Bu Blogda Ara

20 Mayıs 2013 Pazartesi

İFTARDA KOLBASTI!





 Güneşi kovalıyorum, ancak o beni kovalıyor gibi geliyor bana, ben hangi tarafa yönelsem benden önce bakıyor yüzüme, o halde bu işte bir yanlışlık olmalı, ben değil de o beni kovaladığı kesin… Nasıl da bir konuşma bu diyenleriniz çıkacak biliyorum, ancak şuna inanın ki, ben de Temel gibi, birini sevdiğim de ya da sevmediğim de onun suretini karşıma alır ya onunla konuşurum ya da ona küfrederim, yoksa kimse yokken konuşuyor bu diyerek bana deli diyebilirler. Neyse yine sizler nasıl bilmek istiyorsanız öyle bilin ama ben bildiğimi okumaya devam edeceğim…

     Bilirsiniz, ”Bir ülkede cisimlerin gölgeleri boylarından uzun ise, orada Güneşin batışı yakın demektir.” İşte ben Güneşin bu topraklarda yavaş yavaş batmaya doğru, yol aldığını sizlere söyleyerek, sizleri bir anda periktirmek istemediğim için, ben mi Güneşi kovalıyorum yoksa o beni takip ediyor diye başladım ki, biraz rahat olasınız diye. Çünkü birileri kalktı elinizdeki imkânları doğru kullanın, yakında çok kötü günlerle karşılaşırız diyerek insanları nefes alamaz bir duruma getirdi. Bende bu tecrübelerden yola çıkarak fazla nefes darlığına yol açmamak için, yumuşata yumuşata söyleyeceğim o zamana kadar alışmış olursunuz, neye alışmadık ki, onlara da alışacağız zaten.

           Çok afaki konuştuğumu düşünenler çıkabilir tabi ki, afaki konuşacağım, afakta Var olanları herkes görmeye ve söylemeye cesaret edemez onun için söyleyeceklerim, hep afaktan çaldıklarımdır, haberiniz olsun, sakın kâhin olduğumu ya da gaybı bildiğimi sanmayın, sadece pozitif dünyada görünüp te bazılarının görmek istemediklerini anlatıyorum yeter ya ne söyleyeceksen söyle de, fazla uzatma kısa kes aydın havası olsun diyeceğinizi tahmin edebiliyorum, Vallahi biz ne zeybekler, ne aydın havaları oynadık ama kimsecikler bizim ne oynadığımızı düşünmedi ve bizden yana bakma gereği bile duymadı, çünkü onların çok işleri vardı hep meşguldüler, bizde şimdi horon tepmeye başladık, korkarım yakında toplum olarak kolbastı oynamaya başlayacağız.

           O zaman ne Giresun ne Trabzon ne Ordu ne de Rize bu oyun bize ait biz onun patentini alacağız diye düşünmesin, çünkü patenti tüm ülkeye ait olacak rahat olun… Bir bayram öncesi insanlar çocuklarına ne alabileceklerinin ya da bir bayramı güler yüzle geçirebilir miyiz diye düşünürken birileri, fazlalıklarından Mısır piramitleri gibi kuleler yapmaya çalıştığı ve sokaklarda iftar adı altında insanlara şirin görünmek için masaları caddelere pazarlara sokaklara dizdirip yahu senin sokaktakiler mi kalabalıktı yoksa benim caddedekiler mi diye s…d…k yarışına girdikleri ve bunun adını da insanları kaynaştırma çalışmaları olarak birilerinin cebine cukkayı aktardıkları bir ortamda Güniz rekorlar kitabına girebilirsiniz, ancak şunu unutmayın ki, insanların kalbine giremezsiniz o zaman da ne olur bilir misiniz, kolbastı oynamak bu toplumun geleneksel oyunu olur. O zaman hangi mahallede oynayanları durdurabilirsiniz ki, ben Güneş batmaya yakın batı da sallanmaya başlamadan uyarayım belki birileri, binanın içinde Güneşin aşağılara doğru sallandığının farkında değildir, olur ki, bir faydası olur umuduyla, aydın havasından ziyade değişik oyunları tercih ederek ayak seslerim biraz fazla duyulsun istedim.

