Bu Blogda Ara

12 Mayıs 2013 Pazar

YA EBA ZER-2


                                     2
          Bu yüzdendir ki, Ebuzer de ferdi, maddi yaşamı bırakır ve ekonomik eşitliği sağlamak ve halkın yaşamı için ‘İslam zühdü’ ve ‘Ali’nin zühdü’ –İsa’nın ve Buda’nın sufice zühdü değil- olan ‘Devrimci zühdü’ seçer. Gerçi diğerlerinin açlığıyla savaşanın kendi açlığını göze alması ve toplumu özgürleştirebilecek kişinin kendi özgürlüğünden vazgeçmesi gerekir. Bu yüzdendir ki, bu devrimci din ‘Hem Tanrı hem ekmek’ diniydi. Din ‘zayıflık, ruhbanlık, mahrumiyet, çaresizlik ve insanın tabiattaki ahiretzedeliği değil’, ‘İnsanın tabiatta ilahileştirilmesidir’. ‘İnsanın maddi dünyada Allah’ın halifesi olması!’, önderleri, hepsinin başında Peygamber’i, hepsi mescitte –Allah’ın/halkın evi- yaşıyorlardı! Muhammed, Ali ve Ashab-ı Suffa. Selmanlar ve Ebuzerler!...

    Ve Ebuzer kendini mescidin bir köşesindeki sedirde buluyordu. Peygamber’in en samimi dostlarından biri olmuştu. ‘Ne zaman bir toplulukta görünmese onu soruyordu, orada olduğunda yüzünü ona çevirip konuşuyordu’. Zorluk ordusunun peygamberin komutasında kuzeyin yakıcı çölünü geçip Roma sınırına ulaşması gereken Tebük savaşında Ebuzer arkada kaldı. Zayıf devesi yürüyemiyordu. Deveyi ateş yağmuru altında bıraktı ve tek başına yola düştü! Bir köşede su buldu. Suyu ‘Kendisi de şüphesiz çölün sıcağında susuzluktan zorlanan dostuna’ ulaştırmak için aldı. Peygamber ve mücahitler yakıcı çölün derinliklerinden belirsiz bir noktanın yaklaştığını gördüler. Yavaş yavaş bir insan olduğunu anladılar. Kim olabilir? Böyle çölde tek başına? Peygamber arzu dolu şevkle haykırdı: ‘Keşke Ebuzer olsa!’ Bir müddet geçti, Ebuzer’di. Mücahitlere yetişince susuzluk ve yorgunluktan düşüverdi:

        - ‘Ebuzer, yanında suyun var; ama sen susuzsun, öyle mi?’

       - Düşündüm ki, böyle bir çölde ve böyle bir güneşte siz...

        - ‘Allah Ebuzer’i bağışlasın, yalnız yol alır, yalnız ölür ve yalnız haşrolunur!’

       Bu günler geçti ve Peygamber göçtü! Ansızın ‘Set çekilmiş rüzgarlar her yerden aştılar’ ve bu devrimin cisimleşmişi Ali, adaletin dinden yine ayrılacağının ve halkın sahneden çekilmesinin, dinin yine havas, ruhaniyet, seçkinler ve hakimlerin tekeline girdiğinin nişanesi olarak evine çekildi. Bu yüzdendir ki, Ali ve takipçileri; çölden bir adam olan Ebuzer, işsiz, kimsesiz, Habeşli bir köle olan Bilal, Acemli hür olmuş eski bir köle Selman, Yunanistan’dan gelmiş bir gariban Suheyb, siyah bir köle olan bir anne ve yoksul hurma satıcısı güneyli Arap bir babadan olan Ammar... Ki İslam devriminin önderinin aciz yakınlarıydılar, sahneden çekildiler ve ‘Büyük sahabeler’, Abdurrahman b. Avf, Sad b. Ebi Vakkas, Halid b. Velid, Talha, Zübeyr, Ebubekir, Ömer ve Osman ki hepsi cahiliye döneminde de eşraftandılar, hareketin önderliğini ele geçirdiler, topluma hükmetmeye başladılar ve siyasi bir grup oluşturdular.


