HİÇ BİR ANNENİN HAKKI ÖDENMEZ, HERKESİN ANNESİ BİR TANEDİR.
SEVGİ, SAYGI VE HÜRMET İNSANİYETİN GÖSTERGESİDİR !!
SEN DE Mİ BENİ UNUTTUN BEY ?
Son günlerde, bir surat, bir surat ki gelinde,
Çayımı bile yarım dolduruyor bey.
Allah'tan kulaklarım ağır işitiyor da
Duymuyorum ne söylediğini
Ama yine de hissediyorum bey;
Beni bu evde galiba istemiyor artık
Hey gidi günler heeey.
Oğlunu bilirsin, vur kafasına al lokmayı
İki ara bir derede ne yapsın ana bu atsa atılmaz, satsa satılmaz.
Bana artık gizli gizli sarılıyor bey...
Dün akşam uyurken öptü beni biliyor musun?
Nasıl ağırıma gitti nasıl
Artık akide şekeri de getirmiyor.
Hani dişlerim yok ya, güya yerken garip sesler çıkarıyormuşum da
Çocuklar iğreniyormuş benden.
Yok,vallahi yalan bey, hiç yapar mıyım ben öyle şey?
Gelin çocuklara masal anlatmamı da yasakladı
Üstelik seninle konuşuyormuşum diye duvardaki resmini biryere sakladı
Olsun,
koynumdaki resminden haberi bile yok!
Yine de beddua edemem bey,
Oğlumun karısı, torunlarımın anası o.
Geçenlerde üst komşular geldi,
Ne konuştuklarını duymayayım diye kapıyı üstüme kilitledi.
Duymadım, duymadım, lakin hissettim.
Düşkünler evine yatıracaklarmış önümüzdeki ay beni
Ne yalan söyleyeyim epey ağırıma gitti, epey,
Ha, sen ne diyorsun bey?
Hani bir görünsen oğluna, ne de olsa babasısın,
Seni dinler.
Bu odada oturur, vallahi hiç dışarı çıkmam.
Akide şekeri de istemem.
Masal da anlatmam artık çocuklara
Ne olur ayırmasınlar beni bu evden
Yaşayamam nefes bile alamam
Sana ait anılardan uzak ne yaparım ben, ne yaparım?
Şu camın pervazında hayalin durur, çekmecelerde el izin.
Bastonun hala duvarda asılı.
İstemiyorlar beni artık, istemiyorlar hasılı.
Hey gidi günler hey
Hani diyorum bir çağırsan
Yoksa, yoksa sendemi unuttun beni bey
Sendemi unuttun beni bey?
Not; Birgün yaşlanacağımızı unutmayalım. Ve büyüklerimize bu sözleri söyletecek davranışlarda bulunmayalım
Bu Blogda Ara
4 Ocak 2016 Pazartesi
DEMOKRASİMİZİN MABEDİ NERESİ!
TBMM,Demokrasimizin Mebedidir diyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gülün bu konuşmasını,bu gün değerlendirmeyi düşünüyorum.Demokrasi çoğunluğun iktidar olduğu bir sistem olarak tanımlanır.En önemli yönü yöneticilerin seçimle iş başına gelmesidir.Demokrasilerde,azınlık olup meclise gelen seçilmişler muhalefet görevini yerine getirir ve yasamaya doğrudan katkıda bulunduğu anlatılır.İşte,TBMM parlementerlerin yasamaya doğrudan katkı sağladığı yer olarak tanımlandığı zaman bizim aklıma bazı sorular geliyor bu sorları sormadan edemeyeceğim.
Bu yaklaşımdan Demokrasinin bir din olduğu anlamını çıkarabilirsiniz.
TBMM,Demokrasinin mabedi olduğuna göre,kimse bize meclisin sadece seçilmiş insanların halk adına, halkı yönettiği bir yer olduğunu söylemesin o zaman...Çünkü meclisin bu tanımlamadan anlaşılacağı gibi,bir dinin ibadetlerinin yapıldığı,kutsal mekan olduğu anlaşılmaktadır.
