15 yıl önceki telefonla da görüntülü konuşmak istiyorum diye diretirsen donanımdan ve yazılımdan yoksun olan telefon seni arzularına ulaştıramayacaktır. Tarih döneminin zaman ve mekânından bağımsız değerlendirilemeyeceği için, günümüz yaşamının dinamosunu onlarla çalıştırmak istemek ve hatta dayatmak bugüne yapılacak en büyük zulüm olur ve asla da çalışmayacaktır.
Geçmişin yıkıntıları altında kalmak ve onlarla avunmak, Müslümanın hiç yapmaması gereken bir eylem olması gerekirken en çok sahiplenen olduğunu görmek ne kadar şaşırtıcı değil mi?
Siz gezmiyor musunuz, dolaşmıyor musunuz gittiğiniz yerlerde sizden önce de yaşayanlar vardı, ancak şimdi onların yerinde sadece bir kalıntı görmektesiniz mesajları, bizim onlar üzerinde düşünüp onların yanlışlarını kendimizden uzaklaştırmak, geldikleri sürecin üzerinde bir yol almak içindir. Onların yaşadıkları zamana ve yere takılıp kalmak için değildir. Parmakla gösterilen hedefe değil de parmağa takılanlar çok ses çıkardılar ancak yerlerinde sayarak kendilerini imha ettiler.
İslam, bir ağacı sürekli kutsamak değil, evrenin her noktasına onun yaşayabileceği ortamlara yeni fidanlar dikmektir. Eğer Evrenin her yanına tek bir iklimde yetişen bitkileri dayatırsanız ne onlar filiz verir ne de sizlerin emekleri karşılık bulur. “İnsana ancak emeğinin karşılığı vardır. Emeksiz bir düşüncenin yazılı olarak doğru yanlış bir ayıklaması olmadan sizden sonrakilere ve sizin döneminize aktarılmasını isterseniz, ancak hakkınız bir komisyonculuk olur. Bu din, komisyoncuların elleriyle hayat bulmayacaktır. Bu din, kendini değeri için feda eden ve emek harcamaktan asla tereddüt etmeyen fidanların, her coğrafya ve iklimde, evrende filiz vermesiyle hayat bulacaktır.
Budanmaktan ve yeni filizlerin gövermesinden korkan ağaçlar, nasıl ki, tapınak haline gelip ziyaret ağaçlarına dönüşüyorsa, Yeni fikir düşünce, aksiyon ve dinamizmden yoksun bir dogmatik din algısı da kendisini tapınak haline getirir ve götürmesi gereken hedef kendisi olur. Sonrasında anlamsız bir yaşamı din diye yaşar hale geliriz.
İnsan hangi koşullar altında yaşıyorsa evreni ve var oluşu o şekilde anlamaya mahkûm olur, bu da tarih ve doğanın insan üzerindeki baskısını ortaya koyar. Evrenin bağımsız ve insani bir duruşla tanımlanabileceğini anlamayan ve bilmeyenler, asla Evrenin tüm boyutlarında örnek olacak bir yaşama öncülük edemezler. Bu açıdan bir değerlendirme yaptığımız zaman, İslam’ın her kıtaya ve zamana hitap ediyor olması için, bir Güneş gibi tüm canlıları aydınlatması ve onlara ısı ışık ve enerjisinden aktarması gerekir. Güneşin bir coğrafyada yaşayan canlılara fayda sağlaması ve diğerlerine de o coğrafyada yaşayanların aldığı enerjiyi aktarmaya zorlaması, Güneşin Güneş olma vasfını yitirmesi anlamına gelir. İslam Evrensel bir din, dememizin altındaki temel dinamik, yaratıcının yarattığı tüm varlıkları bilmesi ve onların doğasına ve fıtratına uygun bir yaşamın ilkelerini göndermiş olmasındadır. Onun için tarih bizim hayatımıza olduğu gibi aktarılmak istendiğinde, insanlık tarih zindanında can vermeye mahkûm olur. Toprak aynı olmasına rağmen ne kadar farklı ürünler yetiştirebiliyoruz aynı toprakta. Peki farklı topraklarda sadece o topraklarda yetişen ürünlerin yerine biz sahip olduğumuz ve bildiğimiz ürünleri yetiştirmek istersek nasıl bir sonuçla karşılaşırız. Bunu anlamadığımız zaman dayatan, bıktıran, anlamsız, kendini tanımaktan aciz, sadece parçalamaya ve ifsata dayalı bir hayatın gözü bağlı kurbanları olarak yaşamaya mahkûm oluruz.