      İslam’ın bu apansız ve şiddetli ‘sağa’ kayması –ki Sakife’de darbe benzeri seçimle başladı- Ebubekir zamanında sadece siyasi yöne sahipti. Ömer zamanında ekonomik yönünü sınıfçılıkla birlikte Müslümanlara devlet hukuku olarak gösterdi. Hatta Peygamber’in hanımları bile ikiye ayrıldı: Hür ve cariye! Ki Peyamber’in hür hanımları itiraz etti ve ayrıcalık kabul etmediler. Osman döneminde bu kayma zirveye ulaştı. Toplumda sınıflar oluştu ve seçkinler mutlak hakimler oldular. Ekonomik kaynaklar, savaş ganimetleri ve İran Maveraünnehrinden Afrika’nın kuzeyine kadar sayısız siyasi ve idari tebaayı Medine rejiminin emrine veren İslam’ın Doğu’da ve Batı’daki fetihleri Peygamber’in ashabı, mücahitler, muhacirler ve Ensar’ı inanan devrimci partizanlardan siyasetçi, güç ve servet adamlarına çevirdi. Ve genel olarak yoksul zahit ve mücahit olanlardan bir ‘hakim tabaka’ oluşturdu. Milyonlarca Müslüman ve kafirden fakir Medine’ye akan savaş ganimeti, zekat ve cizye şeklinde fakir para seli yeni bir ‘burjuvazi tabakası’ meydana getirdi. Sadece İslami Medine, Müslüman ümmet ve Uhud ve Bedir savaşları mücahitlerini değil, İslam’ın muhtevasını, sosyal boyutunu ve nihayet dini görüşü değiştirdi. İslam’ı devrimci ‘ideoloji’den devlet dinine çevirdi. Sakife’de başlayan bu sağa kayma, çeyrek asırdan kısa bir sürede öyle bir noktaya vardı ki, İslam’ın fikri ve siyasi temsilcileri şunlardı: Muaviye, Peygamber’in sürgün ettiği Mervan bin Hakem ve Kab’ul Ahbar ki yeni Müslüman olmuş yahudi din adamıydı ve şimdi Müslüman din adamı olmuştu. Peygamber’in halifesi –Osman- Kur’an’ın tefsirini ondan soruyor, Ali ve Ebuzer’in tefsirini doğru kabul etmiyordu!

     Osman, İran Hüsrevi ve Roma Kayserinin yönetim sistemlerini örnek aldığı yeni siyasi ve ekonomik sistemini hoş göstermek için riyakârane davranışlar da sergilemiyordu. Belki bunun nedeni böyle bir davranışın o günlerde etkisinin olmayacağıdır. Çünkü hem halk, İslam rejiminin nasıl olduğunu gözleriyle görmüştü, hem de Osman’ın sarayı İslami bir süs verilemeyecek kadar yüzsüzdü.

        Osman, İslam’da ‘ilk kez’ ortaya çıkan bidatlerin eksik fihristidir. İlk kez lider unvanıyla sarayda oturuyor, ilk kez resmi muhafız alayı oluşturuyor, ilk kez özel meclis oluşturuyor, ilk kez kapıcı kullanıyor, ilk kez sıradan halk yığınlarıyla halife ilişkilerinde aracı kullanılıyor, ilk kez Beytül Mal halifenin emrine veriliyor, Beytül Mal’ın bekçisi mescide gidip Beytül Mal’ın sahibi olan halka, halife karıştığı için kilidi size verip istifa ediyorum, istediğinizi yapın diyor, ilk kez siyasi tutuklu ortaya çıkıyor, ilk kez bir Müslüman halifenin yöntem ve davranışlarına karşı çıktığı için takibata uğruyor, ilk kez siyasi sürgün yaşanıyor, ilk kez bir kişi devlet tarafından işkence görüyor , ilk kez Kur’an siyasi demagoji aracı oluyor, ilk kez hükümdar halkın kaderini ele alıyor, yasal ve İslami sorumluluktan muaf tutuluyor, ilk kez ırk ve akrabalık bağı siyasal ve toplumsal ilerleme aracı oluyor, ilk kez tekelcilik siyasi arenada halifeye bağlanıyor, bir makama gelmek için gereken takva ve İslam yerini yakınlık ve siyasete bırakıyor, ilk kez sınıf sömürüsü, ayrımcılık sermayecilik [hazine], seçkinlik, cahili değerler, kabileci ruh, yaş, servet, ırk, şahsiyetperestlik ve kabilecilik; İslami kardeşlik, manevi değerler ve toplumsal eşitliğin önüne geçiyor, ekonomik ayrıcalık; takva, cihad geçmişi, Peygamber’e yakınlık, Kur’an’a vukufiyet ve kişisel liyakatten önemli oluyor, ‘Hükümet’ ruhu ‘İmamet’ [Önderlik] ruhuna tercih ediliyor, ‘Muhafazakâr sistem’, ‘Devrimci harekete’, ‘Dini, insani ve ekonomik tekelcilik’, ‘Halkçılık, eşitlik ve İslami özgürlüğe’ –ki İslam’da sıradan bir insan bile toplumun siyasi kaderinde aynı ölçüde sorumluluk sahibiydi-, halifenin şahsı ve aynı ölçüde büyük ashap ve tam anlamıyla maslahatçılık, hakikatperestliğe, siyaset mücadeleye, İslami slogan İslami hakikate, büyük ashap mü’minlere, sınıf ümmete, dar’ul hilafe mescide, kabileci eşrafiyet insani şerafete, eski cahiliye yeni devrime, bidat sünnete ve hülasa Ebu Süfyan’ın ehli beyti Muhammed’in ehli beytine galebe çaldı ve neticede Ali silahsızlandırıldı! Ve Ebuzer! Ali’nin, Ebubekir’in seçiminde ve Ömer’in tayininde yenilmesine üzüntüyle tahammül etti. Şimdi her şey bambaşka bir mecraya kaymıştır. Zorbalık, altın ve hile Peygamber’in hilafeti kılıfında ve tevhidin güzelliğinin arkasına sığınarak halkın –ki daima bu uğursuz teslisin kurbanı olagelmişlerdir- karşısına dikilmişti. Ebuzer artık sessiz kalamazdı.

