Bu Blogda Ara

6 Mayıs 2012 Pazar

Sokrates ve Bediüzzaman

          Milattan önce 470 yılında dünyaya gelen Sokrates (MÖ: 470-399) heykeltıraş Sophroniskos ve ebe Fenarete’nin oğludur. Yunan antik filozofudur. Yunan Felsefesinin kurucusu olarak bilinir.
Sokrates Yunan gençlerine eğitim veren bir bilge öğretmen ve filozof olarak tanınmıştır. Alçakgönüllü ve bilgiyi seven birisi olup Yunan gençleri üzerinde büyük etkisi olmuştur.
         Sokrates uzun bir süre askerlik yapmış ve çeşitli savaşlara katılmış ve kahramanlığı ile de ün salmıştır. Bir ara mahkemede jüri üyeliği yapmış ve bir müddet de yargıçlık görevini ifa etmiştir. Mahkeme kadısı ve hâkimi olduğu dönemde daima hakkı gözetmiş ve yöneticiler dâhil kanun dışı uygulamalara asla müsaade etmemiş ve haksızlığa asla göz yummamıştır. O daima “En önemli şeyin yaşamak değil, dürüst ve iyi bir hayat yaşamak” olduğunu savunmuştur.
         Plüralist bir inancın ve ahlaksızlığın yaygın olduğu bir dönemde “Tevhit” inancını ve “Ahlak Felsefesini” öne çıkarmıştır. İnanç ve ahlak öğretisi ile öyle büyük bir hayran kitlesi meydana getirir ki talebeleri de onun gibi sade yaşamaya ve çıplak ayakla dolaşmaya başlarlar. Bu sebeple Yunan gençlerini yoldan çıkarmak, inançlarını ve ahlaklarını bozmakla suçlanır.
          Özel hayatı hakkında fazla bilgiye sahip olmadığımız Sokrates yazılı bir eser de bırakmış değildir. Konuşmaları ve düşünceleri daha sonra talebesi olan Platon (Eflatun) tarafından kaleme alınmış, yorumlanmış ve Aristoles tarafından geliştirilmiştir. Bunların içinde en meşhur olanı bir nefis müdafaası olmayan ve platon tarafından kaleme alınan meşhur “Savunması”dır.
Sokrates herhangi bir ekole ve mektebe mensup değildi. O düşüncelerini ve fikirlerini çarşı pazar dolaşarak ve tartışarak yaymış, yanına gelen öğrencilere öğretmiştir. O “doğru olan başlangıç önce gençlerin yetişmesini sağlamaktır” ilkesinden yola çıkmıştır. Öğretisini de “Doğru nedir? Doğru bir yaşayış nasıl olmalıdır?” sorusuna cevap aramak üzerine kurmuştur.
             Sokrates’e göre cehaletten daha büyük bir kötülük yoktur. Dostu Khairephon vasıtası ile bilge adamı olarak kabul ettiği Pythies’e dünyanın en bilge adamını sordurur. Ondan “Sokrates” cevabını alınca kendi hakkında şüpheye düşer. Çünkü kendisinin hiçbir şeyi bilmediğinin farkındadır. Bunun üzerine araştırmaya karar verir. İsimleri bilgeye çıkan politikacılara, ozanlara ve şairlere, sonra sanatkârların yanına gider ve onlara çeşitli sorular sorar. Bu soruların içinde “Sen kimsin? Nereden geliyorsun ve nereye gideceksin? Hayatın anlamı ve mahiyeti nedir? İnsan ve varlık neden vardır? İnsanın görevi nedir?” gibi insan, hayat ve ölüm gibi gerçekler ve bunları insana veren yaratıcının sorgulanması vardır. Bakar ki bilge ve akıllı olarak bilinen bu insanlar aslında koyu bir cehalet içinde yüzmektedirler. Bu konularda bildikleri hiçbir şey yoktur. Bu kişiler hem bir şey bilmemektedirler, hem de bildiklerini iddia etmektedirler. Bundan daha büyük cehalet ve kötülük olamaz. Oysa Sokrat bu kişilerden farklı olarak bilmediğini bilir. En azından bilmediğinin farkındadır. Tam bu noktada o kişilerden daha bilge olmaktadır. Yani Sokrates kendi bilgisizliğinin farkında olan birisi olarak hiç olmazsa bilmediğini bilmekte ve öğrenme merakını kendisinde bulmaktadır. Bu durumda Sokrates kendisini tanımaktadır.
