Bu Blogda Ara

4 Temmuz 2014 Cuma

FOŞFİŞER NEDİR? (EL CEVAP, HİNDİSTANDA YETİŞEN NABATI MÜİMMEDİR!)


Cumhurbaşkanlığına giden yol nereden geçiyor…(!)
17 Aralık öncesi başlayan bir operasyonun, zirvedeyken durması kendisi açısından belki umut bahşedebilirdi. Ancak zirvede durmayı becermek öyle kolay olmuyor, hele ki bunun adı sulandırılmış operasyon olduğu zaman her yerden kaçaklar ortaya çıkıyor… İşte bu günlerde Sayın Başbakanla ilgili CHP’nin yeni oyunlarında Başbakanın ethik olarak aday olduktan sonra Başbakanlığı bırakması gerekirmiş oyunuyla sahnede yerini almış olması geliyor…
Toplumu yeniden dizayn etmek isteyenlerdeki, bu başbakan fobisini anlayan var mı? Ben bayağı bir kitap karıştırıyorum, tüm rüya tabirleri eksik ya da doğru olmayan tabirler yapıyor, bunun sebebini anlayayım diyorum o zaman da hiçbir kitabın kapağı açılmıyor… Bu kitapları bir yana bırakarak kendi beynimle bunları anlamak ve anladıklarımı da siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum.
Uzak Doğu operasyonuna çıkmış olan ABD, Orta doğudaki denklemi doğru kuramadığından, yaptığı bu yanlışı yeniden telafi etmek için elindeki tüm kozları kullanma derdinde. Bu kozları teker teker oynarken yerli işbirlikçilerin elleriyle, ülkeye ve halka mal olmuş bir Lideri yok sayarak mühendisliğe giriştiği için tüm bombaların elinde patladığını bir gün göreceğini, şimdiden söylüyorum.
RTE, bu toprakların öz fidanı, ancak başka tarlalarda göverebilir olması, onun başka topraklara ve ortama uygun bir fidan olduğu anlamına gelmesin. Kendi özüne ait olan topraklara kavuşuncaya kadar ayakta kalması gerekir, bunun yolu da nemi ve toprağı bulduğunuzda kendi doğanıza zarar vermemek kaydıyla ondan faydalanmaktır. İşte, RTE fidanı böyle varlığını koruyarak bu günlere geldi. Tüm kasırgalara dayanan ve sıcakları bir dakika bir dakika diyerek nefes almakta zorlansa da geçmekte beis görmeyen günleri geride bırakarak geldi… Peki, bu fidanı hormonlayarak, her ortama uyum sağlayan bir çimene dönüştürmeyi düşünenler, RTE fidanının özüne uygun bu tavrından nem kaptılar. Onun tohumunda ve genetik dokusunda bir değişiklik yapması için merhametli mi, merhametli(!) sürekli ağlayarak; bitki, börtü ve böceklere yaklaşan ve onları sümüklerini akıtarak beslemeye çalışan bir bahçıvana teslim etmeyi denediler… Bu bahçıvan o kadar ağladı ki, bu fidanın genetiğini değiştirmek için… RTE fidanı, yapraklarında sümüğün değmediği yer kalmayacağını anlayınca, bahçıvanı gölgesinden kovdu, tüm yapraklarını döktü ve kendi göbeğini kendisi kesmeye karar verdi, uçan serçelerle birlikte sümüklü dallarını kesti ve budanan fidana döndü… Bu fidanın bir daha gövermeyeceğini düşünen ABD, RTE bitkisinin görüntüsünü veren ancak aynı genetiğe sahip olup olmadığı bilinmeyen başka bitki ile RTE fidanını unutturmayı denedi ve operasyon başladı…