          Ebuzer’in gerçekleştirdiği şeyin değeri sadece batıla karşı hakkı, küfre karşı dini, gaspçıya karşı hakkı ve hak sahibini ve nihayet bozulmaya karşı doğruluğu savunmasında değildir. Onun çehresini tüm devrimci ve mücahit çehreler arasında özel bir yere getiren şey, kesin teşhisi ve mücadeleyi doğru alanda yapmasıdır. Ebuzer doğru değerlendirmeyle tüm bozulmaların ana kaynağını buldu ve şunu gösterdi: Bu küfür, hak ve bozulma nedir? Neden kaynaklanmaktadır? Mücadelesinde külli yöntem, müphem terimler, ayrıntılar, zihni konular, hayalci, idealist, filozofâne, âlimâne, zihni entellektüelist, duygusal hüküm, arif ve mütekellimce yöntemlere –ki sonraları İslam toplumundaki çaba ve mücadeleler bu alana çekildi ve böylece iki temel şiar ‘imamet’ ve ‘adalet’ düşüncelerden uzaklaştı- dayanmadı. Malulu, illet yerine koymadı. ‘Nereden başlanması gerektiğini’ gösterdi, mücadelenin keskin tarafını nereye yöneltmek gerektiğini ortaya koydu ve yanlış çatışmanın, ayrıntıyla ilgilenmenin düşmanla mücadeleyi düşmanın istediği yöne sürükleyeceğini, bu durumda zafer kazanılsa bile hiçbir derde çare olunamayacağını ve düşmanın hiçbir zarar görmeyeceğini öğretti.

      Ebuzer mücadelesinin temel çizgisini sınıfsal ayrıcalığa karşı ve adalet için savaşım olarak belirledi. Bu iki şiar, o kadar geniştir ki, halife de onu ilan edebilir ve hilafetin propaganda araçları vesilesiyle yani minberler, mihraplar ve hakim resmi İslam’ın propagandacıları olan muhaddisler mübelliğler, vaizler, müfessirler, fakihler, hakimler... işine gelecek şekilde tevil edebilirdi. [Nasıl ki Safevi şiasında imamet, adalet, aşura, şehadet, gasp, velayet, va’dedilene iman... böyle oldu ve sadece kalıbı kaldı. İçi boşaltılıp zehir, uyku ve hurafe ilacı dolduruldu]. Bu yüzden Ebuzer –onun gibi çaba sarf edip İslam’ı Ali ve Muhammed’in İslam’ı yapmak için uğraşanlara bir ders de vererek- Kur’an’a döndü ve şiarını Kur’an’dan aldı:

          ‘Altın ve gümüşü toplayıp Allah yolunda harcamayanlar var ya, onlara [sonraki hayat için] çok çetin azabı müjdele: bu [toplanıp saklanan altının, gümüşün] cehennem ateşinde kızdırılıp onların alınlarının, böğürlerinin ve sırtlarının damgalanacağı gün, : ‘işte, kendiniz için topladığınız hazineler!’ denecek, ‘şimdi tadın bakalım, sarılıp sakladığınız hazinelerin tadını! ‘