İslam idrak dinidir. İdraklarda karşılığı olmayan, beyin mekanizmalarını en aktif hale getirmeyen, yüreklerde evrenin farklı bölgelerinin iklimine yer vermeyen bir din asala ve kata Allah’ın gönderdiği Tevhit dini İslam olamaz. Tevhitte kuşatıcılık vardır. Elmada bitki, portakal da bir bitki ama her ikisinin ürünü ve yetişme koşulu birbirinden farklı, ama sonuçta ikisi de eylemleri neticesinde tevhide uygun bir meyve veriyor. Onların tevhidi, faydalı ve güvenilir meyveler vermesidir. Elmanın portakal vermesi, portakalın da elma vermesi değildir. Buradaki tevhidin sırını anlayan bir algı, ancak İslam’ın evrenselliğini özümser ve bir tarihi, hayat diye insanlığa dayatmaz.
“İnsana ancak emeğinin karşılığı vardır. Senin yaşadığın döneme ait vereceğin bir mesajın yoksa, ya da örnek olacak bir hayatın gövermemişse, kendini yırtmana gerek yoktur, önce kendini bul, sonra başkalarıyla birlikte nasıl yaşanılır onun yollarını aramaya bak. Hayat ve algı bir zar gibidir. Soğanın içindeki zarı ayıklamadığınızda, bazen insanlarda gereğinden fazla hazımsızlıklara yol açabiliyor, onun için düşüncenin oluşumundaki zarı ayıklayamayanlar, zardan sonra başlayacak olan hayatı sunma becerisini oluşturamazlar. Hayat ancak teslim olduğumuz değerle bütünleşirse, her ortamda ve koşulda evreni kuşatır. Evreni kuşanmayacak bir hayatın İslam diye pazarlarda tezgahlara dizilmesi, kimsenin o pazara uğramayacağı anlamına gelir. Pazar düşüncesinden hayat düşüncesine geçememiş, basit sıradan ve sadece aktarım üzere oluşan yığılan bir bilgi dağarcığının İslam diye dayatılması, öğütülmeden tüketmeye, beyin ve yürek hazımsızlıklarına neden olduğu için hep hastalıklarla boğuşmaya mahkûm oluruz…Ben de, onun için diyorum ki, yeni bir fidan ve yeni bünye gerekli sağlıklı yaşam için, o da Allah’ın kuşatıcı dininin tüm evreni Güneş gibi kuşatacak boyutta yeniden kendi emeklerimizle yaşanmasıyla olacaktır.
Dini, kendi gettolarına hapseden dogmatik yaşamdan, Evrenin yatışmaz dinamik yapısına mesajı olan, dinamik bir yaşama geçiş yolunda buluşmak ümidiyle….
                                                                Erol KEKEÇ/31.10.2018


31 Ekim 2018 Çarşamba

Müslümanca Yaşama Üzerine Bir Hatırlatma-3



Müslüman ismi, Ortadoğu, Afrika ve Asya’da yaşayan son nebi Muhammed (as)'ı kabul edenlere verilen, dinsel bir şövenist kimlik değildir. Müslüman İsmi, Allah’ın tüm insanlar için gönderdiği Tevhit dininin adıdır. Bu isim İlk İnsan Ademden Günümüze kadar gelen, yaratıcının gönderdiği tevhidin ortak ismidir.
Çünkü,” Allah katında din sadece İslam’dır. Bu uyarıyı, ben Müslümanım diyerek kendilerine bir dinsel kimlik oluşturup, kendi dışındakileri paçavra din olarak gören bir anlayışın temsil ettiği yaşam tarzı olarak anlamamak gerekiyor. Bu uyarı, yaratıcının katında gönderilen ve makbul olan, başka bir isimle dinin olmadığına dairdir. Tarih boyunca yaşayan toplumlara baktığımızda, kendilerine tevhidi anlatan ve İslam olarak gelen uyarıcıların getirdiği bu dinin ya aslı, tamamıyla değiştirilmiş ya da yaşam alanlarından sıfırlanarak anlamı olsa da hayatta karşılığı kalmamıştır. Sonrasında da her toplum kendi benimsediği bir isimle bu dini adlandırmıştır. Bu adlandırma yaratıcının verdiği bir isim değildir.
