Bu Blogda Ara

12 Nisan 2009 Pazar

ÖNCELİĞİ OLMAYANIN SONRASI OLMAZ!

BİLİM ADAMINA YAKIŞIR BİR ANLATIM Kavanoz ve 2 Fincan Kahve: Ne zaman hayatında bazı şeyler taşınamaz hale gelirse, ne zaman 24 saat kısa gelmeye başlarsa, o zaman kavanoz ve 2 Fincan Kahveyi hatırlayın!Bir gün bir Felsefe profesörü, elinde birkaç kutu olduğu halde derse gelir. Ders başladığında, hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe bir kavanoz alır ve ağzına kadar tenis topları ile doldurur ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar;Öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade ederler, Bu sefer profesör önündeki kutulardan bir tanesinden aldığı çakıl taşlarını, çalkalayarak kavanoza döker, böylece çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur ve öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sorar, onlar da 'evet' doldu derler, profesör bu defa masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker. Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur. Ve tekrar öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar, Öğrenciler de koro halinde 'evet' derler.Bu sefer profesör masanın altında hazır bekleyen 2 fincan kahveyi alır ve kavanoza boşaltır, Kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Öğrenciler gülerler! Profesör öğrencilerin gülüşünü destekleyerek 'eveet' Diyerek; Ben 'Bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım' Der. Şöyle ki; Bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir; aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz, arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeylerdir. Diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur. O çakıl taşları ise daha az önemli olan diğer şeylerdir; işiniz, eviniz, arabanız vs.Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir.'Şayet Kavanoza önce kum doldurursanız...' diye, anlatmaya devam eder, 'çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına (yeterli) yer kalmaz.Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. .Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arz eden şeylere çevirin. Sizi mutlu edebilecek kişileri seçin. Çocuklarınızla ilgilenin. Sağlığınıza dikkat edin. Sevdiğiniz kişi ile yemeğe çıkın. Spor yapın. Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın. Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin. Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin. Gerisi hep kumdur. Bu Ara Bir öğrenci sorar; ' Peki, O iki fincan kahve nedir? ' Profesör gülerek: 'Bu soruyu bekliyordum,Hayatınız ne Kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan Kahve içecek kadar yer vardır !!!' KAHVE İÇTİĞİNİZ KİŞİ SİZE HEYECAN VERİYORSA ODA ŞEKERİDİR ....

Yıl:11.04.2009
saat:17.00-17.18
yer:çengelköy/ist

20 Mart 2009 Cuma

BORÇLANMANIN BONUSU GÜVENİLMEYEN ADAM!

