Bu Blogda Ara

14 Şubat 2009 Cumartesi

KÜRESEL PAZARDA DİNİN GÜCÜ

         Dün kandırılmış bu gün uyutulmuş insanlar arasından yola çıktım, bir yolculuk yapıyorum keskin kılıçların üstünde yürüyerek gidiyorum. Biliyorum tehlikeli bir iş yaptığımı ama şunu biliyorum ki, tehlikeleri göze alamayanlar güvende olma hakkına sahip değildir. Evet, güven dedim de hakikaten güvende olduğumu söyleyebilir miyim acaba, ne de olsa kılıçların üzerinde yürüyenlerden daha güvende kim olabilir, tabi ki ben güvende olacağım. Hayatını uyandırmaya ve uyarmaya odaklamış, hakkın rotası dışındaki tüm referansları elinin tersiyle itmiş kapitalizmle akrabalık bağı olmayan bu adam güvende olmamalı mı sizce, bunu anlamak için biraz olsun aynı modda buluşmaya ne dersiniz.
        Biliyor musunuz hep merak etmişimdir, bu kapitalizmle dinsel değerlerin akrabalık bağlarının nereden kaynaklandığını. Dinle kapitalizm arasında bir bağ olmadığını biliyorum da, dincilerin bu kadar kendilerine kirve yaptıkları kapitalizmle yollarının nerede kesiştiğini aslında merak ediyorum. Dincilik bir meslek biliyor musunuz, nasıl ki birileri domates alıp satıyorsa dinde günümüzde iyi bir sermaye, onun figürlerine sahip olmak iyi bir pazarlama ağı kurabileceğinizi size öğretebilir. Dincilik çok köklü bir sermayeye sahip olduğunuzu gösterir, din deyip geçmemek lazım din adına yapılacak her iş toplumlar nezdinde ki yerini hep korumuştur ve de koruyacaktır. Yaşamı hep sömürmeye odaklı, hayat felsefesi de kitleleri uyutup onları nasıl uyutabilirime ayarlı zihniyetler, dinin bu yönünden her zaman yararlanırlar. Bilirsiniz din dendiği zaman akan sular durur; tarihsel süreç bir irdelendiğinde, din adına yutulmayan zokalar kalmamıştır.
        Mısır firavunlarından yola çıkarak kendimle alakalı bulduğum, yaşadığım toplumu birazcık tahlil etmeyi düşünüyorum. Umarım bu değerlendirmelerimizden dolayı trene bindirilip uçurumlardan aşağıya yuvarlanmayız. Nede olsa alışkınız bu yargılamalara ama biraz olsun saksılarımızdaki toprağın havalandırılmasına katkıda bulunursak ne mutlu bize. Mısırı hepimiz yakından biliriz Firavunların memleketi dendiğinde mısır akla gelir. Firavunluk bir sistemdir, Mısırla anılsa da ait olduğu yamyamlıkları bünyesinde barındıran hangi sistem olursa olsun ve de dünyanın neresi olursa olsun hepsi firavundur.
Firavun, İsrail oğullarına kan yutturdu, erkeklerini öldürdü yaşlılarını çocuklarını ve kadınlarını kendisine köle edinip istediği gibi kullandı. Piramitleri yaparken, insanlar taşıdıkları taşların altında can vererek gittiler, aç kaldılar yıprandılar yağa kalkacak mecalleri kalmadı; bu durumdan kendilerini kurtarması için Allah'tan bir yardımcı istediler, Allah’ta onların bu yakarışlarına karşılık verip onlara Musa gibi bir dostu gönderdi. Yıllarca zulmü ayyuka çıkan firavun, bir anda mayın tarlasında gezindiğini fark ketti ve kanını sömürdüğü dinine küfrettiği isariloğullarına yeniden dönüp iyi bir din pazarlamacısı olduğunu onlara kanıtladı. Böylece İsrail oğulları usandıkları firavunun kucağına yeniden oturdu. Cengâver Musa (as)Rabbinin kendisine bildirmesiyle isariloğullarına firavunun zulmünden kurtarmak için gelmesine rağmen, o kişilikleri silinmiş kimlikleri kaybolmuş sömürülmek hayatlarının tamamı olan, o dönek topluluk bekledikleri bu insanın karşısında yer aldı. Nasıl mı tabi ki dinin pazarlayıcısı firavun tarafından.Din adına verilen zokalar tam bir uyuşturucu,boşuna dememiş Marx, din toplumların afyonudur diye."Ey isariloğulları Musa ve Harun’un muhakkak ki sizin dininizi değiştirmesinden ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmasından endişe ediyorum"diyen firavun o pısırık toplumu din adına yeniden kendine monte etti ve bu defa sömürülmedik bir şeylerini bırakmadı.
       Bu cambazlıklar her dönemde toplumların desteğinden mahrum kalacağını düşünen din pazarlamacıları tarafından kullanılan sihirli bir güçtür. Bunu anlamaktan yoksun zavallı sömürülen kişiliksiz ve kimliksiz toplumlar, bu sihrin etkileyici gücünden kurtulamaz. Böylece güç kaybetmeye başlayan düzenbazlar halkların dinine sahip çıktığını göstererek halkların haklarını koruduğunu iddia ederek, yaptıkları tüm pisliklerden bir u dönüşü yaparak halktan birileriymiş gibi kendilerini lanse edebilirler. Bu dalavereleri anlamayan zavallılarda sömürü oyununun ikinci perdesini izlemek için sessizce perdenin önündeki yerlerini alırlar. Statülerinin gereği olan rollerini iyi oynamak için din pazarlamacıları da, sahnedeki rollerini bu zavallılara göstermek için tüm maharetlerini sergilerler. Oyun biter ve herkes dağılır, ne güzel oynadı değil mi, hakikaten çok güzeldi, muhteşemdi, bizde şimdiye kadar yanlış düşünmüşüz, oysa bu işi böyle oynayacaksın, Bu adam işin ustası ya, ben bundan başka oyuncu tanımam(kargadan başka kuş tanımam diyenler gibi)tüm kontörlerimi bu oyuncunun seçilmesi için harcayacağım, bizden biri bizi ancak sahnelerde bu temsil eder. Yarın bir oyuncu çıkarda dangalaklık yaparsa, ona haddini bildirecek bir tavrı vardı değil mi, diyerek oyun sonrasında herkes dağılır, mutlu ve huzurlu olmanın edasıyla rahat bir nefes alır. Evet dinle başlayan sömürü her zaman rahatlatır ve sizi bulutların üzerinde uçurur, ama şunu unutmamak gerekir ki Firavun israiloğullarının dinine sahip çıkarak onları daha iyi sömürmek için sömürüsünün tescilini o halka onaylattı."Allah'ın adını kullanarak, aldatıcılar sakın sizi aldatmasın"