Dolayısıyla, bugün adına Müslümanım diyerek kendisine bir ayrıcalık tanınacağına inanan toplumların tamamı yeniden, sahip oldukları dinin, Allah’ın katındaki Tevhidi içeren İslam mı, yoksa kendi taraflarından Yahudilerin ve Hristiyanların isimlendirdikleri bir din gibi olan İslam mı? Bunu anlamaları kaçınılmazdır.
“Allah katında din Sadece İslam’dır” uyarısı tüm toplumlar ve dinler için de geçerlidir. Çünkü Allah Hiçbir topluma İslam dışında bir din göndermedi, ancak onlar kendilerine göre yontarak yeni bir din ihdas ettiler. İslam dünyası olarak bildiğimiz ve bizim de içinde olduğumuz bu yaşam, tıpkı öncekiler gibi Yaratıcının gönderdiği Tevhit olan İslam’ı yok ettiler, ancak isim olarak ona sarıldıklarında kurtulacaklarına inandılar. Bu durum tam anlamıyla bir tahrif ve farklı bir yaşamı Allah’ın katındaki din gibi sunmaya dönüştü.
Şöyle bir etrafımıza bakalım, nice ismi Hüseyin olan ama asla Hüseyin olamayacak Yezitler görürsünüz. Bunların İsminin Hüseyin olması onlara bir ayrıcalık tanır mı; Hüseyin gibi olmadıkları sürece…İşte, İslam aynen böyledir. Allah katındaki Din İslam olduğundan biz kendimizi o isimle adlandırarak kurtulacağımızı sanıyorsak bu yaşamlarla, en büyük zokayı işte o zaman yeriz.
“Allah katında din ancak İslam’dır. Bunun anlamını rabbimin verdiği idrakle şöyle anlıyorum, siz kendi tarafınızdan farklı ya da bu isimle bir yaşam biçimi oluşturup bunun da ancak Allah katından olduğunu anlatarak kendinizi avutmayın, bizim katımızdan size gönderdiklerimiz bellidir, yani sizlerin Allah’a teslim olmanız ve ona gönülden bağlanarak hakkın ve adaletin şahitliğini yapacağınız din dışında bir din göndermedik.
Yani, Allah katında olan, sizin isim olarak ben Müslümanım dediğiniz din değildir. Emrolunduğunuz gibi dosdoğru olduğunuz dindir. Bu dinin tarihteki önemli öncülerinden biri, İbrahim (as)’dir. “İbrahim ve beraberinde olanlarda sizin için güzel örnekler vardır, hani onlar kavimlerine demişlerdi ki, bizimle sizin aranızda ebedi bir kin ve düşmanlık baş göstermiştir ta ki, bir Olan Allah’a iman edinceye kadar…” Mümtehine:4
Bu ayetin ifadesi dikkate alındığı zaman tüm nebi ve resullerin getirdiği dinin adı tevhit ve İslam’dır. O halde bugünkü yaşamları ele aldığımızda İslam ismi ile İsimlenmek hiçbir zaman bizim yaşadığımız olumsuzlukların nötrleneceği anlamına gelmemelidir.
İslam bir başlangıç ve diriliş amentüsünün manifestosudur. Bu manifestodan yoksun olanlar, “Allah katında din İslam’dır”, dininin içinde asla yer alamazlar, bu dinden olamadıktan sonra varsın adın Hristiyan, Yahudi, Budist, Müslüman ne olursa olsun ne fark eder ki…
İslam alemi, Hristiyanlık alemi, Yahudi alemi vs. gibi adlandırmaların tevhit dini ile asla uyumlu olmadığını düşünüyorum…İnsanlık alemi vardır ve bu alemde ya tevhit dini üzere olan Müslümanlar vardır, ya diğerleri…Dine dayalı şovenist bir İslam kimlik tanımlaması asla Tevhit diniyle alakalı bir tanımlama olamaz.