Demokrasi dininin,son dönemlerde tüm dünyaya egemen olduğunu ve ülkelerin yönetim mekanlarını da kendisine ibadetgah edindiğini anlamaktayız...
TBMM,bir mabet ise,bu mabedin tam olarak görevini yerine getirdiğini söyleyemeyiz.Çünkü bizim meclis bu anlamda, kendi dininin emirlerine sadık kalmayacak kadar,dinine ihanet eden bir mekan olduğundan,bu dinin temsilcileri de görevlerini hakkı ile ifa etmemektedirler...
Demokrasi dinin,mabedinde yapılan ibadetlerin sahih olmadığını düşünüyorum.Çünkü,bu mabette bulunanların,demokrasi dini ile uyumlu bir ibadet yapmadıklarını görüyoruz.Herkes demokrasi dinine inansa da,muacip bir dini temsil ediyorlar gibi geliyor bana...
Demokrasinin neden tam olarak bu ülke de yer bulamadığı şu anda daha iyi anlaşılmış olmaktadaır.Demokrasinin mabedi TBMM, tam anlamıyla görevini yerine getirmediğinden,demokrasinin kökleşmediği görülmektedir...
Demokrasinin mabedi TBMM'nin yeni adını öğrenmiş olmamız bizi bayağı duygulandırdı.(!)TBMM'nin bir mabet olarak,görevinde başarılı ve ihlaslı ibadetlerine şahit olacağımız günleri sabırsızlıkla bekliyoruz...Yani ibadet ihlasıyla yapılmayan işlerin anlamı olmayacağından,demokrasinin hassas ve nazik algısının havasını titizlikle solumamız için,mabedin görevini hakkı ile ifa etmesi kaçınılmazdır...
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
23.04.2014/İST
TBMM,Demokrasimizin Mebedidir diyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gülün bu konuşmasını,bu gün değerlendirmeyi düşünüyorum.Demokrasi çoğunluğun iktidar olduğu bir sistem olarak tanımlanır.En önemli yönü yöneticilerin seçimle iş başına gelmesidir.Demokrasilerde,azınlık olup meclise gelen seçilmişler muhalefet görevini yerine getirir ve yasamaya doğrudan katkıda bulunduğu anlatılır.İşte,TBMM parlementerlerin yasamaya doğrudan katkı sağladığı yer olarak tanımlandığı zaman bizim aklıma bazı sorular geliyor bu sorları sormadan edemeyeceğim.
Bu yaklaşımdan Demokrasinin bir din olduğu anlamını çıkarabilirsiniz.
TBMM,Demokrasinin mabedi olduğuna göre,kimse bize meclisin sadece seçilmiş insanların halk adına, halkı yönettiği bir yer olduğunu söylemesin o zaman...Çünkü meclisin bu tanımlamadan anlaşılacağı gibi,bir dinin ibadetlerinin yapıldığı,kutsal mekan olduğu anlaşılmaktadır.
Demokrasi dininin,son dönemlerde tüm dünyaya egemen olduğunu ve ülkelerin yönetim mekanlarını da kendisine ibadetgah edindiğini anlamaktayız...
TBMM,bir mabet ise,bu mabedin tam olarak görevini yerine getirdiğini söyleyemeyiz.Çünkü bizim meclis bu anlamda, kendi dininin emirlerine sadık kalmayacak kadar,dinine ihanet eden bir mekan olduğundan,bu dinin temsilcileri de görevlerini hakkı ile ifa etmemektedirler...
Demokrasi dinin,mabedinde yapılan ibadetlerin sahih olmadığını düşünüyorum.Çünkü,bu mabette bulunanların,demokrasi dini ile uyumlu bir ibadet yapmadıklarını görüyoruz.Herkes demokrasi dinine inansa da,muacip bir dini temsil ediyorlar gibi geliyor bana...
