Bu Blogda Ara

18 Nisan 2008 Cuma

ÜÇ TUTUM

Batı'nın yaşadığı din-devlet ilişkisi İnciller'de yer alan bir cümlenin tarihteki açılımından ibarettir. Cümle şu: 'Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya verin.'
Hz. İsa (as)'ya atfedilen tarihî cümlenin ortaya çıkmasına sebep olan olay şöyle cereyan eder: 'İsa'yı kendi sözüyle tuzağa düşürmek amacıyla, Ferisiler'le Herodesçiler'den bazılarını O'nun yanına gönderdiler. Adamlar O'na gelip, 'Ey Öğretmen!' dediler, 'Senin gerçek olduğunu biliyoruz, hiç kimseden çekindiğin de yok. Çünkü kayırıcılık yapan biri değilsin. Tersine, Tanrı yolunu doğrulukla öğretiyorsun. Sezar'a vergi ödemek yasal mı, yoksa değil mi? Ödeyelim mi, ödemeyelim mi?' Hz İsa onların ikiyüzlülüğünü bildiğinden, 'Neden beni denemeye kalkışıyorsunuz?' dedi, 'Bana bir dinar getirin de göreyim.' Getirdiler. İsa sordu: 'Bu gördüğünüz yüz ve yazı kimindir?' Onlar, 'Sezar'ın' dediler. Bunun üzerine İsa, 'Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya verin' dedi. O'nun bu yanıtına şaşakaldılar.' (Markos, 12: 13-17.)
Cümlenin tarihî açılımı şöyle gerçekleşmiştir:
1) Teokrasi: Bir yerde eğer Tanrı, Sezar'a hakim ise, orada Kilise, kilisenin başı papa ve nizami din adamları sınıfı (ruhban) cismani iktidar, yani devlet üzerinde üstünlük kurmuşlardır. Teokratik kabule göre, ruhun bedene üstün olması gibi ruhani iktidar cismani iktidardan üstündür. Krallar "Tanrı'nın yeryüzündeki serfleridir". Tanrı Hıristiyanlığı savunmak üzere papaya iki kılıç vermiştir; papa bunlardan birini elinde tutmakta, diğerini Hıristiyanlığı savunmak üzere imparatora vermiştir. Unutmamak lazım ki, imparatora kılıcı veren, Petrus'un (kaya) mezarı üzerinde kurulmuş bulunan ve aynı zamanda İsa'nın kendisinde bedenlendiğine inanılan Kilise'nin başı olan papadır. Papa Tanrı ve din adına konuşur. Bu yüzden devlet Kilise'ye itaat etmek durumundadır. İşte bu tamı tamına teokrasi olup tarihte Katolik Kilise'sinin tecrübesini ifade eder.
2) Bizantinizm: Bir yerde eğer Sezar Tanrı'ya hakim ise, orada devlet Kilise'ye üstündür. Bu modelde Kilise devlete bağlı olarak faaliyet gösterir. Din devlet içinde örgütlenmiştir. Dini temsil eden Patrik imparatora bağlıdır. Patrik kendi başına özerk veya bağımsız bir kurumun başı değildir. Hatta Sezar kim ise ona bağlılık gösterir. Fatih, İstanbul'u fethettiğinde Sezar olmuştur. Bu da Bizans tarihi tecrübesidir ki, buna kısaca Bizantinizm veya Bizantinist model diyebiliriz. Patriğin veya devlete bağlı en üst dinî makamın görevi imparatorun politikalarını desteklemek ve teyit etmektir. Buna mukabil imparator da Patriğin başında olduğu kilisenin (resmi dinin) dogmalarını ve öğretilerini referans alır, bunlara aykırı dinî görüşler baş gösterdiğinde bastırmayı taahhüt eder. Ortodoks tarihî tecrübesi buna dayanır.
3) Laiklik: Bir yerde eğer Tanrı ve Sezar birbirlerinden ayrılmışsa, devlet ve Kilise iki ayrı gerçeklik olarak kendi alanlarına çekilmiş bulunmaktadır. Ne devlet din/kilise üzerinde, ne din/kilise devlet üzerinde hakimiyet, imtiyaz veya üstünlük kurma iddialarında bulunmaya kalkışır. Buna tamı tamına laiklik denir ki, Protestanlık bu ayrılığa dayanmaktadır.
"Tanrı-Sezar ikiliği"nin tarihteki bu açılımı üç ayrı Hıristiyan mezhebinin tecrübelerini ifade eder. İslam bakış açısından durum bambaşka mecrada gelişmiştir. Fatih, Bizans'taki din-devlet ilişkisinden önemli etkiler aldı ve bugünkü vahim duruma yol açıcı iktibaslar olmasa bile, Şeyhülislamlığı esas itibarıyla Bizans modeline göre uyarladı. Bunun tarihte hangi düzeylerde iyi veya kötü sonuçlar verdiği ayrı bir konu. Gerçek olan şu ki, modern zamanlarda Türkiye'deki din-devlet ilişkisi ve Diyanet'in sistem içindeki konumu Bizantinizm'e uygun düşmektedir ki, bir türlü din-devlet ilişkisini ve laikliği kabul edilebilir bir zemine oturtamamasının en önemli sebeplerinden biri budur. Bu model, değerlerin kaynağı olarak "din"in sosyo-politik hayattaki yeri ve 'diyanet'e ait işlerin sivil karakteri dolayısıyla işlemez haldedir. Bu açıdan AB'nin bunun farkında değilmiş gibi Diyanet'i resmi muhatap alması ilginçtir.ALİ BULAÇ