yıl:13.02.2009
yer: Çengelköy/İst
Saat:23.15–23.45
(E.Kekeç)

9 Şubat 2009 Pazartesi

SOKRATESİN SAVUNMASI

Güçlük, dostlarım, ölümden kaçınmak değil, ama haksızlıktan kaçınmaktır; çünkü o ölümden daha hızlı koşar. Sizin istediğiniz gibi konuşup yaşamaktansa, kendim gibi konuşup ölmeyi tercih ederim...

Beni suçlayanların üzerinizde nasıl bir etki bıraktıklarını bilemem. Atinalılar, ama öylesine inandırıcı konuştular ki, neredeyse bana kendimi unutturdular; gene de söylediklerinin hemen hemen tek bir sözcüğü bile doğru değil. Ama söyledikleri sayısız yalan arasında beni en çok biri şaşırttı: Sizlere benim tarafımdan aldatılmamak için kendinizi kollamanız gerektiği çünkü çok inandırıcı bir konuşmacı olduğum söylendi. Aslında ağzımı açar açmaz büyük bir konuşmacı olmaktan nasıl uzak olduğumu göstereceğimi bilebile bunu söylemeleri bana çok utanmazca göründü—hiç kuşkusuz usta bir konuşmacı ile demek istedikleri şey gerçekliği dile getiren biri değilse. Ama demek istedikleri buysa, usta bir konuşmacı olduğumu kabul ederim, hiç kuşkusuz onlarla aynı tarzda olmamak üzere. Evet, dediğim gibi, söyledikleri arasında gerçek tek bir sözcük bile yok; ama benden yalnızca gerçeği işiteceksiniz. Gene de, Atinalılar, onlarınki gibi güzel sözlerle ve deyimlerle süslenmiş bir konuşma biçiminde değil. Hayır, hiç de değil; benden duyacaklarınız dosdoğru o anda aklıma gelen sözler ve uslamlamalar olacaktır; çünkü söylediklerimin haklılığına inanıyorum. Aslında, benim gibi yaşlı bir insana sizlerin karşısına sözlerini hoş göstermeye çabalayan genç bir söylevci gibi çıkmak yakışmaz—ve kimse benden bunu beklemesin. Ama, Atinalılar, sizlerden bir ricada bulunmam gerekiyor: Eğer kendimi alışıldık tarzımda savunursam, ve eğer pazar yerlerinde ya da başka yerlerde kullanma alışkanlığında olduğum sözleri kullandığımı duyarsanız, şaşırmamanızı ve bu yüzden sözümü kesmemenizi isteyeceğim. Çünkü yaşım yetmişin üstünde, ve şimdi ilk kez bir mahkeme önüne çıktığım için buranın diline oldukça yabancıyım. Bu yüzden bana sanki gerçekten de bir yabancıymışım gibi, eğer büyürken işittiği kendi lehçesinde ve kendi ülkesinin tarzında konuşursa bağışlayacak olduğunuz biri gibi bakmanızı istiyorum. Sizlerden haksız bir istekte mi bulunuyorum? Lütfen tarzıma aldırmayın, iyi olabilir ya da olmayabilir; ama yalnızca sözlerimin haklı olup olmadığını düşünün ve yalnızca bunu dikkate alın. Çünkü yargıcın erdemi budur, tıpkı konuşmacının erdeminin gerçeği söylemek olması gibi.
Benim için doğru olan şey ilkin bana yöneltilen ilk yalancı suçlamalara ve beni ilk suçlayanlara karşı savunma yapmaktır ve ardından daha sonraki suçlamalara ve suçlayıcılara geçeceğim. Bu ayrımı yapıyorum çünkü sizden önce birçokları tarafından yıllarca yalan yanlış suçlandım ve bunlardan Anitus ve arkadaşlarından olduğundan daha çok korkarım, üstelik onların da kendi yollarında oldukça tehlikeli olmalarına karşın. Ama sizleri daha birer çocukken yakalayıp kafalarınızı bana karşı doğru olmayan suçlamalarla dolduran ötekiler çok daha tehlikelidir. Bunlar bir Sokrates'ten, yukarıda gökyüzündeki şeyler hakkında kafasını yorup aşağıda yeraltındaki şeyleri araştıran, zayıf uslamlamayı kuvvetliye çeviren bir bilge insandan söz ettiler. Beni korkutan suçlayıcılar bu masalı yayanlardır, Atinalılar; çünkü onları dinleyenler böyle şeyleri araştıranların tanrılara tapınmaya bile inanmadıklarını sanırlar. Dahası, bunlar sayıca kalabalıktır, ve