            Altın ve gümüş sermayeciliği temsil eder. İnfak ‘çukur’ anlamına gelen ‘nefeke’den alınmıştır ki, bâb-ı if’alde ilk anlamının tersi anlamı kazanır. Yani çukurun doldurulması. Açıktır ki, burada kastedilen çukur, toplumda sermayecilik ve ekonomik sömürü sonucunda ortaya çıkmıştır. Buradaki çukur, toplumsal yaşamdaki eşitsizlik ve sınıfçılığın tabii sonucudur. Allah yolundan kasıt İslami terminolojide –Müslümanların terminolojisinde değil- insanların yolundadır. Sosyal konulardan bahseden tüm ayetlerde Allah ve insan sosyal yönden birbirlerinin yerine geçerler. İslam’ın Rabbi kendine ait adak, kurban, koku, tütsü... vs. istemez. Halka ait ve toplum için olan şey, Allah için olur. ‘Entekrezallahu karzen hesena...’ [4] Yani eğer halka güzel borç verirseniz... Allah yolu, Allah’ın malı, Allah’ın evi, Allah’ın hükmü, Allah’ın eli, Allah için, Allah’a doğru... Hepsi toplumda karşılık bulur. Halkın yoludur, halkın malıdır, halkın evidir. ‘Halk için kurulan en önemli ev, tüm halklara bir hidayet kaynağı olan Mekke’deki kutlu evdir.’ [5] Halkın yönetimidir, halkın elidir, halk içindir, halka doğrudur. Çünkü halk Allah’ın ailesidir ve böyle anlamayan, bu şekilde inanmak kendilerine zor gelen kişiler, diğer dinlerin kendi ilahları hakkında gösterdiği ilahi dünya görüşünün etkisindedirler.

         Mücadele başlıyor.

     Ebuzer Peygamber’in samimi ve yakın sahabisi makamındaydı ve Peygamber’in kendisi şu unvanları ona vermişti: ‘Sinesi dolup taşacak kadar ilim öğrenen kişi’. ‘Ne mavi gökyüzü ne de kara toprak Ebuzer’den daha doğru sözlü birini görmemiştir’. ‘Ebuzer’in hayâsı ve zühtü Meryem oğlu İsa gibidir’. ‘Ebuzer gökyüzünde, yeryüzünde olduğundan daha meşhurdur!’

     ‘Ebuzer bu yeryüzünde ve toplumda yalnız yol alır, yalnız ölür ve Kıyamet günü kabirler açılıp içindekiler grup grup haşrolunurken Ebuzer yalnız sahneye çıkar!’

      Mescitte oturuyor, amel edilmesi terk edilmiş ayetleri ve artık değinilmeyen ve değinilmesinde sorun ve sıkıntı olan Kur’an’dan veya Peygamber’in hayatından bazı konuları peş peşe halka açıyordu. Dönemin konusu –Osman zamanında- Kur’an’ın toplanması, tanzimi, hattının tashihi, bir nüsha çıkarılması ve bitmek bilmeyen kıraat, tecvid, noktalama bahisleri, keşmekeşler, tartışmalar, hassasiyetler, muhalefet ve hemfikirlilikler... Ve Ebuzer Kur’an’da ‘sermaye’ konusunu öncelemiş, sürekli sermaye biriktirenler ayetini ve hemen öncesindeki şu ayeti okuyordu:

       ‘Altın ve gümüşü toplayıp Allah yolunda harcamayanlar var ya, onlara [sonraki hayat için] çok çetin azabı müjdele.’

      Bu şekilde cephe almak karışıklığa sebep oluyordu. Halifenin kendisi Kur’an’ı toplayıp derlemeyle meşguldü. Kur’an’a inananlar halifeye müteşekkirdiler ve Kur’an’ın yâd edilmesi, halifenin de hayırla yâd edilmesini gerektiriyordu. Ve Ebuzer’in Kur’an’ı, halifenin eleştirilmesi, ona sinirlenilmesi, saldırılıp kınanması neticesini veriyordu. Öyle ki hilafet sisteminin sesi yükselmişti: Ey Ebuzer! Kur’an’da sadece ‘Din adamlarının halkın malını yemesi’ ve ‘Mal toplayanlar’ ayeti mi var?