      Ya aslında bu satırlarda dolaşmak hakikaten beni de sıkıyor ama ne yapalım, bazen mecburiyetten insan pasta bile yiyebiliyor işte mazur görün(!)son günlerde ortalıkta dolaşan fısfısı gazetelerinden tutun küresel medyaya kadar herkes bizim ne kahramanlıklar yaptığımızı tarih boyunca hep savaşlarda galip geldiğimizi NATO’nun en güçlü ordusuna sahip olduğumuzu anlatıp durmakta. Bizler de bu kadar övmeler karşısında şimdi bir iki marifetimizi göstermesek olur mu, elbette maharetlerimizi sergileyeceğiz, nerede olmalı bu diye merak etmeyin, İspanya arenalarında hep matadorlarla boğalar marifetlerini gösterecek değil ya, bazen bizim gibi kahraman boğalarda, Libya’nın kızgın çöllerinde, Suriye’nin Gulam tepelerinde bir iki marifetimizi göstermek zorundayız boğalardan korkacak halimiz yoktur, menajerimiz ABD hep arkadan bizi desteklemekte, hiç kazanamayacağımız güreşlere bizi sürer mi, hem kendisi de bahis oynadı o kadar para koydu bir koyacak yüz alacak, yani bire yüz bu kazançlı oyunda bizden daha iyi matadoru kim bulabilir, iki şişirmeyle kendimizi jet hızıyla Libya’ya para taşıyan konuma sokar, hatta Kaddafi’nin kafasını getirecek matadora milyon dolarları ikramiye olarak verebiliriz, ancak dikkat etmediğimiz bir gerçek var boğanın boynuzu matadoru çenesinin altından takıp bir anda havada salladığında, Bizim menajer hemen yan çiziP ben paraları boğaya yatırmıştım derse şaşmayın…

         Yukarıda ayrıntılara dalmadan kısaca anlattığım oyunda boğamayız, matador mu, yoksa boğa bakıcısı mı bunu anlamakta biraz zorlanıyorum, her ne kadar afakta olanları iyi görsem de bazen oluyor işte, gözlerim iyi seçemiyor. Şu doktorlar yok mu onlar da çok fazla bir şey yapamıyorlar, aslında bunun sorumlusu ne benim ne de matadorlarımız, tüm suçlu doktorlarımız benim iyi görmemi sağlayacak düzeyde tecrübe sahibi olsalardı, işlerini iyi yapsalardı, ben de sizlere her şeyi anlatırdım. Yani ben masumum bunu bilin(!)Ben masum olduğum içindir ki, işini iyi yapmayan hastalıkların hangi virüslerden kaynaklandığını bilmeyen, ameliyathanede operasyon yaparken elektrikleri söndüren Şar telleri indiren tüm doktorların işine son verdim, neredeyse ben doktorluk yapacağım, yeni cerrahlarımız yetişene kadar, zaten gittiğim her yerde neredeyse ülke de tek cerrah ben varmışım gibi davranılıyorum… E öyle olmasa herhalde insanların öyle davranacak halleri yok ya…