bana karşı suçlamaları eskilere gider, ve üstelik bu suçlamaları onlara en kolay inanabileceğiniz çağda yaptılar—çocukluğunuzda,ya da belki de gençliğinizde; ve yargı gıyaben verildi, çünkü beni savunacak kimse yoktu. Ve tüm bunların içinde en usdışı olanı suçlayıcılarımın pek çoğunu tanımamam ve adlarını bile bilmememdir—tek bir durum, bir güldürü ozanınız durumu dışında. Kıskançlık ve çekememezlikten sizi bana karşı döndürmüş olanların tümü—ki bunlardan bir bölümü yalnızca başkalarından duyup inandıklarını yinelemişlerdir—, tüm bu insanlar uğraşılması en güç olanlardır; çünkü onları buraya getirtemem ve yakından sorgulayamam; bu yüzden kendimi savunmak için bir bakıma gölgelerle savaşmak ve yanıtlayacak kimse yokken sorgulamak zorundayım. O zaman lütfen, söylediğim gibi, karşıtlarımın iki sınıfa düştüğünü anımsayın; birinciler suçlamalarını şimdi getirmiş olan yeniler, ötekiler çok önceden getirmiş olan eskiler. Ve umarım kendimi ilkin ikincilere karşı savunmamın yerinde olduğunu kabul edeceksiniz, çünkü bunların suçlamalarını yenilerden çok daha önce ve çok daha büyük bir şiddetle yaptıklarını duydunuz. Evet, şimdi savunmamı yapmalıyım, Atinalılar ve böylesine uzun bir zamandır kafalarınıza yerleştirilen bu iftirayı elimdeki bu kısa sürede gidermeye çalışmalıyım. Aslında eğer benim için olduğu gibi sizler için de iyi olacaksa bunu başarabilmeyi ve savunmamda başarılı olmayı isterim. Ama sanırım bu güç olacak ve görevin doğasının ne olduğunu çok iyi anlıyorum. "Ne olursa olsun Tanrının istediği olacaktır" ve şimdi yasaya boyun eğmeli ve savunmamı yapmalıyım.
Şimdi baştan alarak bana yöneltilen iftiraya yol açan ve gerçekte bana karşı bu davayı açarken Meletos'un inandığı suçlamanın ne olduğunu soracağım. Evet, suçlamacılar beni suçlamak için neler dediler? Onları sanki savcılarımmış gibi görelim ve yeminli bildirimlerini ben okuyayım: "Sokrates herkesin işine burnunu sokan bir suçludur, yerin altındaki ve gökteki şeyleri araştırır, zayıf uslamlamaları güçlü kılar ve yukarıda sözü edilen öğretileri başkalarına öğretir." Suçlamaların doğası böyle bir şeydir ve bunları Aristofanes'in komedisinde kendiniz gördünüz. Bir Sokrates sunar ki, ortalarda dolanıp havada yürüdüğünü söyler ve haklarında az ya da çok hiçbir şey bilmediğim konular üzerine bir yığın saçma sapan sözler eder. Eğer [fizikle ilgili] bu konularda bilgili olanlar varsa sanmasınlar ki bunu söylerken bu tür bilgiyi küçümsüyorum. Eğer Meletos bana karşı böylesine ciddi bir suçlama getirecek olsaydı, bu beni gerçekten çok üzerdi! Ama ey Atinalılar! İşin aslı bu [tür fiziksel] konularla hiçbir ilgimin olmadığıdır. Burada bulunanların pek çoğu bunun doğruluğuna tanıktır ve onlara, beni söyleşilerimde dinlemiş olan pek çoğunuza sesleniyorum. Anlatın o zaman; şimdi birbirinize aranızdan birinin beni bu tür konular üzerine ister uzun uzadıya olsun isterse kısaca bir şeyler söylerken duyup duymadığını söyleyin. Yanıtlarını duyuyorsunuz. Ve bundan kalabalığın hakkımda söylediği başka şeylerin de doğru olmadığını anlayacaksınız.
Ama gerçekte bunların hiç birinin doğru olmaması gibi, eğer birinden benim insanları eğittiğimi ve karşılığında para aldığımı duymuşsanız, bu da doğru değildir. Gene de, eğer biri gerçekten de insanları eğitebilirse bence bu iyi bir şeydir. İşte Leontiumlu Gorgias, Keoslu Prodikus ve Elisli Hippias. Bu insanların her biri herhangi bir kente gidebilir ve gençleri onlara karşılıksız öğretim verebilecek olan kendi yurttaşlarını bırakıp kendilerine katılmaya, bunun için para ödemeye ve bunun üstüne bir de minnettar kalmaya inandırabilirler.