            MÖ 399 yılında Atina’da mahkemeye çıkarılır ve daha sonra talebesi Platon’un kaleme aldığı meşhur “Savunması”nı yapar. Ama mahkemece “Baldıran zehri içerek öldürülmesine” karar verilir.
Sokrates idam talebi ile yargılanırken, fikirlerinden vazgeçmesi halinde affedileceği bildirilmiş, ama o mahkemede de fikirlerini ve inançlarını savunmaya devam etmiştir. Mahkeme uzun tartışmalardan sonra 275’e karşı 281 oy ile “baldıran zehiri içerek” ölümüne karar vermiştir. Bu karardan sonra bir ay kadar infaz gününü bekleyen Sokrates öğretisini yaymaya hapishanede de devam etmiş, kendisini kaçırmak isteyenlere müsaade etmemiş ve “Bu durumda öğretime ve kendime ihanet etmiş olurum” demiştir. İnfaz günü gelince infaz heyetinin huzurunda kimsenin müdahalesine fırsat vermeden büyük bir soğukkanlılıkla “Şimdi benim Allah ile beraber olma ve sadece ona yalvarma zamanımdır. Buradan oraya güzel bir yolculuk olsun” demiş ve kölenin tuttuğu zehiri elinden alarak sonuna kadar içmiştir. Sonra da dostu Kriton’a dürüstlük ve sadakatin en çarpıcı örneği olan şu sözü söylemiştir.
“Asklepios’a bir horoz borçluyuz, parasını ver. Sakın unutma!..”
Akılcı Ahlak Felsefesi ve Diyalektiği:
           Bu araştırmanın sonunda Sokrates bilge olarak kabul ettiği Pythies’in ne demek istediğini anlamıştır. Onun yargısı gerçekten doğru bir yargıdır. Sokrates bundan sonra “Kendini Tanı” ilkesini ortaya koyar. İnsan yaratıcı tarafından mükemmel olarak yaratılmıştır ve her insan yaratılıştan iyidir. Kötülük yaratılıştan gelmez, bilgisizlikten kaynaklanır. İnsanların, eğitimin ve çevrenin cehaleti ve yanlışları mükemmel yaratılışa sahip olan insanı bozmakta ve kabiliyetlerini söndürmekte ve kötülüğe itmektedir. Sokrates bu noktadan yola çıkarak                                     Akılcı Ahlakçılığını” ortaya koyar.
        Sokrates’in “kendini tanıma” ilkesinin gereği olarak insanın kendisine ve başkasına sorular sorarak “sınamadan geçirmesi” ve “akla göre” yanlışları çürüterek doğruyu bulması gerekir. Buna “mantıksal çürütme metodu” denilmiştir. Bunun için Sokrates öncüllerden ve önermelerden yola çıkar. Sonra soru-cevap metodu ile genel yargıları çürüterek sonuca ulaşır.
Sokrates çürütme uygulamasına son derece önem verir ve bunun Felsefe ile aynı şey olduğunu savunur. Bu şekilde sorgulama metodunun amacını da iyiye, güzele, erdeme, fazilete ve doğruya ulaşmak ve gerçeği bulmak şeklinde özetler.
         Sokrates karşılıklı konuşmalar, soru ve cevaplardan yola çıkarak yüzeysel bilginin gerçek bilgi olmadığını ve yanlışlığını ortaya çıkarır. Sorularını bir kavramı tanımlamayı amaçlayarak istenen doğruya yönlendirir. Bu konuşmalarda konuşmacının söylediklerinde bulduğu tutarsızlıkları ve çelişkileri ortaya çıkararak yüzeysel bilginin ve doğru olarak bilinen şeylerin bırakılmasını sağlar. Sonra da doğru olan ve olması gereken şeyleri bir mantık silsilesi içinde ortaya koyar.