Yaşayan tüm dinlere baktığımızda, yaratıcıyla alakası kalmamış, ancak gönül avutmak ve kendilerine aidiyet oluşturmak için, ilahi isme sığınarak farklı dinler oluşturulmuştur. Sosyolojik tablo bunu tüm detayıyla ortaya koymasına rağmen kendilerini kurtulanlardan gören ve sahip olduklarını başkalarına dayatan bir anlayış, Allah katındaki din İslam, tanımlamasıyla adlandırılamaz.
“Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne iman edin” Resuller arasında hiçbir ayrım gözetmeden hepsine iman ettik, diye başlayan ayetlere baktığımızda da Müslümanım diyerek ortalıkta gezen bir topluluk, öncekiler gibi tevhitten uzak bir din oluşturma ihtimalleri olmamış olsaydı acaba yaratıcı bu uyarıyla uyarır mıydı?
Kısaca anlatmaya çalıştığım bu örnekler dikkate alındığı zaman ortaya çıkan tablonun şu olduğunu görüyoruz. Ebu Cehil gibi yaşayıp adı Muhammed olanlar, nasıl ki Muhammed olamazlarsa, adı İslam olup da Mekke müşriklerine kök söktürenler de İslam olarak tanımlanamayacağı gibi, adı Hans olup da Muhammed gibi yaşayanlar da Ebu cehil olarak adlandırılamaz. Bu Allah’ın adaletiyle bağdaşmaz.
Yoksa siz Allah’a bilmediğini mi öğretiyorsunuz, uyarısının muhatabı bizler olacağımızı unutmayalım…
Çok örneklerle konuyu daha kapsamlı bir atmosfere çekmeyi düşünmüyorum, anlatmak istediğim sanıyorum anlaşılacaktır. “Ey iman edenler! Allah’tan nasıl ittika edilmesi gerekiyorsa öylece ittika edin ve sakın Müslüman isminin yanında başka bir sıfatla can vermeyin…” Allah katında İslam olan din budur, bizim yaşadığımızı sandığımız din ise, anlam kayması ve mana erozyonu ile, yaşam alanımızda infilak etmiştir…
Muktedirlerin oluşturduğu dinden, Allah katında bizi kurtaracak dine Hicret etmeye var mıyız…?
EROL KEKEÇ/31.10.201

Müslümanca Yaşama üzerine Bir Hatırlatma-2



Taş tarlasından geçsen de toprağa değecek ayakların, unutma ki, topraktaki yumuşaklıktan öğrenmezsen merhameti ve mütevaziliği, taşlaşmış adam olursun…
İlk adımın İnsanlık alfabesinin harflerini sindirmek olsun, yoksa hayatın başka belaların hazımsızlığını gidermek için, bir bütün olarak yutulmayı hak edersin…
Gün doğmadan önce sen doğacaksın, ayrım gözetmeden tüm gariplerin damından haykıracaksın…
Fırat’ın kenarında bir kuzuyu kurdun kapmasının duygusal ağıtlı göz yaşlarını anlatmayacaksın, Fırat’ın kenarında hiçbir canlıyı sahipsiz bırakmayacaksın…
Kendin için istediğin ve çırpındığın hayatların senin dışındakiler için de gerekli ve elzem olduğunu bileceksin, menfaatten uzak adaletin yanında olacaksın…
Dünyayı sen yaratmadığını ve bir damla su olduğunu bilerek, gurur ve kibirle yürümeyeceksin, bileceksin ki ne yeri delebilirsin ne de boyca dağlara ulaşırsın…
Fahşayı cinsellikle daraltmayacaksın, fahiş olan her şeyden uzak duracaksın, mutedil ve dengeli yaşayacaksın…
Atanı sayacaksın, senin inancından olmasa da anne ve babana öf bile demeyeceksin, Allah’tan sonra anne ve babana teşekkür etmek en büyük görevin olduğunu bileceksin…
Yeryüzünü imar edeceksin, kasanı doldurup mahlukata faydalı olmayan imkanlarınla övünerek yeryüzünde fesat çıkarmayacaksın…