     Ya nereye gidecektik hangi yola saptık, hakikaten sapmak çok kötü bir şey, Allah kimsenin basiretini bağlayarak saptırmasın. Matador, boğa, NATO derken şimdi bir de yolumuz İran’a doğru giderse şaşmayalım, çünkü ışık doğudan gelirmiş, bizde bir bakalım güneş yeni mi doğuyor yoksa batmak üzere mi, onu anlamak için yoldan çıktık bir anda kendimizi İran’ın kebir çöllerinde bulduk ve de, ramazanın son günleri bayağı yorulmuşuz açlıktan ölmek üzereyken bir yerde mola verdik iftar saatini beklemeye koyulduk… Bekliyoruz da çölde ne s,u ne yiyecek olmadan nasıl iftar edeceğiz ki, birden kendimize geldik ve tekrar yola devem ettik, tam istediğimiz bir iftarlık, menajerimiz karşımız da bana gel bana gel bak sizler için ne kadar güze iftar sorası hazırladım, sizi o kadar çok seviyorum ki, sizin peşinizi hiç bırakmadım nereye gittiyseniz arkanızdaydım deyince biz kendimizden geçtik vay be biz de yalnız sanmıştık kendimizi diye hayıflandık, dakikalar yavaş yavaş iftara bizi taşırken sofra kuruldu, siz çok yorgunsunuz önce iftarınızı açın bizim inancımız her ne kadar sizinle aynı olmasa da size hizmet etmek bize şereftir diyerek bizi sofraya oturtup, sizin için bir çay demleyelim birazdan biz de geliriz diyerek menajerimiz yanımızdan ayrıldı. Biz de açlığın ve susuzluğun verdiği hararetle birden saldırdık, sofranın ortasında çok güzel görünen tandır kebabına elimizi uzattığımız anda içinden bir bomba patlayıverdi, hepimiz param parça bir oyana bir bu yana savrulduk, gülerek menajerimiz yanımıza geldi, ne oldu ya kesinlikle bunu bu çölün ortasına koyan Farslılardır. Onların size ne kadar düşman olduğunu biliyorsunuz diyerek bizim dost sandığımız menajerimiz yaralı bizi, farsların kucağına attı, ikimizi birden güzelce azgın boğanın karşısında ayakta duramayan yaralı matadorlar olarak bir boynuzunu bize diğerini farslara takarak kaldırdı siz kendinizi ne sanıyorsunuz, işte iftar böyle açılır öyle değil diye bize bir zokayı daha yedirmiş oldu. Tilkinin oyunlarını oynayan menajerimizin aldatmalarına takılırsak gölgelerimizle boyumuzu birbirine karıştırırız dikkatli olalım. Tilkiden bir kurnazlıkla aydın havası yapalım keselim, kolbastı oynayacak mecalimiz kalmadı.
      
         Tilki bir gün bir ağacın altında ağzını bıçak açmayacak şekilde oturur vaziyette yatarmış, ancak karşındaki ağaçta asılı duran bir geyik budu vardır. Tilki çok aç olmasına rağmen ona hiç dokunmaz, orada bir tuzak olduğunu düşünür, birazdan açlıktan kıvranan bir kurt gelir tilkinin yanında durur. Tilkiye bu ne der, her halde bir buttur peki görmedin mi, gördüm, o zaman neden yemiyorsun, ben bu gün oruçluyum der… Buna tam kanaat getiren kurt buda yaklaşır, dişleriyle parçalamak isterken içinden bir bomba patlar ve kurt yara bere içinde on beş yirmi metre savrulur yerinden kalkacak hali kalmaz. Biraz önce yerinden kalkmayan tilki yavaş yavaş kalkar ve budu yemeye başlar, bunu gören kurt dayanamaz sorar, sen oruçlu değil miydin, evet oruçluydum, ancak biraz önce patlama oldu top atıldı ya işte iftarımı açıyorum der ve kurnazlığını bir daha kanıtlamış olur. Evet, dostlar biz kurt gibi yara bere içinde can çekişirken, bize menajerlik yapanların, Ortadoğu ve kuzey Afrika da iftar açacakları günler geliyor diye endişe ediyorum, inşallah bizim matadorlar, bu boğa güreşinde ya da iftar açmak için topu patlatan kurt pozisyonuna düşmezler, ancak afakta bunları görüyorum ve biraz olsun afakı okuyalım merak edenleriniz olmuştur dedim…
EROL KEKEÇ-26.08.2011(16.35-17.20)
ÇENGELKÖY/İST
 NOT:ORTADOĞU VE KUZEY AFRİKA'DA TÜRKİYE GEMİSİNDE BİR YOLCULUK....

18 Mayıs 2013 Cumartesi

EY İNSAN BU DÜNYA YALAN DOLAN!