Aslında bu sıralar burada bir başka bilge, Atina'da kaldığını öğrendiğim Parioslu biri var ve onu duymam şöyle oldu. Bir gün Sofistlere dünyalar denli para ödemiş biriyle, Hipponikus’un oğlu Kallias ile karşılaştım ve iki oğlu olduğunu bilerek şunları sordum: "Kallias, dedim, eğer iki oğlun iki tayya da iki buzağı olmuş olsalardı, onlara bir bakıcı bulmamız güç olmazdı. Onlara bir at yetiştirici, ya da belki de bir çiftçi tutardık ve onları kendilerine özgü üstün yanlarında güzelce ve eksiksizce yetiştirirdi. Ama insan olduklarına göre, onları kimin yetiştirmesi gerektiğini düşünüyorsun? Kim bir insanın ve bir yurttaşın erdemlerini bilir? Bu konuda düşünmüş olmalısın, çünkü oğulların var. Böyle biri var mı yok mu?" Var," dedi. "Kimdir o, dedim ve nereden gelir ve öğrettikleri için ücreti nedir?" Evanos, dedi, "Parios'tan, sevgili Sokrates ve beşmina ." Ve Evenos mutlu biri olmalı, dedim kendi kendime, eğer gerçekten de bu bilgelik ondaysa ve böyle alçakgönüllü bir ücretle öğretiyorsa. Eğer aynı şey bende olsaydı, en azından burnu büyük ve kendini beğenmiş biri olurdum; ama işin gerçeği benim bu tür bir bilgimin olmadığıdır, ey Atinalılar.
O zaman, Atinalılar, belki de aranızdan biri çıkıp bana şunu söyleyebilir; "Evet, Sokrates, ama sana karşı getirilen bu suçlamaların kaynağı nedir? Yapmakta olduğun tuhaf birşey olmalı. Eğer başkaları gibi olmuş olsaydın, hakkında tüm söylentiler ve konuşmalar hiçbir zaman doğmazdı. O zaman nedir bunların nedeni, söyle ki hakkında yanlış bir yargıda bulunmayalım." Bu bana bütünüyle haklı görünüyor ve bana böyle yanlış bir ün kazandırmış olanın ne olduğunu açıklamaya çalışacağım. Lütfen kulak verin. Ve belki de kimilerinize şaka yapıyor gibi görünsem de hiç kuşkunuz olmasın sizlere bütün gerçeği anlatacağım.
Atinalılar! bu ünü bana kazandıran yalnızca bir tür bilgelikten başkası değildir. Ne tür bir bilgelik diye sorarsanız, cevabım bunun belki de insan bilgeliği olduğudur, çünkü gerçekten de bu düzeye dek bilge olduğuma inanıyorum. Buna karşı sözünü ettiğim kimselerin insan-üstü bir bilgelikleri olabilir; ama bunu nasıl tanımlayabileceğimi bilmiyorum, çünkü bende böyle bir şey yok; ve kim bunu bildiğimi söylerse yalan söylüyor ve bana karşı önyargı yaratmak için konuşuyor olacaktır. Ve lütfen burada sözümü kesmeyin Atinalılar, üstelik size övünüyor gibi görünsem bile; çünkü söyleyecek olduklarım benim kendi sözlerim değildir. Size güvenilmeye değer bulacağınız bir tanığın sözlerini aktaracağım. Bilgeliğim için—eğer buna bilgelik diyecekseniz ve doğası için, sizlere tanık olarak Delfi Tanrıçasını6 göstereceğim. Kairefon’u tanımış olmalısınız. Çocukluğumdan bu yana arkadaşım oldu ve ayrıca sizin demokratik partinizin de bir dostudur, çünkü yakınlarda sizlerle birlikte sürgüne gitti ve sizlerle birlikte geri döndü. Nasıl bir insan olduğunu, yaptığı her şeyde nasıl atılgan olduğunu hiç kuşkusuz bilirsiniz. Evet, bir keresinde Delfi'ye gitti ve yürekli bir biçimde biliciye—, lütfen, sizden bunları söylerken sözümü kesmemenizi istemiştim—, benden daha bilge birinin olup olmadığını sordu. Pütia Rahibesi daha bilge hiç kimsenin olmadığı cevabını verdi. Kairefon’un kendisi öldü; ama kardeşi burada mahkemededir ve söylediklerimin gerçekliğini doğrulayacaktır