           Sokrates’in ölümünden sonra “Sokratik Diyaloglar” edebiyatı ortaya çıkmıştır. Sokrates’in bu metodunu talebesi Platon geliştirerek devam ettirir. Sokrates dengeli ve nefsine hâkim ve sert mizaçlı birisidir. Ancak düşmanları tarafından sözcüklerle oynayan, gençleri yoldan çıkaran ve devleti yıkmaya çalışan ve devletin otoritesini sorgulayan bir sofist olduğu iddia edilerek eleştirilmiştir.
           Daha sonraki filozoflardan Kant Sokrates’i “Aklın ideali” Hegel de “Bir insanlık kahramanı, felsefesini yazmayan ama yaşayan gerçek bir filozof” olarak tanımlamışlardır. Biz Sokrates’i talebesi Platon’un yazılarından ve anlatımlarından tanımaktayız. Sokrates öldürüldüğü zaman Platon otuz bir yaşındaydı. Daha sonra Platon Akademia’yı kurarak eğitime hizmet etmeye devam etmiş, Sokrates’in yolunu takip etmiş ve eserlerini yazmıştır.

          Sokrates’in Öğretisi:
         Sokrates’in öğretisini devam ettirmek amacı ile ölümünden sonra talebeleri tarafından çeşitli okullar kurulmuştur. “Megara Okulu” “Kinik Okulu” “Elis-Eretria Okulu” bunlardan bazılarıdır. Bunlardan en meşhuru Platon’un “Akademi” isimli okuludur. Bu okullar sayesinde insanlar onu anlamaya ve öğretilerini yaymaya devam etmişler ve felsefesinin günümüze kadar gelmesini sağlamıştır.

          Sokrates Yunan Felsefesi’ni o derece etkilemiştir ki Yunan Felsefesi “Sokrat’tan Önce ve Sokrat’tan sonra” biçiminde ikiye ayrılmıştır. Sokrates “Kendini bil / Kendini tanı” (Ganothi Seauton) ilkesinden yola çıkar. Kendini tanımanın varlığı doğru olarak tanıma ve tanımlamayı netice vereceğini savunmuştur. Ona göre varlık insan ile değer kazanır. İnsanın kendisini doğru olarak tanıması varlığı da doğru algılaması için gereklidir.

          Araştırmacıların bulgularına göre Sokrates’in düşüncesinin temelinde kâinatın düzenli bir bütün olduğu ve bir yaratıcı tarafından idare edildiği, bundan dolayı da mükemmel bir düzenin olduğu görüşü yatıyordu. İnsan ise varlığın odak noktasında bulunuyordu. Bu sebeple insanın kendisini tanıması varlığı doğru olarak algılaması ve anlamlandırması için şarttı. Bunu kavramak için de özel bir gayret gerekiyordu. Günlük geçim kaygısı, mal sevdası ve politik kaygılar ve çabalar içinde bulunan insanların bunları düşünmeye zamanı yoktu ve bunun için sorgulama yöntemi ile uyarılmaları gerekiyordu. Sokrates’in yaptığı da bundan başka bir şey değildi.

           Düşüncesini oluşturan temel ilkeleri de okulunun kapısına asmıştı. Orada “Yaratıcı birdir. Başlangıcı yoktur, sonu da olmayacaktır. Her şeyin yaratıcısı O’dur ve hiçbir şeye benzemez” yazıyordu. Bu inanç plüralist bir inanca sahip olan ve pek çok tanrılara inanan Atina halkının tepkisini çekiyor ve gençlerimizi yoldan çıkarıyor, inancımızı bozuyor demelerine sebep olmuştu. Mahkemeye çıkarılmasının temelinde de bu vardı.

            Sokrates 70 yaşının üzerinde birçok taraftar bulmasını kıskanan ve çalışmalarından rahatsız olanlar ve kendi çıkarları doğrultusunda kurdukları düzenin eleştirilmesine katlanmayan elit zümre tarafından Yunan âlihelerini ve tanrılarını inkâr etmek, dine aykırı davranmak, yeni din icat etmek ve gençleri düzene karşı ayaklandırmaya çalışmakla suçlanmıştır.