    Ebuzer biliyordu ki, her dönemin bir sorunu ve her neslin bir şiarı vardır. Kur’an’ı sadece ‘Mukaddes bir şey’ olarak değil, ‘hidayet nuru’ olarak görenler, ‘Günün ayetleri’ne yaslanmalıdırlar. Ebuzer cevap verdi: Hayret ediyorum! Halife beni Kur’an okumaktan men mi ediyor? Ve günün ayeti olan bu ayetin ardından –ki artık vahiy, itikadi, tevhid, putperestlik, kıyamet, ruhun ebediliği ve Muhammed’in peygamberliğinde bir ‘sorun’ yoktu- Peygamber’in davranış ve sözlerini örnek gösteriyordu.

       ‘Aylar geçiyordu ki, Peygamber’in evinde yemek ateşi yanmıyordu’. ‘Peygamber’in evinde yemek çoğunlukla su ve hurmaydı’. O, kendini açlıkta imtihan ediyordu ve çoğunlukla açlığa dayanmak için karnına taş bağlıyordu. Giyimi, yiyeceği ve evi biz Suffa ehline teselli veriyordu. Yersizdik, çoğu zaman açtık, içimizden bir grup her gece onunla yemek yerdi, ne zaman evinde yemek pişirilse, bizi misafir ederdi. Bu arpa unu ve hurmayla yapılan bir yemekti!

      ‘Hiçbir toplanmış mal yoktur ki, sahibine ateş olarak dönmesin’. Allah Resulü’nün eşleri açlık ve zorluktan inliyorlar ve şikayet ediyorlardı. Peygamber onlara ya dünyayı isteyin, sizi boşayayım ya da beni ve fakirliği teklifini sundu.

     Allah Resulü’nün biricik kızı çok yoruluyor ve açlık çekiyordu. Peygamber en çok sevdiği varlıklar olan Ali ve Fatıma’nın kendilerine bir hizmetçi verme ricalarını kabul etmedi. Fatıma’nın yoksulluğuna ağladı; ama ona bir dinar bile vermedi’.
                                