Demokrasinin neden tam olarak bu ülke de yer bulamadığı şu anda daha iyi anlaşılmış olmaktadaır.Demokrasinin mabedi TBMM, tam anlamıyla görevini yerine getirmediğinden,demokrasinin kökleşmediği görülmektedir...
Demokrasinin mabedi TBMM'nin yeni adını öğrenmiş olmamız bizi bayağı duygulandırdı.(!)TBMM'nin bir mabet olarak,görevinde başarılı ve ihlaslı ibadetlerine şahit olacağımız günleri sabırsızlıkla bekliyoruz...Yani ibadet ihlasıyla yapılmayan işlerin anlamı olmayacağından,demokrasinin hassas ve nazik algısının havasını titizlikle solumamız için,mabedin görevini hakkı ile ifa etmesi kaçınılmazdır...
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
23.04.2014/İST
13 Aralık 2015 Pazar
KÖRLER SAĞIRLAR BİRBİRİNİ KAZIKLAR!
Saplandık kaldık yine, sapı kaldı elimizde, biz savrulduk sap diye… Saplantının, ne olduğunu merak edenler olabilir diye, biraz açılımını yaparak devam etmek istiyorum.
Saplantı, bir düşüncenin ve yaşamın doğruluğunu kayıtsız şartsız kabullenerek kesinlikle yanlış olma ihtimalini düşünmemenizdir. Saplantının eşiğinden içeri girenlerin, beyin merkezleri başka merkezler tarafından kuşatıldığı için, yaşama dair tüm seçenekleri kaybederler…
Ülke gündemini işgal eden, son günlerin olayları dikkate alındığı zaman, bütün bir toplum olarak saplanıp kaldığımız yerden çıkıncaya kadar, küresel güçler bizi sapla samanı ayırır gibi ayıracakları kesin gibi görünüyor…
Lider eksenli ve cemaat uzantılı toplulukların tümü, saplantı mekanizmasının kucağında sabahlarlar. Dolayısıyla geceden bir türlü kurtulamazlar ki, gündüzü hayal edebilsinler. Cemaate mensup olan her fert, bağlı olduğu cemaatin her buyruğunu Allah’ın bir ayeti gibi kabullendiğinden, duyusu olmayan bir algısızlığı, algılamış gibi benimser dolayısıyla fanatik ve kör bir tutucu olup çıkar. Cemaat mensubu bireyler, fert olarak yoklar. Onların varlığı cemaat içinde ortaya çıkar. Cemaatin varlığına bir eleştiri geldiği zaman doğrudan kendi hayatlarını hedef aldığını düşünerek aşırı bir refleks gösterirler…
İşte, saplantı tam burada varlığını iyiden iyiye daha fazla hissettirir. Saplantı mekanizmasının hayatlarını kuşattığı karanlık ortamların yaygın olarak her noktada patlak vermeye başlaması, iki açıdan önemlidir. Birincisi, fanatik, tutucu, saldırgan ve gözü dönmüş kalabalıkların kontrolsüz yıkıcı eylemleridir. İkincisi ise, karanlıkların çatışmaya dayanan dinamiklerin etkisiyle yeni bir eksen kaymasıyla aydınlanma ihtimallerinin ortaya çıkmasıdır.
Son iki aylık sürece dikkat edildiği zaman, bu saplantıların yukarıda belirttiğimiz iki ihtimali de ortaya çıkardığına şahit olmaktayız. Özgür birey olma kimlikleri imha edilmiş, cemaatlerin varlığına varlıklarını feda etmiş saplantının doruğuna çıkmış yığınlar ile cemaat içine sızmış farklı düşünce bombardımanıyla dünyası allak bullak olmuş, bireysel özelliklerini yeni fark etmiş insanlar türer. Bu iki durumdan birincisi kendi ininde kendi imhasını imzalamış kalabalıklardır. İkincisi ise, gelecek konusunda yeni oluşumlara ve bireysel özgürlüklere dönüşecek bir akımın başlangıcını oluşturacaklarından, çatışmanın olumlu fonksiyonlarında yer alırlar.