            Sokrates kendisini anlatırken şöyle der: “Çocukluğumdan beri içimde beni izleyen Allah’ın vermiş olduğu kutsal bir ses vardır. O bana yapacağım şeyi fısıldar ve ne yapmam gerektiğini gösterir. Ama hiçbir zaman beni herhangi bir şeye zorlamaz” demiştir. Bir başka zaman da “Allah bana kendimi ve başkalarını inceleme, tanıma ve bilme konusunda bir görev vermiştir” der. Sokrates buna “bilgiyi arama” görevi de der. Ona göre fazilet demek bilgi demektir.
Sokrates savunmasında da bu konuda şöyle demiştir: “Atinalılar! Sizi sayarım ve severim; Allah’a sizden daha çok baş eğerim. Hayatım ve gücüm var oldukça, bilgiyi, erdemi, hak bildiklerimi uygulamak ve öğretmekten, rastladığım kişileri uyarmaktan vazgeçmeyeceğim. Çünkü bunun Allah’ın emri olduğunu bilirsiniz.”

           Sokrates insanların çok şey bildiklerini sandığını, ama gerçekte pek az bir şey bildiğini onlara sorular sorarak ortaya koymaya çalışmıştır. Kendi bilgisini de “Bir şey biliyorum. O da hiçbir şey bilmediğimdir” sözü ile ortaya koymuştur. Sokrat’a göre “Gerçek bilge, her şeyi bilen Allah’tır.” İçinde duyduğu kendisini gerçeğin bilgisini aramaya yönelten ses de Allah’ın ilhamından başka bir şey değildir. Sokrates’in “Benim Diamon’um” dediği ses bu ilahî ilhamdan başka bir şey değildi. Sokrat tam bir “Muvahhid” olarak Allah’ın birliğine inanıyor ve kendi hayatı ile beraber tüm varlığı ve kâinatı kudreti ile sevk ve idare ettiğine sağlam bir iman şuuru ile inanıyordu.

           Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nurlarda Sokrat:
Bediüzzaman’ın tashihinden geçen Tarihçe-i Hayat’ta Osman Yüksel Serdengeçti’nin Sokrat hakkında şöyle bir ifadesi vardır: “Niçin Sokrat bu kadar büyüktür? Bir fikir uğruna hayatı hakir gördüğü için değil mi? Said Nursi en az bir Sokrat’tır.” (Tarihçe-i hayat, 2006, s.964) Bediüzzaman tashih ettiği bu kitapta bu ifadeye dokunmamıştır.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Allah’a giden yolların nefesler sayısı kadar fazla olduğunu kabul etmekle beraber meslek olarak üç temel mesleğe bağlı olduğunu ifade eder. Bu mesleklerin başında “Din Yolu” gelir ki bu yok “Cadde-i Kübra”dır. Vahiy, akıl ve kalbi birleştiren bu geniş yolda bütün insanlar rahatlıkla ve hiçbir tehlikeye maruz kalmadan gidebilirler.

           İkinci yol “İlim Yoludur.” Bu yolda ise akıl, zekâ ve ilimle gidilebilir. İlimler insanlara “Marifetullah” yolunu açtığı için “Allah’tan gerçek manada âlimler korkarlar.” Bununla beraber ilmi gerçeği bulma vasıtası ve hak ve hakikate hizmet aracı olarak değil de insanın arzularına ve dünya hayatını kazanmaya vasıta yapanlar pek büyük gaflet perdesi altına girdikleri için bu yolda tehlike ihtimali büyüktür. Bu yolda giden ve aklına, zekâsına ilmine güvenenler dinini gösterdiği istikameti korumadıkları zaman bu ilim kendilerini Allah’a yaklaştırmak yerine Allah’tan uzaklaştıran zararlı bir meslek haline getirmiş olurlar. Bunun için peygamberimiz (sav) bizlere “Fayda vermeyen ilimden Allah’a sığınırım” buyurarak faydasız ilim yoktur ama insanı Allah’tan uzaklaştıran her ilim zararlıdır, sizi Allah’tan uzaklaştıran ilimden Allah’a sığının buyurmuşlardır. Bu yol çok uzun olmakla beraber güzelliği ve cazibesi çoktur ve bu yolda gidenlerin çoğu kurtuluşa erer.