Cennetin tamahı ve cehennemin korkusundan dolayı kendince bir din oluşturmayacaksın, ödülü kazanmak veya cezadan kaçınmak için iyilik yapmayacaksın, tüm eylemlerin insani sorumluluğundan ve yaşamın gayesinin bir sonucu olduğunu idrak ederek var olacaksın…
Akrabalık bağlarının sende genetik bir ülküleştirme oluşturmasına fırsat tanımadan, insani bir kimlik üzerinden onlara yaklaşacaksın…
Muhasibi olmadığın bir günün seni senden çalacağını bilerek, vicdan temeli üzerinde hayatını şekillendireceksin…
Başkalarını terazinin kefesine koyup tartmadan önce, o kefenin ilk tartılanı sen olacaksın…
Dogmatik ve kim tarafından dayatıldığı bilinmeyen ve sadece inanarak yaşanılan bir hayatın gözü bağlı kurbanı olmayacaksın. Bilmediğin bir şeyin ardına düşme zira, göz kulak ve kalp ondan sorumludur diye uyarı aldığın yaşamın bilinçli emek sarf edeni olacaksın…
Karanlıklarda aydınlık aramayacaksın, kaybettiğin kendin ise onu da ancak aydınlık bir doğada arayacaksın, nuru olmayanın nuru mu olur, uyarısı hayatının vazgeçilmesi olsun…
Kabilin kardeşi Habil’i katletme gerekçesi senin hayatının kâbusu olmasın, şunu bilesin ki, bir insanı öldüren bütün bir insanlığı öldürmüş gibidir, uyarısının şiddeti çok çetin olduğunu bilesin…
Dünyadaki yerin ve yönün hep ışıktan yana olması gerektiğini çok iyi anlayacaksın. Nuru olmayanın nuru mu olur, uyarısını baş tacı yapacaksın, yönünü Yaratana dönersen, tüm çabalarının katlanarak devam edeceğini bileceksin, yani emeklerin bir değerle çarpılarak karşılığını alacaksın…Ancak emeklerin, yaratıcıya dönmeden yapılan bir çabaysa unutmayacaksın ki, her çabanın karşısında duran yutucu elaman sıfırla karşılaşacaksın o da gittiğin yerde seni boş olarak bırakacak; bunu bilerek yaşamın anlamını kavrayacaksın…
İnsan kavramının genel ve evrensel bir değer olduğunu bilerek, her yaratılana yaratandan dolayı hoşgörüyle yaklaşacaksın, Yaratıcıdan bir ruh taşıyan bu varlığa yaratıcı gibi acıyarak; ilişki kuracaksın…
Zalimlerle mücadelende asla merhamet taşımayacaksın, zalim mazlum olduğunda tavrını yenileyeceksin…
Şeriklerin çoğaldığı bir çağda, seni Allah’tan başkasıyla korkutmaya çalışanların örümcek çığlıklarına kulaklarını tıkayarak, dosdoğru yol alacaksın…
Elinden gidenlere üzülmeyeceksin, kazandıklarından dolayı da şımarmayacaksın, bilmez misin, rızkın tek sahibinin hazinesinin genişliğini anlayacak melekelerden yoksunsun…
Fosseptikte durup, temizlik naraları atmayacaksın, önce temizlenip sonra temizliğin resmini etrafa dağıtacaksın…
Bildiklerinle yaşadıkların arasındaki çatışmaları yok etmek için, kendi dışındaki akıllardan istifade edeceksin, yoksa mezar taşının nereye dikileceğine sen bile inanamazsın…
Tefekkür asli gıdadır, kararlılık ufku okumaktır, tevekkül bitmeyen hazinendir, duan senin mücadelendir. Bu yolda melekler yoldaşındır, Allah seni kuşatandır, hayırla başla hayırla git, girdiğin yere sıdk ile gir çıkarken sıdk ile çık, makamı İbrahim’de, nebiler meclisinde, ferah köşkünde sana ayrılacak yere mütevazilikle var, uzun yoldan geldim diye buraya getirene hamt et, mutmain bir nefis olarak gir sana takdim edilen yere! Hayat da bundan başka ne ki…
                 EROL KEKEÇ/30.10.2018


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!