Ah ah! bir dürüst olsaydık ne olurdu,şu dürüstlüğü bir türlü beceremedik,bu kadar dürüst olanlar var etrafımızda bir nebze insan bunlardan örnek almaz mı vah bizim bu eşek kafamız ne zaman öğreneceğiz bunu.Kimselere çaktırmadan yaşayalım dedik ama olmadı işte birileri nerden öğrendi ise dürüst olmadığımızı hatta dürüstlüğümüzden şüphe bile edebileceğini alenen herkese yaydı;biz ne yaparız artık dürüst olmadığımızı bilmeyen kalmadı.Ya şu feleğin çemberinden geçmediğimiz delik kalmadı,dürüst olmadığımızı gizlemek için,ne kadar da çaba sarfetsek, işte bir yerden göze batıyoruz.Bu bankacılar yok mu bunlar,onlara sır verilir mi ya bizi kandırdılar,elimize bir karton parçası verdiler,bizde ne olur ne olmaz belki içinde bir şeyler var dedik,bakkala gösterdik sihirli bir cin gibi onu gören hemen ekmeğimizi şekerimizi verdi,biz de ohbe diyerek sevinç ve neşe içinde onurla çocuklarımıza bir şeyler götürmenin vakarıyla başı dik eve girdik, onlara olanları söylemedik.Televizyonu çocuğum açtığında hı sen varya bizi kandırıyorsun değil mi baba.....hani dürüstçe çalışarak bunları kazanıp bize getirdiğini ilerde de çok paran olunca bana çikolata da alacağını söylemedin mi;ama baksana başvekil amca sizin kötü adamlar olduğunuzu hatta dürüstlüğünüzden bile şüphe ettiğini,haşin duvarda asılı olan isimlerinizi ordan sileceğini ve sizi kara listeye alacağını ve hiç kimsenin sizinle ilişki kurmamasını önereceğini ve böylece dirhem dirhem can vermenizi isteyeceğini söylüyor buna ne diyorsun dediğinde,ne sahtekar bir adam olduğumu anladım(!)
Evet,dünya bu bazen sahtekarlığımızı başkalarından öğrenebiliyoruz,dürüst adamlar olmasa bizim bu güvenilir olmayan yanlarımızı kim anlatacak;tabi ki onlara da ihtiyaç var.Size küçük bir hayat hikayesini anlatayım da şu dürüst adamları tanıyın, bizim ne kadar sahtekar olduğumuzu ve güvenilir olmadığımızı anlayın.1840 lı yıllara doğru Toros Dağlarının eteklerinden Kozan ve Kadirli yöresinden Adanaya inen bir çingene kabilesi ile üç kişilik eşkıya arasında geçen bir olaydır bu.Çingeneler kışın yaşayabilmek için,yaz boyunca şehir şehir ;köy köy gezerek dileniyorlar,güz mevsimi de gelince sıcak bölge olan Adana yöresine inip orada yaşıyorlar.Toros Dağlarından aşağıya inerken önlerine üç kişilik bu eşkıya grubu çıkıyor ve onlara diyor ki,üzeriniz de ne varsa hepsini boşaltın yoksa sizi vuracağız.Ellerinde sadece bir dolma tüfek var,o çingenelar üşüşse hepsini boğacaklar,100 kişi civarında olan bu çingene grbunu üç kişi ellerindeki dolma tüfekle teslim alır ve ellerinde ne varsa hepsinin de sahibi olur.Bundan sonra çingenelerin yalvarma ve yakarma dönemi başlar,ne olur bize yardımcı olun o paralarımız bizim bir yılki erzağımızdı,bunu bize yapmayın diye bir ağıt tuttururlar.O eşkıya grubu da aldıkları paralardan 5 lirasını üzerlerine fırlatır.Çingeneler koro halinde size eşkıya diyenlerin Allah cezasını versin, sizler ne dürüst ve yardım sever insanlarsınız gittiğimiz her yerde sizlerin bu iyiliklerini anlatacağız diyerek orayı terkederler.İşte çingene grubu bu durumlarını kimseye söylememek için tefecilerin kucağına düşer,tefeciler de size biz yardımcı oluruz derler,ellerine bir kart verir,bu kartı bozdurun bozdurun harcayın vakti gelince ödersiniz diye anlaşma yaparlar.Ne yazık ki çingenelerin dilendikleri paralar yolda eşkıya grubu tarafından alındığı için ceplerinde bir şey kalmaz ve geçim sağlamakta zorlanırlar.
İşte bizler de bu çingenelrin durumuna düştük elimizde avucumuzda olanı verdik veriştirdik aman dükkanımız kapanmasın diyerek kazanamadığımız paraların yerini borçla doldurarak efendilerimizi memnun etmeye çalıştık.Öyle bir duruma geldik ki artık kimse borç vermez oldu ,bankaların kucağına düştük,elimize bir sihirli kart verdi bizde sorunlarımızı çözer dedik,ondan harcadık ve yeniden evimize ekmek getirmeye başladık,ama vakti gelince onu ödeyecek paramız kalmadı, bizim devlet babamız elimizde avucumuzda ne varsa hepsini almak için bizi cendereye almış yıllar önce koyduğu bir geçici vergi diye ismlendirdiği vergi ile de kalıcı vergiler koyarak,bizi her mevsimde soyup soğana çevirip gidiyor, ondan sonra paşa paşa etrafta bir mütref sofra açıyor yiyin beyler yiyin bu sofra sizin diyor, bize de dönüyor,ne biçim adamsınız insan fuzuli harcamalar yaparsa tabi ki bu duruma düşer sizin dürüstlüğünüze inanmıyorum diye yüzümüze haykırıyor.Bende birden merak ediyorum yahu bu başvekil bizim dürüst olmadığımızı nerden bildi diye,sonra birden aklıma geliyor tabi ki bilecek ben bu adamın bize başvekil olması için, özellikle onu seçmek için gidip muhtarlıkta seçmen kütüğüne yazılıp bizim kendisini seçtiğimizi bilmiş.Yoksa nerden anlayacak.Bizler dürüst olsa idik böyle insanları başvekilliğe çıkarmak için gecemizi gündüzümüzü birbirine katıp bu kadar çalışırmıydık?Olacak o kadar bunların mutlaka bir karşılığı olmalı, başvekil herhalde bize olan borcunu ödüyor ....
Yıl:19.03.2009
Saat:22.00-22.40
Yer:Çengelköy/İst
(E:Kekeç)

12 Mart 2009 Perşembe

SİZ DE BİR GÜN KÜÇÜLECEKSİNİZ

Bir gün susmayı öğrendim. Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktım. Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim tarzıydı. Babam akşamları eve yorgun dönerdi. Ben bütün gün evde sıkılır, onun gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi. Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik babamla. Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir, 'Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, birde sen kafamı ütüleme!' derdi. Annem de 'Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturmayacaksın babanla?' diye çıkışır, beni odama gönderirdi. Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol alırdım. Babam arkamdan, 'Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip, hâlâ ne istiyor anlamadım.' diye bağırmaya devam ederdi. 'Keşke benim de bir odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep birlikte otursaydık' derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret edemezdim.
Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli birşey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı. Azıcık hareket edip koşup oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı. Bir gün anladım ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz. Bu defa susarak yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım.
Önce resim yaparak başladım işe. Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; 'Bak, böyle uslu uslu oyna işte.' diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey sorsam afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu. 'Son günlerde ne de akıllandı benim oğlum.' diye komşulara anlatıyordu annem halimi.
Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem 'Odanı topla!'diye odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum. Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı beceremiyordum. Annem odama gelip 'Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım. ' dedi bir gün. Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da elimden alırsa ben ne yapacaktım?
Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun zamanı kolladım. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim. Babam baktı. Hım, dedi 'Çok güzel olmuş. Bu adam benim herhalde.' dedi. Ben 'Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.'dedim. O 'Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın.'dedi. Ben yine 'Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük kız da annem.' dedim. Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: 'Peki neden bizi küçük çizdin?' dedi. Heyecanla başladım anlatmaya. Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım. Siz yaşlanıp küçüleceksiniz. Beliniz ükülecek, komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız. Ben işten geldiğimde yorgun olacağım. Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde kafam şişmiş olacağından sizi duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde 'Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.' diyeceğim. Ve bir de bağıracağım 'Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar' diye.
Annemle babamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Duyduklarına inanamıyorlardı . Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki sonsuza kadar konuşsam hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi.
Farkında' Olmalı İnsan...
Kendisinin, Hayatın Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı.
Ömür Dediğin Üç Gündür,
Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür,
O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,
O Da Bugündür.

Alıntı bir hikaye

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!