            Üçüncü yol ise Felsefe yoludur. Felsefe yolunda akla güvenmek ve akıl ile Allah’a ulaşmak söz konusudur. Bu yol ise Bediüzzaman’ın ifadesi ile “Yer altından tünel kazarak gitmeye benzer.”
Bediüzzaman hazretleri Fatiha’nın tefsirini yaparken Allah’a giden bu üç yolu tahlil eder. Felsefe yolunda çoklarının boğulduğunu ancak yüzde birinin kurtulduğunu ifade eder ve bunların içinden de Eflâtun ve Sokrat’ı örnek gösterir. (Sözler, 2004, s. 1204)

           Bediüzzaman mü’min ve muvahhit olan Sokrat’ı daima hayırla anmış ve onu müdafaa etmiştir. Bir gün İstanbul’da üniversite talebelerinden Muhsin Alev’in Sokrat için “zehir içerek intihar etti” demesi üzerine Üstad: “Nasıl intihar edebilir? İntihar etmedi, mahkûm edildi. İntihar etmek günahtır. İntihar eden büyük katil olur” buyurarak Sokrat’ı müdafaa etmiştir. (Son Şahitler, 1:216)

KAYNAKLAR:
1.Nursi, Bediüzzaman Said, Tarihçe-i Hayat, 2006-İstanbul
2.Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler, 2004-İstanbul
3.Şahiner, Necmettin, Son Şahitler, 1979-İstanbul
4.Risale-i Nurdan Porteler, Ansiklopesi, 2008-İstanbul
5.[Linki sadece üyelerimiz Görebilir. Üye olmak için tıklayınız...]

21 Ekim 2011 Cuma

TÜRKİYE ÜZERİNDEKİ KARA BULUTLARIN NERDEN GELDİĞİNE DAİR!