Bu ağaç budama operasyonuna biz yabancı değiliz, ancak neden hep aynı yöntemler uygulanıyor, oysa modern çağda yaşıyoruz, yeni yol ve yöntemler olması gerekmez mi, biraz orası kafamızı karıştırmıyor değil. Kafamızı karıştırmayan bir şey kalmadı aslında, neden mi, söyleyeyim: K.K denen birisi çıkıyor, CB, olacak fidanı tanımlıyor, her ülkede yetişecek, herkes onu bilecek, yalan söylemeyecek, meyveleri hep tatlı olacak, niçin İsrail’e ihraç edeceğiz de ondan… Dahası var, tarafsız olacak, yani Günebakan gibi tarafsızlık şartmış, sürekli dönecek… Yolsuzluk yapmamış olacak, yani kurumayla yüz yüze kalsa da toprağın derinliklerindeki sulardan, patronun haberi olmadan istifade etmeyecek, çünkü yeni ekilecek fidanlara yol açar ve yolsuzluğa neden olur, bunlara dikkat edecek, ölecekse de adam gibi dizlerini kırarak, BM’in önünde ağlayarak can verecek… Bu özelliklerin hangisi var bu RTE fidanında ondan işte, istemiyorsak elbet bir sebebi var…(!) Tüm özellikleri ile tamamlanmış olan ve her ortamda rahatlıkla iklim değişikliklerine uyacak bir bitki bulduk, Allah onu size İhsan etti, âmâ siz hala bu kendi kendini budayan bitkinin gölgesine sığınıyorsunuz, sığının bakalım ben de elimden geleni ardıma koyarsam namerdim işte, KK, manifestosunu göreceksiniz.
Bana verilen tüm görevleri layıkı ile yapmazsam halim perişan olur, ondan bu çırpınmalarım… Siz bana bakmayın ben ne kadar da bundan aday olmaz dersem diyeyim, siz bildiğinizi okuyacaksınız, hiç olmazsa ben de görevimi yapmış olmanın rehavetiyle yaşamak istiyorum, yanlış mı ama… Bir bitki getirdim, her yönüyle mükemmel, eski bahçıvan bunu, bulana kadar ne sümük enerjisi harcamış bir bilseniz, en azından sizler de ağlayarak en az o kadar enerji harcarsınız. Her yönüyle bu topraklara uygun, tamamlanmış, genetiği bizim araziye uygun mükemmel bir bitki, üstelik Allah o kadar çok ihsan ediyor ki sormayın, bir kusuru var sadece Afrika ve Hindistan dolaylarında bulunan bir bitki olduğundan biraz ismini hatırlamakta zorlanıyoruz ama alışacağız… Sahiden neydi adı DB’li FUŞ… şer mi, evet evet, tam devlet bitkisi... Evet, KK, Yurttaşlarımız bizim yabancı olduğumuzu sanmasınlar, biz zaten halkımızla barışarak bu bitkileri çoğaltmayı düşünüyoruz, adını bir de ben söyleyeyim,”FOşFİŞER”bu isim size yabancıymış gibi gelebilir,oysa Coğrafyacılarımız da taktir ederler ki,bu bitki,”Hindistan’da yetişen bir nebati müimmedir…”İşte bu kadar kıymeti Hasılası olan bir bitkiyi size getirdik sizler de, bizim bu dönüşüm projesindeki hamaratlığımızı inşallah pas geçmesiniz değil mi sevgili yurttaşlarım…Hayır ne münasebet,bizler o kadar çok acı çektik ki,cahiliğimiz üstümüzde işte,o acıları hatırlarsak çok kötü, o zaman hepimiz cehaletimizin faturasını bize ödetmeyecek Fidan hangisi ise onu yetiştiririz…Biz eskiden çok cahildik bunları anlamazdık, kimin elinde şapka görsek elimizi bağlar sıraya geçerdik, âmâ şimdi o kadar çok cahilleştik ki, karşımızda sıraya geçmeyeni ezip geçmeye yemin ettik…Kusura bakmayın biz anlamak nebatı müimmeden,bağrımıza saplansa da dikeni,biz biliriz yüreğimizi okşayan gülü nereye dikeceğimizi…
BAHADIR HATAYLI
03.07.2014/İST