Ey insan !Neden ağlarsın niçin moralin bozuk,yakışmaz senin gibi birine böyle durgunluk.Geçmişine bir bak ileriye adımlar at,bu günü anlayarak yaşa.yoksa boğar seni bu dünyada oluk oluk akan kan…
Ey insan! Sağam kafanla düşün,yürek terazinle tart,vicdanın çırpınışlarını dinle,çık yüksekçe bir yere alemi seeyreyle.Bak o zaman göreceksin yeryüzünde cirit atan şeytanlar,hangi mazlumun kanını akıtmak için yeni tuzaklar peşinde…
Ey insan!Bak bu günler çok karanlık,kaostan çıkar mı insanlık,halin perişan duyarsız kalmak değil sana yakışan,şeytanla sakın olmasın muhabbetin,yoksa çeklerin hepsini peşin olarak sen ödersin…
Ey insan!varlığın ince bir kıl ipliğine bağlı,bu gün dargınlık bize muhabbet sana,eleştirmek bize bağışlamak sana yakışır.Güçlünün haklı olduğu bir çağda,mazlumların vücudundan çıkan kan,Fıratı taşırır buna inan.Fıratın coşkulu sularına nice türküler yakıldı,Fırat kudurmadan bizi önüne katmadan,yamyamlar tepemizde konaklamadan,baykuşlar gündüzleri ötmeye başlamadan,bir mesajım var sana,Allah için buna inan…
Ey insan! Yaralı bir aslanım ben,aslana gem vurulmadığına bütün kainat şahittir buna bir inansan.Oysa çakallar korkunun hayvanlarıdır,kaybedeceklerini hesaba katarak,koro halinde ulumadan,neden yaralı olduğumu bir sorsan,inanıyorum ki,bir an evvel kurtulacaksın çakalların koro halinde nağmeli ulumalarından…
Ey insan! Bu dünya yalan dolan, bak çirkef akıyor her yanından, bu çirkeflikler şirret akıtıyor üstümüzden başımızdan. Sen insansın buna inanıyorum ben canı gönülden. Çakalların ve sansarların tanımı bellidir lügatinde insanın. O lügati bir gün olsun unutmadın sen, buna rağmen bu lügatin dışında neden yeni anlamlar ararsın…
Ey insan! İnsanlık terminolojisinde, epistemik ve determinist bağlantılar kurduğum zaman, sizin yaptığınız tanımları ben bulamadım buna inan…
Ey insan! Düne ait söylenenlerin hepsini mezara gömerek, yola çıktım ben. Kimseyi incitmek değil benim amacım, kimsenin bahçesindeki ağaçların kırık dallarında konaklamam, gönüllerin has bahçesinde uzanırım ben. Biliyorum ki, gönüllerde yankılanır feryadı, yaralı aslanın…
Ey insan! Sendeki has gönülde konaklamak için kaleme dokundum, birden alıp getirdi beni kimseye adres sormadan. Sen her şeyin farkındasın, için kan ağlıyor senin, alnına baktığımda korkusuzca okuyorum ben bunları alnından… Ama inanamıyorum olanlara, bendimi çiğneyerek çıkıyorum ortaya. O zaman da acılar tıkanıyor boğazıma. Yutkuna yutkuna ne hale geldim bir baksana halime. Meşe ağacı gibi çattılar, etrafımı sıvadılar çamurlarla, sonra bir ateş koydular yüreğimin tam ortasına, kapadılar hava alacak tüm açıkları, içimde yandım infilak ederek, bunu söylemediler sana. Tütsüler kararttı her yanımı, sonrada satmak için pazara çıkardılar, yanmadan kendini imha eden yüreğimi… Sakın siz almayın bunu, yoksa yüreğimin kokusu siner yiyeceğiniz kebaba. O zaman sizde de başlar mide bulantısı ve kusmalar…
Ey insan! Bu mesaj yaralı aslandan etrafına tünemiş tüm çakallara armağan! Bunları mutlaka sen hesaba katıyorsundur da, bazen gaflet bizi oyalıyor ya, işte o güne denk gelebilir endişesiyle, bir dostun dosta hatırlatmasıdır, bunları istersen sen hiç unutma!
Ey insan! Senin ruhunda ruhunda çok değerli hazinelerin olduğunu biliyorum ben, ancak hırsızların tümü hazır kıta bekliyor onları çalmak için. Onları çaldıklarında içindeki hazinsini kaybetmiş, biri olarak çalınan hazinelerimi tekrar ele geçirebilir miyim acaba diye, meşguliyetlerle dolu bir seni, sana armağan etmek için, herkes ulumalarla kapanmış gönül kapına… Hani sen demiştin ya,”Bu baş ancak Allah’ın önünde secdede eğilir” diye. İşte bunu kavradıklarından sana her yer senin için secde yeridir diyerek aldatmacalarla geliyorlar karşına…
Ey has gönül bahçesi! Senin o gönlüne seslenmek için, hiç el değmemiş gül tomurcuklarını aldım yanıma, bir bakar mısın; Yezidin, kafasını uçurduğu, Peygamberimizin sevgili torunu Hüseynin kanının karıştığı kumlara. Bu gül tomurcuklarını birlikte ekelim ki, Hüseynin kokusu gelsin burnumuza, belki şahlanarak kalkarız ayağa, o zaman destanlar yazarız Asya’nın her yanına…
Ey insan! Hüseyin seni bekliyor, Kerbelanın kızgın kumlarında,gel bir damla su taşıyalım korkusuzca ona;yoksa hasret kalırız tomurcuk güllerin kokusuna!...
17.05.2013(15.10-16.16)
ESENEVLER-ÜMR/İST
EROL KEKEÇ