          Sosyolojik olarak baktığımızda, hiçbir toplumsal oluşumun temelinde tek bir nedenin olmadığını görürsünüz. Biz son dönemde meydana gelen ülkemiz içindeki karmaşalara ve oynanmak istenen oyunlara baktığımızda, tamamıyla böyle değerlendirilmesi ve perde önündeki figüranlarla sonlandırılıp, sorunun tükendiğinin kabullenilmemesini istemekteyiz.
             Ülke içinde meydana gelen bu olayları umarım bir nebzecik duyarlılığa sahip herkes kendince bir yorum yaparak ve bu acıların yaşanmaması için neler yapılmalı noktasında kafa yormaktadır. Ben de bir toplum bilimci olarak, bu olaylara biraz gereğinden fazla kafa yormam gerektiğini düşünmekteyim. Bunun için siyasal ve sosyolojik analizler yaparken ne komplo teorilerini dikkate alarak yorumlar yapmayı düşünüyorum, ne de tepkisel bir sonuca gitme peşindeyim. Bu konuların kıvılcımlanmasında kimlerin ne kadar payı olabilir, bunları yüzdelik dilimi içinde değerlendirdiğimde, yüzdelik payı en az olanın terör örgütü olduğunu, ancak eylemsel boyutta tamamıyla sorunun sorumlusu olduğunu görmekteyim.
      Öncelikle dünyaya bir düzen vermeyi düşünen ve kendisini yeryüzünün ilahı sanan ABD kazmasından başlayalım, bu devlet ve onun üzerine oturduğu yaşam felsefesi tamamıyla opürtinizm ve pragmatizm felsefesidir. Ondan dolayı nerde çıkarı varsa bu kazma kazmasıyla orayı deşmekten zevk alır. Çakaldan dost olmaz bizim müttefikimiz falan olması asla mümkün değildir. Biz Ortadoğu da birlikte hareket edeceğiz teröre karşı aynı dili kullanacağız, BOB projesini birlikte uygulayacağız diyerek bizim elimize bir şeker vererek çocuk gibi bizi avutma derdinde bu baş belası, Onun için yönümüzü duruşumuzu ve rotamızı bir an önce belirlemeli ve ondan gelecek hiçbir istihbarat bilgisine dikkat etmeden tam tersini yaptığımızda bu baş belasından kurtuluruz. Yoksa şunu açık yüreklilikle söylüyorum ki, bu bela bizi hep kemirecek ve bu belanın başımızdan eksik olmaması için bu canavar gerektiğinde bu figüranları sahneye çıkarıp bizi bu şekilde karayazılara boğacak artık uyanma vaktimiz gelmedi mi?
        Bu küstah ABD’nin bizimle dostluğu ve bundan sonra bu bölgede tüm bilgileri ortak paylaşacağız, ben değiliz biz olarak hareket edeceğiz çünkü siz bizim en sadık müttefiklerimizdensiniz diyerek bize anlatmak istediği mesajın arkasında gizlenen gerçek, tilkinin deve ile dostluğundan hiç de farklı değil. Tilki bir gün deveye derki, artık ben değil biz olalım, peki nasıl olacak bu, her şeyimiz ortak olacak senin elde ettiklerin benim, benim kazanımlarımı da birlikte paylaşacağız. Yani bireysel davrandığımızda daha az şey elde ediyoruz ancak ortak hareket ettiğimizde daha fazla yol alırız der. Bu durum devenin hoşuna gider, öyleyse artık biz olalım ve ben olmaktan daha iyi der. Aradan zaman geçer deve bir gün gebe kalır ve yavrular, yavrusu daha küçüktür, ayakları üzerinde zor durmaktadır, o sırada annesi deve de bir yerde otlanmaktadır. Birden tilki gelir ve yavruyu tek görür, hemen saldırır ve onu güzelce bir yer, daha sonra deve yavrusunun yanına geldiğinde yavrusunu bulamaz, ancak tilkinin ağzını burnunu kanlar içinde görünce, ah yavrum vah yavrum diye ağlamaya başlar, bunun üzerine tilki kalkar ve deveye der ki, yavrum değil yavrumuz bundan sonra artık ikimiz biz olduk ya,o ikimizin yavrusu birlikte ağlayalım der…Sevgili dostlarım ne zaman deve olmaktan kurtulacağız ve ABD’nin bu oyunlarını bozacağız.
        Bu son 26 askerimizin ve 5 polisimizin şehit olmasında ABD’nin doğrudan elinin olduğuna inanıyorum. Hiçbir zaman bu kadar cesurca içeriye kadar girip komutanımızı kendi odasında şehit edecek kadar bir eylemi, bu örgütün tek başına gerçekleştireceğine inanmıyorum. İsrailin selameti için, ABD bizi bu şekilde daima kullanmaya devam edecek biz, kendimiz olmayıp ABD ile biz olmaya devam ettiğimiz sürece… Bu şeytanın hayat felsefesi opurtinizm nerde menfaat varsa onu kullanır ve bizimle de asla dost olmaz, çünkü Tarihin yönünü değiştiren bir tarihsel geçmişe ve mana bütünlüğüne sahip halkların başında Türk toplumu gelmekte, ondan dolayı dost yerine koyup kullanma derdinde, uzak olursa başına bela oluruz, ondan dost gibi görünmekte.