(E.Kekeç

2 Şubat 2009 Pazartesi

SEN DE Mİ BENİ UNUTTUN BEY ?

Son günlerde, bir surat, bir surat ki gelinde,
Çayımı bile yarım dolduruyor bey.
Allah'tan kulaklarım ağır işitiyor da
Duymuyorum ne söylediğini
Ama yine de hissediyorum bey;
Beni bu evde galiba istemiyor artık
Hey gidi günler heeey.
Oğlunu bilirsin, vur kafasına al lokmayı
İki ara bir derede ne yapsın ana bu atsa atılmaz, satsa satılmaz.
Bana artık gizli gizli sarılıyor bey...
Dün akşam uyurken öptü beni biliyor musun?
Nasıl ağırıma gitti nasıl
Artık akide şekeri de getirmiyor.
Hani dişlerim yok ya, güya yerken garip sesler çıkarıyormuşum da
Çocuklar iğreniyormuş benden.
Yok,vallahi yalan bey, hiç yapar mıyım ben öyle şey?
Gelin çocuklara masal anlatmamı da yasakladı
Üstelik seninle konuşuyormuşum diye duvardaki resmini biryere sakladı
Olsun,
koynumdaki resminden haberi bile yok!
Yine de beddua edemem bey,
Oğlumun karısı, torunlarımın anası o.
Geçenlerde üst komşular geldi,
Ne konuştuklarını duymayayım diye kapıyı üstüme kilitledi.
Duymadım, duymadım, lakin hissettim.
Düşkünler evine yatıracaklarmış önümüzdeki ay beni
Ne yalan söyleyeyim epey ağırıma gitti, epey,
Ha, sen ne diyorsun bey?
Hani bir görünsen oğluna, ne de olsa babasısın,
Seni dinler.
Bu odada oturur, vallahi hiç dışarı çıkmam.
Akide şekeri de istemem.
Masal da anlatmam artık çocuklara
Ne olur ayırmasınlar beni bu evden
Yaşayamam nefes bile alamam
Sana ait anılardan uzak ne yaparım ben, ne yaparım?
Şu camın pervazında hayalin durur, çekmecelerde el izin.
Bastonun hala duvarda asılı.
İstemiyorlar beni artık, istemiyorlar hasılı.
Hey gidi günler hey
Hani diyorum bir çağırsan
Yoksa, yoksa sendemi unuttun beni bey
Sendemi unuttun beni bey?


Not; Birgün yaşlanacağımızı unutmayalım. Ve büyüklerimize bu sözleri söyletecek davranışlarda bulunmayalım.

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!