Lider eksenli kalabalıklar da cemaatlerden pek farklı değildir. Bireylerin bireyselleşmesine müsaade etmeyecek kadar haşin duvarlarla eleştiri kapılarını kapayan, bir liderin etrafında kümelenmiş kitleler de kendilerini bir saplantının içinde görmeleri gerekir. Hocalarının, üstatlarının ağababalarının, reislerinin, şeyhlerinin, patronlarının parti başkanlarının vs.bevlini şifa niyetiyle içmeye alışmış toplumların, Allah’ın şafi isminden yararlanarak şifa bulmaları imkânsızdır. Allah’u Teâlâ’nın”Ben kulumu Hür yarattım” buyruğuna aykırı yaşayan bu yığınların saplantıdan kurtulduklarını söyleyebilir miyiz?
Saplantı, yeraltı dehlizlerinde gözleri kapalı sesime gel dercesine yaşayan zavallıların hayatla kör ebe oynamalarıdır… Ne körü körüne bir lidere bağlılık, ne de sorgusuz sualsiz bir cemaat içinde varlığını kanıtlamaya çalışmak, bizim hayat anlayışımızla uyuşur… Biz özgür birey, örgütlü toplumdan yanayız.”Allah ve Resulü’nün yolundan ayrılır ve sizi kendi isteklerim doğrultusunda yönetmeye kalkarsam bana ne yaparsınız diyen Hz Ömer’e, vatandaş, Hz Ebu Zer, Ey Ömer Vallah-i seni şu
kılıcımla düzeltirim”der. Evet, dostlarım! Bize Ömer gibi lider, Ebu Zer gibi, özgür vatandaş lazım… Biz böyle bir yaşamı ortaya koyarsak sanırım tüm katmanlarıyla üzerimize çöreklenen saplantı ağları param parça olacaktır.
“Tağuta kulluk etmekten kaçınıp Allah’a yönelen kullar, sözü dinleyip onun en güzeline uyarlar, işte onları müjdele…”(Zumer:17-18) Bu ayetlere kulak verip gerekeni yapmayanlar ancak birbirini kazıklarlar…
“De ki: “Sizin için görevlendirilen ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”
Suçlular Rablerinin huzurunda boyunlarını büküp, “Rabbimiz! (Gerçeği) gördük ve işittik. Artık şimdi bizi (dünyaya) döndür ki, Salih amel işleyelim. Biz artık kesin olarak inanmaktayız” dedikleri vakit, (onları) bir görsen!
Eğer dileseydik herkese hidayetini verirdik. Fakat benim, “Andolsun, cehennemi hem cinlerden hem de insanlardan dolduracağım” sözüm gerçekleşecektir.
(Onlara şöyle denilecek:) “O halde bu gününüze kavuşmayı unutmanıza karşılık azabı tadın. Biz de sizi unuttuk. Yapmakta olduklarınıza karşılık ebedi azabı tadın.”
Bizim ayetlerimize ancak, kendilerine bu ayetlerle öğüt verildiği zaman secdeye kapanan, kibirlenmeksizin Rablerine hamd ederek tespih edenler inanırlar.
Onlar, korkarak ve ümid ederek Rablerine ibadet etmek için yataklarından kalkarlar. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de Allah için harcarlar.
Hiç kimse, yapmakta olduklarına karşılık olarak, onlar için saklanan göz aydınlıklarını bilemez.
Hiç mümin fasık gibi olur mu? Bunlar (elbette) eşit olmazlar.
İman edip salih amel işleyenlere gelince, onlar için, yapmakta olduklarına karşılık bir mükâfat olarak Me’vâ cennetleri vardır.
Fasıklık edenlere gelince, onların barınağı ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde oraya döndürülürler ve onlara, “Yalanlamakta olduğunuz ateş azabını tadın” denir.”Secde:11-20
Şüphesiz Rabbin kıyamet günü, üzerinde ayrılığa düşmekte oldukları şeyler konusunda onlar arasında hüküm verecektir. Secde:25
“Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler.
“Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek” diyorlar.
De ki: “Sizin için belirlenen bir gün vardır ki, ondan ne bir saat geri kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz.”
İnkâr edenler, “Biz bu Kuran’a da ondan önceki kitaplara da asla inanmayız” dediler. Zalimler Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman hallerini bir görsen! Birbirlerine laf çevirip dururlar. Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, “Siz olmasaydınız biz mutlaka iman eden kimseler olurduk” derler.
Büyüklük taslayanlar zayıf ve güçsüz görülenlere, “Size hidayet geldikten sonra, biz mi sizi ondan alıkoyduk? Hayır, suçlu olanlar sizlerdiniz” derler.
Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, “Hayır, bizi hidayetten saptıran gece ve gündüz kurduğunuz tuzaklardır. Çünkü siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na eşler koşmamızı emrediyordunuz” derler. Azabı görünce de içten içe pişmanlık duyarlar. Biz de inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçiririz. Onlar ancak yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir. Sebe:28-33
İşte bugün birbirinize ne fayda ne de zarar verebilirsiniz. Zulmedenlere, “Yalanlamakta olduğunuz cehennem azabını tadın” deriz. Sebe:42
De ki: “Sizden herhangi bir ücret istemişsem o sizin olsun. Benim ücretim ancak Allah’a aittir. O her şeye hakkıyla şahittir.”Sebe:47
De ki: “Şüphesiz Rabbim gerçeği ortaya koyar. O gaybleri hakkıyla bilendir.”Sebe:48 De ki: “Hak geldi. Artık batıl yeni bir şey ortaya çıkaramaz, eskiyi de geri getiremez.”Sebe:49
Selam ve Dua ile
Bahadır Hataylı
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.
Popüler Yayınlar
-
Yaldızlı Sözlerin Arkasındaki Çürüme Tarihin en trajik ironilerinden biri, çöküşe en yakın toplumların en çok “yücelik ”ten bahsetmesidir....
-
Platon, asırlar öncesinden bir uyarı bırakmıştı insanlığa: “Demokrasi, ancak erdemli ve eğitimli bir halkın omuzlarında yükselebilir; aksi t...
-
“İnsanların ruhunu öldürüyorlar anne… İşte asıl cinayet bu.” — Maksim Gorki, Ana (1906) Ruhun ölümü, bir toplumun çöküşünün sessiz hab...
-
İçinde bulunduğumuz çağ, pek çok unvanla anıldı: teknoloji çağı, bilgi çağı, hız çağı… Ama eğer hakikatin kalemiyle yazılacak olursa, bu ça...
-
EK-5 Kararı: Hukuk ile Diplomasi Arasında EK-5 Listesi: Resmî Karar, Diplomatik Zamanlama ve Türkiye’nin Stratejik İkilemi ABD'den çok ...
-
İnsanlığın Sessiz Dengesine Dair İnsan… Kâinatın en gizemli aynası. Görünürde bir bedenden ibaret gibi dursa da derinlerde bir deniz taşır...
-
Bir İnsanlık EMAR’ı Üzerine Derin Bir Okuma İnsan, anlamın kıyısında doğar ama çoğu kez anlamın merkezine hiç ulaşamaz. Çünkü doğmakla yaş...
-
Merhum Ahmet Kaya, bir şarkısında “ Ne kadar kötü kokarsa o kadar iyi ” diyordu. Ne kadar manidar bir cümle… Bugün ülke olarak geldiğimiz ...
-
Suriye iç savaşı, yalnızca bölgesel güç dengelerini değiştiren bir çatışma olmakla kalmamış, aynı zamanda insanlık tarihine kara bir leke ...
-
İnsanlık, varlık sahnesine çıktığı andan itibaren hem kendini hem de kendini aşan bir kudreti anlamlandırma çabasıyla yüzleşmiştir. Bu çaba,...
Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK
Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.
Senin rabbin sana senden yakın.....
omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.
Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."
kelebek gibi hafif olun dünyada
Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla
çöllerden geçerek varılır havuzun başına!