         Farkında mıyız bilmiyorum ama Ortadoğu ve Asya ya nasıl yerleştiğine bir baktığımızda hep orada sanal kahramanlar yarattı, belli dönemlerde onları destekledi, daha sonra da bunların terörist olduğunu ya da ülkelerindeki halklara zulmettiğini iddia ederek, kendisinin bu bölgelere gelmesi için gerekçeler oluşturdu. Nihayetinde, Afganistan’a yerleşti, Irak’ı işgal etti, Mısıra geldi, Libya’ya geldi, Suriye ye gelmek üzere, peki ama neden… Suudi Amerika’ya hiç müdahale yok, çünkü onun gayri meşru çocuğu, irsalle aynı kefede onun için hiç duydunuz Suudi ile ilgili bir yenilik… Duyamayacaksınız ve oraya demokrasi gerekmiyor, çünkü zaten ona hizmet ediyor. Sevgili dostlar bazı konuları misallerle anlatmak istiyorum işin arkasındaki hikmeti anlamamız için… ABD hakikaten şeytan, şeytan ise ancak boş vaatlerde bulunur. Adamın biri rüyasında bir gün şeytanı görmüş, şeytan ona demiş ki, şu sürülmüş tarlanın içinde, işte tam şurada bir küp altın var, bunu yarın gelir alırsın demiş… Adam tekrar şeytana dönmüş, her tarafı sürülmüş bir tarlada ben bunu yarın nasıl bulacağım peki demiş, şeytan da ona yol göstermiş, sen şimdi o altın olan yere büyük abdestini yaparsın, sabah geldiğinde o b…k orada duru, onun olduğu yeri kazar altını alır gidersin demiş. Adam şeytanın dediklerini aynen uygulamış, sabah kalktığında bir bakmış ki, yatak, üstü başı pislik içinde, o zaman düşünmüş ulan şeytan yine yaptın şeytanlığını beni b…ka gömdün demiş… Sevgili dostlar bu şeytan bizi affedersiniz, ama bu dediklerime gömmeye çalışıyor, isterseniz rüyamızın kalan kısmını görmeden uyanalım derim.
          İrsal’i korumak için Şeytan yeni tampon bölgeler oluşturma derdinde, Yahudilerin inanışlarında tüm insanlar onlara hizmet için var, Abd de onların hizmetine sunulmuş bir şeytan, peki bu anlayışta olan şeytanlardan nasıl dostluk beklenir ve onlarla nasıl ortak istihbarat anlaşması yapabiliriz, hakikaten ben bunları anlamakta zorlanıyorum. Sevgili dostlar panter ile timsahı iyi düşünün biz bir panteriz, ABD ise bir timsah o bizi kendi arenasına çekmeye çalışıyor, timsah bataklık hayvanı, onunla orada mücadele imkânımız yok, ancak timsahı kendi yaşam alanımız olan karaya çekersek onu biz boğarız, bunları dikkate alarak uluslararası siyasal stratejik planlarımızı belirleyelim. Ne pahasına olursa olsun doğudan ve uzak doğu Asya’dan gelen seslere kulak verelim, Allah Rahmet eylesin çok kıymetli insan Merhum Turgut Özal’ın bir ifadesini bu gün gibi hatırlıyorum, Doğudan yükselen bir ses var, biz buna kulak vermezsek yarın çok geç olur, bu nereden nasıl çıkar bilemem ama yarınlar doğudan gelen bu seslere gebe kalacak, ABD imparatorluğu bu şekilde tek güç olmaktan çıkacak hatta tarihi bir geçmiş olarakta kalabilir dediğini. İşte ben de bu gün tarihe dönerek çok değer verdiğim bazı dostların bu tarihi süreçteki yerlerini iyi belirlemeleri gerektiğini sadece bir uyarı önerisi olarak hatırlatıyorum…
      Fazla uzatmadan birazdan duracağım, bu gün millet olarak yaşadığımız bu acının arkasındaki güçlerin tamamıyla ABD ve İsrail olduğunda sakın ola ki kuşkunuz olmasın, O eylemde, bunların doğrudan fiili destek olduklarına inanıyorum… Bizim, biz olmamızı kesinlikle istemiyorlar, onun için hem katiller hem de başsağlığı mesajı yayınlıyor bu şeytanlar. Bir an önce istihbarat paylaşımını durduralım yoksa daha çok canlarımız gider bizlerinde gözünden yaşlar dinmez bunu böyle bilelim.K.Kerimin bir suresinin adı mutaffifindir.Ben buna ölçüyü tartıyı eksik yapanlar olarak anlatmanın yanında,çifte standart diyorum,vay o çifte standartçıların haline,bu domuzların davranışına bakın anlarsınız ne olduklarını,çok fazla kendinizi zorlamanıza gerek yok..İsrail için her şey serbest ama, İran konusunda oynadıkları oyunlara bakın neler oluyor,o halde uyanalım dostlar….Selam ve saygılarımı iletirim bu zorlu Mücadele Rabbimden bizlere metanet vermesini ve doğru ile yanlışı birbirinden ayıracak furkanı bağışlamasını,rahmetini üzerimize bol bol yağdırmasını temenni eder dualarımızın sizinle olduğunu hatırlatırım…