3 Temmuz 2014 Perşembe

KAYNAŞMAK VARKEN BU KAYNAMA NİYE!!

“…Sarhoşken namaza yaklaşmayın…”Allah’u Teâlâ, ne durumda olduğunuzu bilmeyecek durumdayken huzuruna varmanızı istemiyor; çünkü insanların böyle durumlarda ne yapacağı belli olmaz. Yüce yaratıcı kendisiyle hasbihal edilecek zamanların en ayık zamanlar olmasını isterken, bizlerde verdiği mesajı anlamayacak kadar odun kafalı isek, onun huzuruna her vardığımız da sarhoş olduğumuzu unutmayalım…
Son iki gündür toplum olarak cinnet geçiriyoruz, savaş baltalarını çıkardık, neredeyse ebem bana kör dedi, gelene geçene vur dedi dercesine yollarda yürümeye başladık. Bu yürüyüş, sarhoş olan, ne söylediğinin ve ne yaptığının farkında olmayan bir zavallıya karşı, sarhoş naraları atmaktan farksız olduğunu belirtmeliyim. Sarhoşların karşılıklı muhabbetinin nasıl biteceğini benim anlatmama gerek yok sanırım, yani akıl devre dışı kalırsa, sıralı ssssler devreye girer… Bu s’lerin son durağı hangi istasyon diye sorarsanız, onu da söyleyeyim; savaş!
Toplumsal değerlere bağlılık birlik ve beraberliğin belirleyici unsuru olduğunu herkes bilir sanıyorum. Ancak bazı şahıslar vardır ki, bunlar toplumsal değerlerin önemini ve kıymetini anlayamamış olabilirler. Bu şahısların değer atmosferini toplumla birlikte solumuyor olması, onun şahsında toplumsal dokuyu oluşturan topluluklardan, bir kanadın tamamıyla sorumlu algılanmasına neden olmaması gerekir. Bu yanlış ve tutarsız algı patolojisi, toplumsal cinneti yaşamanın eşiğine getirdi bizleri… Bu cinnet hastalığına neden olanlar da, topluma düzen vermeye çalışan ancak kendi hayatlarına bir düzen vermekten aciz, siyasi parti yöneticilerinin olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. KKTC’de yaşanan geçmişteki bir olayı örnek göstererek, halkın hassas ve duygusal reflekslerinden çıkar devşirme derdinde olanlar, şunu bilmeliler ki, bu hassas noktalardan elde edilecek malzemeler, hiçbir akıl ocağının tutuşmasına neden olamayacaktır… Bu toplumun akıl terazisi, toplumu yönetmeye talip olan siyasal parti yöneticilerinin akıl terazisinden daha ağır sıkletleri çekebilecek durumdadır…
Toplumsal beraberlik ve toplumsal gelecek projeleri üretenler ve bunu gerçekleştirmek için enerjilerinin büyük bir bölümünü bu yolda harcayanlar, bu olaylardan çıkar devşirmek isteyen sarhoş beyinlerin toplumsal gerçekliğe yaklaşma tarzlarını asla dikkate almamaları gerekir… Ancak son iki gündür verilen demeçlere baktığımda tüm siyasilerin aynı tepkiyi verdiğini görüyorum, oysa olayları daha soğukkanlı karşılayarak bunun bir kıvılcım olduğunu anlamalarını ve yatıştırıcı tutumlar gerçekleştirmelerini beklerdim…
Psikolojide bir kural vardır, bir uyarıcı birçok farklı tepkilere neden olabileceği gibi, aynı davranışın da bir den fazla uyarıcıdan kaynaklanması mümkündür. Ancak bizim toplum o kadar benzeşti ki, neredeyse farklılıkları projektörle arayacak duruma geleceğiz diye korkuyorum. Toplumsal giyim kuşamın, yaşam alanlarının farklı olması, beyinlerin çok farklı olduğu anlamına gelmiyor. Beyinleri aynı sınırlarla çevrili olan kalabalıklar, çok farklı yaşam atmosferleri oluşturabiliyorlar, ancak hepsinin ortak noktası ipek böceği gibi aynı sınırlar içine hapis olmalarıdır. Bu örneği, yaşadığımız son iki gün, çok net ortaya koydu. Yeryüzünde Allah’ın ahkâmının tartışıldığı bir ortamda, sizin toplumsal kıymetiniz ve ortak değeriniz bayrağın, bir zavallı tarafından(kendini unutmuş olan bu adam, değeri nasıl bilebilir ki)direkten indirilmesi neredeyse o bölge de yaşayan kardeşlerimizi top yekûn düşman ilan etme durumuna getirecekti. Bu şekilde oluşturulmak istenen algının sorumlusunu hep dışarıda arayacağımıza, biraz davranışlarımızın uzantısının ve ani reflekslerimizin nelere sebep olacağını sorgulasak ve kendimize gelsek sanırım daha tutarlı işler yapmış oluruz…
Hiçbir toplumsal yaşam, yönetime talip olan siyasi temsilcilerin toplumsal yapıyı germesiyle yıkılmamıştır. Toplumsal yaşamlar, ancak kendi iç dinamikleri çürüdüğü zaman ortadan kalkar. Naçizane biz de toplumsal yaşamın devamını sağlamak amacıyla siyasal yönetime talip olanlara, daha tutarlı ve geniş yürekli insanlar olmalarını öneriyoruz… Toplumun duygusal reflekslerinin üzerinden çıkar devşirmek için, savaş sloganları atanların gazına gelmemeleri gerektiğini düşünüyoruz. Toplumun duygusal refleksleri, hiçbir savaşı kazandırmamıştır. Tarih, duygusal reflekslerden yola çıkan ve ne idüğü belirsiz karanlıklara küfreden toplumlarla dolu…
Ben şahsen, pavlovun davranışçı kuramındaki,”u-o-t”,uyarıcı-organizma-tepki sürecine göre oluşan davranışların insan için yersiz ve tutarsız olduğunu hep savunmuşumdur. Ancak, son iki günde yaşadığımız hadiseler ve tepkiler, maalesef sanki Pavlovu haklı çıkaracak gibi geliyor. İşte asıl meselenin özüne geldiğimizde konunun başındaki ayeti kerime daha net anlamını ortaya çıkarıyor…Yani pavlovun davranışçı yaklaşımına göre hareket edenlerin hepsi sarhoşken olayları değerlendiriyorlar. Sarhoşken değerlendirilecek olayların hiçbir önemi ve değeri olmayacaktır. Oysa bu süreç çok önemli bir süreç olduğu için, herkesi uyanık ve sarhoşluktan kurtularak aklı seli ve soğukkanlılıkla bu olayları gündem yapmalarını istiyorum…

4 Mayıs 2014 Pazar

ŞERRİN KAYNAĞINDA KALEMŞORLAR VAR!