11 Mayıs 2013 Cumartesi

UYARANI ŞEYTAN ALGISI MÜSLÜMAN


Gücü yetenin gücü yetene saldırdığı bir dünyada, sesiz olmak ya da gücü fazla olanın yanında yer almak, zavallı koyunlara zulmetmektir. Tüm Asya'nın koyun yerine konulduğu ve birileri okyanuslar aşırı gelerek yanı başımızdaki koyunları kesmek istemesine sesiz kalmak ya da biz de burada kesilen koyunların etlerini pazarlayacak ülkeler buluruz şeklinde düşünmek, insan onurunu yaralayan en kötü kirliliklerdendir. Bu durum psikolojik algılardan yön değiştiren bir zalimin, işlediği zulmün gerekçesini oluşturmak için tüm lügatleri karıştırarak meşru gerekçeler oluşturmaya benzer.
Sabah sabah asabi bir şekilde yatağından kalkan evin reisi babanın gömleği ütüsüz diye, kendisi için kahvaltı hazırlayan eşine bir tokat patlatarak kapıyı çarpıp gittikten sonra, mutfakta ağlayan annesini görünce annesinin yanına giden çocuğun anne sana ne oldu diye sorduğunda, annede çocuğa git başımdan it yavrusu diyerek çocuğa bir şamar atmaz mı, çocukta o acı ve gözyaşlarıyla mutfağın kapısında miyavlayan tekire bir tekme atar tekirde çocuğun ayağını cimalar. Bu örnekte kocaman bir dünyanın saklı gerçekliği anlatılmaktadır. Toplumsal algıları köhnememiş varlıklara!
Bu gün, tekmeyi yiyen kedi, çocuk ve zavallı işini zaman zaman aksatsa da kendi görevini yapan kadın suçlu, serseri haydutlaşmış evin reisi kabul edilen Donkişot suçsuz öyle mi? Bütün bir dünyanın adalet anlayışı bu ise alın hepsi sizin olsun istemiyorum, neredeyse çok acıktığımdan bir porsiyonda ben alacaktım, ama almıyorum ve o lokantayı terk ediyorum, taki domuz etine karıştırdığınız soslarla, o domuz etlerini dana etine benzeterek satmaktan vaz geçinceye kadar. Be hey insanlık sana sesleniyorum, İnsan demiyorum görüyor musunuz, insanlığa sesleniyorum, yerin altının üstünden daha kötü olduğunu nereden biliyorsun, böylesi bir dünyanın üstünde yaşamaktansa altında yaşamak daha şereflidir. Allah’ın gücünü hesaba katmayanlar, bir gün o gücün karşısında huzuru divanda durduklarında iğdiş edilmiş bir din anlayışıyla anlatacakları hiçbir gerekçenin kabul edilmediğini gördüklerinde,”keşke toprak olsaydım “demeye fırsatları olmayacaktır.
Büyük Şeytan ABD'nin oyunları ve İsrail Dinozorunun masalları sizi aldatmasın. Bu masalları biz çok okuduk ve dinledik sadece masalların konusu değişmekte, tekerleme bölümleri ve sonuçları hep aynı… Buna rağmen bu kadar masal dinleyen toplumların birer bireyi olarak hala biz yenidünya için gerçeklerden oluşan destanlar yazmayı değil de, bu masalları, beyinleri ipotek edilmiş halklara anlatarak ninnilerle uyutmayı düşünüyorsak tek kelimeyle yazıklar olsun, bu masalların yayılmasına katkıda bulanan, bilerek ya da bilmeyerek hizmet eden tüm zavallılara…
Biz bu masalın neresindeyiz diye düşünenler olabilir, hemen söyleyeyim; biz bu masalın hem yazılmasında, hem okunmasında, hem de masallarla insanların uyutulmasındaki tüm aşamalarda aktif rol aldığımızdan, bizim masalımız yazıyorlar haberiniz olsun… Masalın ilk tekerleme bölümünü de şimdiden hazırlamışlar, Kaf Dağında bir zatı muhterem yaşardı, dünyanın neresinde bir hadise olsa hemen ayağa kalkardı, kılıcını çektiği gibi yer yerinden oynardı, kılıcın bir ucu mısırdan çıkardı, sonrasında cin çarpmış gibi yerinde titrerdi, sıtma olduğunu kabul eder kabuğuna çekilirdi. Yani kısaca düşmana gösterip geri çekerdik, ardından masallarımızı anlatmaya devam ederdik ne günlerdi ya keşke böyle korkusuz muhterem kahramanlara hep sahip olabilseydik, şimdi ne filmler çevirirdik. Bunu anlayıncaya kadar nice ikiz kuleler bombaladık ama nihayet bunu başardık.
Geçenlerde birilerinin boş çerçevesine talip olanların gazete manşetlerinde dolaştığını gördüğümde hakikaten söylemek gerekirse çok da şaşırmamıştım. Çünkü boş çerçevelerle çizilmiş olan hayatların, ne kadar doğru mantıklı ve çelişkisiz bir hayatı ortaya koyacaklarını beklemek o kadar aptallık olurdu. Bunun için burada kimin boş kimin dolu olup olmadığı beni çok da ilgilendirmiyor. Ancak bir değer ve misyon adına bunlar var olduklarını söyledikleri anda, benim kapsam alanıma girdiklerinden beni ilgilendiriyor, o zaman dayanamayıp bir anda bu dünyanın dışında başka bir dünya olsa oraya anında gitmek istiyorum. Bu konuyla bunun ne alakası var demeyin sakın, boş işler ve tutarsız dağarcıklar hep birbirleriyle hısımlar. Toplumsal algıların uyarıcı noktasını oluşturanlar hep bu saydıklarım olduğundan bunları sorgulamadan bir yol alamayacağımızı düşünüyorum. Uyarıcı bir kaynak olmadan duyum gerçekleşmez, duyumun gerçekleşmesi için elinizdeki kaynak böyle saçmalıklardan ve karanlık dehlizlerden yansıyan karmaşık bir ışık kümesinden oluşuyorsa, zaman algılarınız bunların dışında biçimlenmez. İşte ben de bu saçma sapan oluşan algıları sizlere hatırlatarak yaşadığımız dünyadaki bilgilerin ne kadar doğru bilgilerden oluştuğunu anlamanız için sizlere biraz kapı aralamaya çalıştım.
Bu gün dünyanın var olan uyarıcı kaynağı tamamıyla şeytanın fısıltılarından oluşmaktadır. Şeytanın fısıltılarını nasıl algılarsınız bunun şekli nasıl olur, o ayrıntılara girmeyeceğim, onları siz çok iyi bilirsiniz, ben sadece unuttuğunuz bu gerçekliği hatırlatarak, Evin reisi olan uyarıcı kaynak babayı görmeden, duyumunuz kesinlikle gerçekleşmez. O duyumunuz gerçekleşmediği zaman da toplumsal algılarınız tutarlı olmaz. Bu durumda nasıl bir tablo ile karşılaşırsınız, yorumunu onurlu yorumculara bırakıyorum…
Şunu unutmamak gerekir ki, bize düşen görev Necaşi’nin tavrını ortaya koymaktır. Pragmatik menfaatlerden dolayı bir insanlığın kanı üzerinden pazarlıktan kaçınmaktır. Bunu beceremeyenlerin kanının bedelsiz satılacağı günler yakın demektir.
10.04.2013(14.20-15.45)
ESENEVLER-ÜMR/İST
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ

9 Mayıs 2013 Perşembe

EY ALLAH’IN KULLARI! KARDEŞ OLUNUZ



Andolsun, biz onlardan azabı belirli bir süreye kadar geciktirsek, o zaman da mutlaka “Onu ne alıkoyuyor?” derler. İyi bilin ki, azap onlara geleceği gün, kendilerinden bir daha uzaklaştırılmaz ve alay etmekte oldukları şey, kendilerini çepeçevre kuşatmış olur.”Hud suresi:8

Rabbimizin bu ayetine aklıselim ile bir bakarsak, ne gerçeklerle karşılaşacağımızı hep birlikte göreceğiz. Son dönemde ülkenin içinde bulunduğu karanlıkları bir anda aydınlığa çeviren Rabbimize şükrü unuturda gerçekleşmekte olan hadiselerle ilgili alaylı yorumları yapmaya çalışırsak, Allah bizimle nasıl alay eder anlayamayız. Bu durumlarla karşılaşmadan önce bir hatırlatayım da aklıselim olan insanlarımız bu olayların hakikaten ne büyük bir vahamet taşıdığını görsünler istedim.

İçinde bulunduğumuz fırsatları bir nimet olarak değerlendirmezsek, daha sonra ne bu fırsatlarla karşılaşırız ne de şükredecek zamanımız olur. Yıllara dayanan bir karanlık ülkenin her köşesinde, her evin üzerinde bir kâbus gibi onları kuşatmış, evlerden acılı feryatlar yükseliyordu. Allah öyle bir fırsat verdi ki, bu kâbusları hep beraber dağıtalım ve mutlu olarak kalan yaşamımızı devam ettirelim diye. Ancak bu fırsatları gurur ve kibir sorunu haline getiren bazı zavallılar, kibirden oluşturdukları kulelerin sarsıldığı endişesiyle etrafı toz dumana yeniden çevirme derdindeler. Mantıklı ve insan olarak düşünme melekelerini kaybetmemiş her bir fert bu tuzakların tekelinde kendi canına kıymaz. Bölündük parçalandık yok oluyoruz, kim bizi yok edebilir, bunlar kim ya çapulcular çıkmışlar ülkeyi satmaya ve parçalamaya çalışıyorlar diye çırpınanlar, şunu iyice kavrasınlar ki, o parçalanmış beyinlerle bu hakikati anlayamazlar. O zaman bize düşen görev de rabbimize dua etmek olur.”Rabbimiz içimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak eyleme”diye yalvarmalarımızı sürdürmekten geri kalmayız.

Şans diye bir şeye inanmam ancak önümüze çıkan fırsatları değerlendirmemiz gerektiğini düşünürüm. Bu gün o fırsatları değerlendirme günüdür. Birileri avazı çıktığı kadar bağıracak, bu bağırmalar toplumun duygusal ve ajitasyona açık olan yönüne hitap etse de bunu atlatmak zorundayız. Bu gün belli bir zamana kadar, Rabbimiz bu azabı kaldırdıysa, nasıl oldu ya birden bazı şeyler durdu diye, provokasyona açık senaryolar oluşturmaya gerek yoktur. Böyle olması gerekiyordu, Allah da böyle murat etti. Önemli olan bu zaman sürecinde bu tanınan fırsatları olumlu ve verimli bir sürece dönüştürebilmek olmalıdır. Bekleyin de görün, bak neler olacak her şeyiniz elinizden gidecek gibi, sindirilmeden söylenen çakma laflar kimsenin lehine sonuçlanmayacak bunları bilelim. Biz bir aileyiz, bu ailenin fertleri arasında kim yanlış yapacak diye ya da birinin yanlış yapmasını beklemek için pusuda durmak, bu aileye yapılacak en büyük ihanettir. İhanetlerin bedellerini bu topraklarda yaşayan hiçbir ailenin çocuğu ödemek zorunda değildir. Bunu anladığımız gün alaylı ve dalgalı yaşamlardan kurtulup çarşaf gibi masmavi denizlerde kulaç atacağız.