EROL KEKEÇ
21.10.2011
SAAT.08.50-09.35
ÇENGELKÖY/ist

21 Temmuz 2011 Perşembe

EN ZOR ZAMANDA BİLE KESİNLİKLE ÜMİTSİZLİĞE DÜŞME!!!

“Siz O’na yardım etmezseniz,
Allah O’na yardım etmiştir. Hani
kâfirler ikiden biri olarak O’nu
(Mekke’den) çıkarmışlardı; ikisi
mağarada olduklarında arkadaşına
şöyle diyordu: Hüzne kapılma, elbette
Allah bizimle beraberdir. Böylece Allah
O’na huzur ve güvenlik duygusunu
indirmişti. O’nu sizin görmediğiniz
ordularla desteklemiş, inkâr edenlerin
de kelimesini(inkâr çağrılarını alçaltmıştı)
Oysa Allah’ın kelimesi, yüce olandır.
Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve
hikmet sahibidir.” Tevbe: 40
            Gecenin karanlığında ışıkları olmayan bir aracın yürüme
imkânı nasıl ki yoksa ümidini kaybedenlerinlerinde yürüme imkânı
yoktur. Ümidini yitirenler, ellerindeki ve gönüllerindeki aydınlatıcı
tüm ışıkları söndürmüş olanlardır. Bu insanları çevreleyen tabaka,
tamamıyla korku, endişe ve kaygılardan oluşmaktadır. Bu zarla
çevrelenmiş olanlar, bu zarı delmedikçe hakiki yaşamla kesinlikle
tanışmayacaklardır.” Ümidini kaybedenler ancak kâfirlerdir.”
Müminlerin böyle bir sıkıntısı olmamalıdır. Şayet mümin
olduğumuzu iddia etmemize rağmen etrafımız bu tarz tabakalarla
çevrilmiş ise, orada bir iman sorunu var demektir. Hüzünlenmek ile
ümitsizliği birbirinden ayırmak zorundayız. Müminlerde hüzünlenir
üzülür, hatta İslam tarihinde peygamberimizin, amcası ve hanımı
Hatice’yi kaybettiği yıllar hüzün yılları olarak anılır. Ama kesinlikle
ümitsizlik yılları olarak bilinmez. O halde müminlere düşen görev,
kesinlikle ümitsizliğe kapılmadan sabır ve sebatla yardımı Allah’tan
gözlemektir.
           Dağların zirvesine tırmanıyorsun, ayakların basacak bir çakıl
ya da taş bulamadı; ayaklarınla vura vura bir çukur kazabilir ve merdiven
basamakları gibi ayağını oraya koyup rahatlayabilirsin. Sakın
ha ellerini bırakayım deme, çünkü sen tüm ümidinle bu yola çıktın,
bu yolda yürüyememenin ilk koşulu ümitleri kaybetmektir. Bu
durumda olan biri nasıl ki, yolun aşındırılmasının direnmek ve
sabretmek olduğunu bilmesi gerekiyorsa, hayat yolunda ilerlemenin
ve hız kesmeden yol almanın koşulu ümidi kaybetmemektir. Ümitlerimizi
kaybettiğimiz zaman altından kalkamayacağımız bir ağırlık
omuzlarımızdan aşağıya baskı yapar bizlerde onun ağırlığı altında
inim inim inleriz. Bu inilti ve horlamalar hayatın son basamaklarıdır
ruhsal açıdan. Ruhsal güveni kaybetmiş bir insandan fiziksel bir güç
ve güven bekleyemezsiniz, öncelikli olarak ruhsal güvenin zirvelere
çıkması gerekir. Ruhsal güven, Allah’ın ruhundan üflendikten sonra
insanı insan yapan güvendir. Toprakken hiçbir değeri olmayan bir
varlık, ne zaman ki Allah’ın ruhundan üflendi kendisine, o zaman
tüm meleklerin secde edeceği bir duruma geldi ve doğrudan Allah
ile irtibatlandı. Yani tüm gıda ve ruhsal yaşam iksirini Allah’tan aldı
ve ümidi sonsuzluğu arzular oldu. İşte insanın bu sonsuzluğu arzular
yönünü törpüleyerek, sadece bir kul olduğunu ve Rahmandan
ümidini kesmeden yoluna devam etmesi gerektiğini bilmesi, onun
mücadele sürecinin daima yenilenmesidir.
           Her geceden sonra mutlaka bir gündüz vardır, her zorluktan
sonra bir kolaylık, her kışın ardından baharda çiçekler açar etraf
yeşilliklere bürünür. Ummadığınız yerden taşların oyuklarından
Rahmanın sular akıttığını görmedin mi? Ölü bir toprağın üzerine
bulutları gönderdiğinde, nasıl ki yağmur yağıp o toprak canlanıp
çayırlar çimenler yeşillikler, hayvanlarınızın ve sizin için güzel bitkiler
var ediyorsa, sizin ümitlerinizi kaybetmediğiniz ruhsal
hayatınızın içinde, sizler için nelerin gizli olduğunu nerden bileceksiniz.
O halde insanın görevi en zor şartlarda bile, rahmanın kendisini
koruyup kolladığını bilerek yaşamaktan başka çaresi var
mıdır?
EROL KEKEÇ
2010-ÇENGELKÖY/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!