Eskiden,yani Osmanlı toplumunda kalemi amacına uygun şekilde kullananlara kalemdar denirdi.Oysa günümüzde kalemdarlar yok oldu,etraf kalemşorlarla doldu.Kalemdar,kalemin yeri demektir."Kaleme ve yazdıklarına and olsun ki,"ayetinde vurgulanan anlamı taşımaktadır kalemdar.Çünkü kalemi yerinde kullanmaktır.Oysa günümüzde bu anlam tamamıyla rotasından çıkarıldı ve kalemşor olarak ifade edilmeye başlandı.Kalemşor ise,şerden gelir,yani karıştırmaktan,ortalığı daima karartan bir anlam ortaya çıktı...
Kalemşorların ortalığı doldurduğu bir dönemde, bu insanların hakikati kavramakta ve anlamakta zorlandığını anlatmaya gerek yok sanırım...Ülke gündemini işgal eden ve insanlarımızın beynini karıştırmakta olağanüstü maharetler sergileyen bu kalemşorlar,her harflerinde şer saçmaktadırlar...
Her düşüncenin şorü olduğunu görmekteyiz.Yani kendi düşüncesini anlatan kalemşorlar,hiçbir zaman hakikati anlatmayı ve ortaya anlaşılır ve benimsenir bir anlayışı koymak için yazmazlar.Onların tüm yazımları,savundukları anlayışları kayıtsız şartsız dayatarak,beyinleri işgal etmektir.Kalemşorlar, değişimin bir ayağını oluştururlar.Firavunların etrafında daima kalemşorlar zihinleri karartmak ve seçim yapabilecek imkanları ortadan kaldırmak için,tüm insanlığa şer tohumlarını saçarlar ve sonrasında da,umut ettikleri ürünleri beklemeye koyulurlar...
Kalemşorların hepsinin en belirgin ve ortak yanları,inanmadıkları da olsa onların mutlak savunucusuymuş gibi davranarak,ortalığı karartmak ve bilinçleri sömürmektir.Bu sömürü salyangozları gittikleri her ortama salyalarını akıtarak,necis yaymakla,ortalığı kaygan ve kaypak zemine bırakırlar.Bu kaygan zeminlerde kişiliksiz, sıradan,önlerine konulan her samanı sorgulamadan tüketen bir yığın sürüler doldurur...Bu sürülerin sürü olarak yaşamasını önlemek için kalemşorların dağıttıkları ve akıttıkları şer soslarını yok etmek gerekir.Bu şer borularının başına oturarak daima şer pompalayan bu kalemşorların varlığını yeniden tanımlamadığımız zaman,asla zihinlerin seçim yapacağı ve muhakemede bulunacağı yeni dimağları yaratamayız...
Bu söylemlerin haklı olduğunu en güzel kanıtlayan dönem,16 Kasım 2013'le başlayıp,halen devam eden sürece baktığımızda bu kalemşorların ortalığa ne kadar şer yaydığını rahatlıkla gördüğünüz dönemdir.Bu dönemde,kalemdarlara hasret kaldık,kalemşorlara kulaklarımızı tıkamak zorunda kaldık.Bu şer odaklarına kulaklarını tıkamayan insanlarımız,şimdi doğru ile yanlışı ayırt edecek melekelerini kaybetmiş durumda,içmeden sarhoş sokaklarda dolaşarak,her sesten ürküp kaçan bir yaban güvercinine dönmüş durumdadır."Kaleme ve yazdıklarına yemin olsun ki,"bize doğruyu anlatacak ve sorumluluk duyarak, yalandan kaçınan içi kan ağlayan kalemdarlara hasret kaldık.
Allah'ım hakikati aramayan ve hakikatle savaşmaktan zevk alan çöplüklerinin kokusu burnumuzu ve genzimi dağlamaya başladı.Hakikati arayan ve o uğurda gönlün derinliklerinden beri yanarak tutuşan,gönül  erleri kalemdarlara hasret kaldık...Bu hasretimizi dindirecek,şer kalıntısı olan bu kalemşorların etkisini bizden uzak eyle,yüreklerimizi kalemdarların yazdığı ve mısralarıyla suladığı,ahenkli ve yürekten gelen aklı selimin kitabının sayfalarına bırak...Belki o zaman üzerine yemin edilen Kalemle yazılanlar yüreğimize işler...
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!