16 Mayıs 2013 Perşembe

EĞİLMEDEN BEŞ BEŞ DİYE BAĞIRACAKSIN!




Bu iktidar bu topluma beş numara büyük geliyormuş, peki adama sormazlar mı, be hey adam beş numara büyük olan mallarını neden bu pazarda satışa sundun, senin bu pazarda müşterin yok ki diye? Beş numara büyük gelen bu halk, bu iktidarı 11 yıldır iktidara getiriyor, yalaka lügatinden seçtiğim sözcüklere baktığımda tüm kelimelerin anlamı aynı tanımı veriyor. Beş numara büyük, bende o zaman soruyorum yahu arkadaşlar ayağınıza beş numara büyük olan bir ayakkabı ile lapur lupur gezmekten zevk mi alıyorsunuz ve yahutta bedenine giydiğin bu elbise sana çok bol geliyor, kemerinde yok neyle tutturacaksın, birisinin üzerine tam cuk diye oturmuş, bir sorun ona o da bu toplumda olmasına rağmen beş numara büyük olan o iktidarı nasıl cuk diye oturtabildi.
Herkesin harcı değil onu becerebilmek, bööööööyük adam olacaksın, sonra TVlerde yaptığın açıklamalar gündem oluşturacak, o zaman görürsün, tam beş numaranın içine girersin. Kimseyi de hakkında konuşturmazsın, yine beceremediniz şu bedeninizi nasıl kullanacağınızı, sizin için özel eğiticiler mi tutalım ellerinde flamalı bayraklı olan…(!)
Reyhanlı’dan başladı maraton, bakalım nerede sonlandırılır, kimse bilmiyor, kaç metrelik bir maratonda koştuğumuzu, ancak herkes kendince bir şeyler yazıp çiziyor benim gibi. Bir kaç gündür bir bilge ne hikmetse, öyle laflar ediyor ki, sanki koşuyu tertipleme kurulunda kendisi varmış gibi, maratonda bulunanların koşmalarından memnun değil gibi görünüyor ve tüm koşucuları suçlayarak bir yerlere varmaya çalışıyor… Bu bilge öyle laflar ediyor ki, bizim koşucuların, Nazi koşucularından daha beceriksiz olduklarını, oysa onların tecrübelerinden yararlanarak kendilerine yeninaziciler ismini vermelerine rağmen bu işi o kadarda ustaca yapmadıklarını söylüyordu. Maraton dışında koşmalarına rağmen koşuyu maratonda tamamladıklarını iddia ediyordu. Ben de açtım kulaklarımı bu bilge her zaman ele geçmez iyi kulak verelim diye, kulaklarımı dört açtım dinlemek için…
Ama ne yazık ki, bu bilge ayaklarınızdaki bu beş numara büyük ayakkabı ile maratonu tamamlamanızın mümkün olmadığını size anlatmasına rağmen dinlemek istemediniz. Yine beni zor durumda bıraktınız o bilgenin sözlerini yorumlamak ve size anlatmak yine bana kaldı. Yoruldum artık size tercüme yapmaktan, bunun karşılığı olarak bana kimse bööööyük mütercim falan da demiyor, bir yerlerden cülus bahşişleri de gelmiyor, ama o bilgeye bööööööööyük gazeteci diyorlar, bahşişi kimden ne kadar alıyor ya da almıyor mu bilmiyorum, valla bilmediğim bir konuda konuşmakta ayıp olur. Ama benden daha rahat bir yaşam sürdüğü kesin, neden çünkü adam bilge, üstelik çok bööööyük gazeteci neredeyse birlerini geçecek böyüklükte.