Bu yaşanılan güzellikleri Allah’tan başka kimse alıkoymaya gücü yetiremez. Uyanalım ey dostlar, Allah bize bir fırsat verdi, kendi iç muhasebemizi yapmak ve yıllardır yapılan yanlışların bir daha yapılmaması için, ancak bizler gurur ve kibir abidelerimize zarar verilecek endişesiyle direncimizi devam ettirirsek, şunu bilelim ki, gelecek olan azap aralıksız olacak ve önlenmesi de imkânsız olacaktır. Çepeçevre kuşatılmadan biz yanlışları kuşatalım, hayatlarımızda hakikatin kuşatmasını gerçekleştirelim. Bu kuşatma gerçekleştiği zaman o kaleleri delecek hiçbir, silah bulunmayacaktır. Siz kendi aranızda bir elin parmakları gibi kenetlenirseniz, yoldan çıkmış olanlar ve bu kaleyi delmek isteyenlere Allah asla fırsat vermeyecektir. Önemli olan bizlerin hayatlarındaki ve kafalarındaki, kuşatılmış alanların özgürlüğüne kavuşmasıdır. Bu özgürlük alanlarımızı bizim dışımızda birilerinin at koşturmasına arz edersek, şunu unutmayalım ki, kuşatılmış olan bizleri de Allah’ın azabı bir daha terk etmemek üzere kuşatacaktır.

Bu satırlarda kısaca gizemli bir üslupla anlatmaya çalıştığım konular, toplum olarak hayati bir önem taşıdığı için, kin, nefret, kibir, buğz, ihanet, şövenistlik, kendini bilmezlik, holiganlık vs gibi anti sosyal davranışlardan bir an evvel kurtulmak gerekir. Bunun yolu, İnsanlık okulunda ırksal ve etnik unsurlara bakılmadan herkesin birlikte aynı sınıfta aynı sıralara oturmasından geçer. Bu okul Medine devletinde nasıl kuruldu ise bu gün kurulması daha kolaydır. O gün kabilelere dayanan devletler varken, bu gün farklı ırklara dayanan devletlerin olduğu bir çağda dokusu insaniyet, düşüncesi İslamiyet olan bir beraberliğin adını toplum olarak her ferdin yüreğine yazalım ki, geldiği zaman hiç gitmeyecek olan Allah’ın azabından beri olalım.

Medine ye gelen Allah’ın Resulü, ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz, derken herhangi bir ırk, din, düşünce gözetmeden bu mesajı vermişti. Bu gün uygulanması gereken pratikler bu mesaja uygun oluşturulmalıdır. Bu söylemi anatomisinin eksenine alan her devlet içinde huzur, barış ve kardeşlik dokularını barındırır. Tüm olumsuzluklara rağmen bu omurganın sağlığına kavuşup ayağa kalkması için çırpınan ve cesur adımlar atarken, hakkı ölçü olarak kabul eden “Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan “mücadelesini sürdüren yiğitler şunu bilsin ki, kınayıcıların kınamasından korkmadan yürümek; Allah’ın bir lütfüdür, onu ancak dilediği kullarına verir. Allah her şeyi görür ve bilir. Kim ne için mücadele ediyorsa bir daha düşünsün, kimin hicreti neye ise onu alır. İnşallah bizim bu Hicretimiz, karanlıklardan aydınlığa, şirkten Tevhide, delaletten Hakka, ırkçılıktan insaniyetçiliğe, savaştan barışa, ayrılıktan silme olur, duasıyla herkesi, azabın uğultularının duyulmaya başladığını görmeye ve uyanmaya çağırarak satırlarıma son veriyorum…

Yer içindekileri dışarıya fırlattığı zaman, insan ne oluyor der, oysa bu gün anlattığımızda”senin o anlattıkların ne kadar ne kadar uzak”diyenler, ne oluyor demeden, kalkın hep birlikte bir şeyler yapalım ve Hakkın divanında adam gibi ayakta duralım…
08.05.2013(17.00-18.10)
ESENEVLER-ÜMR/İST
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!