Bilge Reyhanlıda bayağı ciddi araştırmalarda bulunmuş ve gözlemleri o kadar önemli ki, o yük benim sırtıma ağır geldi taşıyamaz hale geldiğim için konuşmaya başladım, yoksa ne yapayım; bilgeleri ben severim, ancak eğilip yerden mıknatısla bulgu toplayanlardan hiç hoşlanmam. Ancak son dönemin bilgelerinin ellerindeki mıknatıslar o kadar kuvvetli ki, Aristo dönemindeki kök hücrelerini bile çekmeye başladı. Toplumların genetik dokusu hakkında bile bilgi sahibi olabiliyorsunuz. İşte bu bilge o kadar çok bulgu ele geçirmiş ki, bizim genetik dokumuzla Alman Nazileri arasında çok benzerlik olduğunu, hatta onları bile geçtiğimizi iddia ediyor, yani aşılama yöntemiyle kök hücreleri başka bir yapıya naklettiğinizde daha kuvvetli etkiye sahip olduğunu söyledi. Nasıl mı, elde ettiği doneler tamamıyla bu yöndeymiş, yakında bilgeliği bırakıp canlıların tasnifini yapan ikinci muallim olmaya karar vermiş. Ey halkım kendinizle övünmeyin laboratuar ortamlarını bile işgal ettiniz yazıklar olsun size…(!)
Yaşınız ermez benim söylediklerimi anlamaya(!) beş numara büyürseniz o zaman daha iyi anlarsınız, bu beş numaranın ehemmiyetini. Beş numara küçük olduğunuzdan %68 leri gözünüzü kırpmadan harcadınız. Bu harcamalar sizi harcadı mı harcamadı mı bilmem ama kesin suçlu olduğunuzda şüphe yoktur.(!)Hani siz söylerdiniz ben çocukluğum da çok duymuştum sizden, yoksa o deyiminizi de mi başkalarına çaldırdınız? “Adama bak ya hem vuruyor ham de bağırıyor” derdiniz. İşte bu gün sizin yerinize size yumruğu çakanların bağırma günü, bunu anladığımız da beş numara büyük gelen ayakkabı ayağınızda bazı yaralar açtığınızı göreceksiniz ama artık o yaraları iyileştirecek dermatologlar olmayacağı için, kendi acılarınıza yanarken hayatınızın mersiyesini de kendiniz söyleyeceksiniz… Ben de bayağı mersiye söyleyenleri gördüğümden artık etkilenmiyorum, çünkü Karadeniz havasını çok seviyorum, bir kolbastı çıkmış ki, sormayın gitsin, her yerde onu oynuyorum. Hem rahatlıyorum, hem de tekmelemek istediklerime vuruyormuş gibi yeri tekmelediğimden içimdeki Neonazi duyguları böyle atıyorum, siz de isterseniz biraz benim gibi yapın da şu bilgelere fazla sermaye vermeyin…
Beş numara büyümek istiyorsanız dediklerime dikkat edin ama sakın ola ki, yerden bir şeyler alayım derken eğilip de omurganızı zedelemeyin. Omurgasız kalırsanız yerde sürünmeye mahkum olusunuz o zaman da adınız çıkar omurgasıza, böyle bir isimle anılmaktansa, hiç yaşamamış olup gitmeyi tercih etmenizi isterim. Benim memleketimin insanın bu onura sahip olduğuna inanıyorum. Siz Amik ovasının toprağı kadar merhametlisiniz, tüm dünyaya yetecek yiyecekleri yetiştiren bir kudretle Müşerrefleşmişsiniz, bu şerefinizi korumayı bilirsiniz, mazlum ve mahrumları bağrınıza basmak sizin şiarınızdır, ancak şunu çok iyi bilirim siz ne zalimlik yaparsınız ne de azlime arka çıkarsınız… Bunu anlamayanlar sizi beş numara küçültse de siz kafanıza takmayınız. Biz,”bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçe yaşamasını biliriz bu sevda bizim…”
16.05.2013(08.20-09.45)
Çengelköy/İST
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!