17 Nisan 2008 Perşembe

ADINI TEMİZLE ABDULLAH

Adını temizle Abdullah
16 Nisan 2008
Ahmet Hakan
'Turhan Çömez'in iddiası karşısında ne yapacaksınız?' Ahmet Hakan yazıyor.
Turhan Çömez adlı eski milletvekili, lafı hiç eğip bükmeden seninle ilgili acayip somut bir iddia ortaya atmış...

Şöyle diyor:

"Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın oğlu Abdullah Unakıtan, Bandırma’da bir ilçe tarım müdürüne, Bandırma’da açacakları fabrikanın bulunduğu alanın mera vasfında olduğunu söyleyip komisyonun toplanıp mera vasfının kaldırılmasını istedi. Aynı bürokrata birkaç gün sonra Abdullah Unakıtan, babasının selamını ileterek rüşvet teklif etti. Rüşveti kabul etmeyince de bürokrat ertesi gün görevden alındı."

Çömez’in iddiası bu...

* * *

Sevgili Abdullah...

Bence bu çok ama çok vahim bir iddiadır...

Bence çekirdek aileniz derhal küçük çapta bir toplantı düzenlemelidir.

Sevgili babacığın, babacığına "Sayın Bakan" diye hitap eden sevgili anneciğin, kamu kurumlarıyla ihale görüşmeleri yapan kız kardeşlerin falan derhal bir araya gelmeli ve şu Turhan Çömez denilen adamdan hesap sormalıdır.

Benim gibi bir yazarın "sudan" ve "beş para etmez" bir ironisi karşısında celallenip mahkemeye koşan, "Bu adam bizim onurumuzla oynadı... Onurumuzu ancak 5 milyon kurtarır" diye dava açan sevgili anneciğinin, Turhan Çömez’in yenilmez yutulmaz iddiaları karşısında bir tür Aliye Rona kesilip, "Hadi Abdullah’ım! Koş mahkemeye... Süründür şu Turan Çömez denilen adamı" demesi şart olmuştur...

Bakalım, "Çekirdek Unakıtan ailesi" olarak, çiğnenen onurunuzu kurtarmak için harekete geçecek misiniz?

Turhan Çömez’den hesap soracak mısınız?

Yoksa bu vahim iddia karşısında bir "tıs" sesi bile çıkarmayacak mısınız?

Sevgili Abdullah... Bilesin ki işimi gücümü bırakıp bu olayı takip edeceğim.

Seçime kadar Babacan kardeş

Solda ne zaman hafiften bir boşluk doğsa...

O boşluk "Hikmet Abi" formülüyle aşılırdı...

"Ekim’e kadar Hikmet Abi" cümlesini kim bilir kaç kez duymuşluğumuz vardır...

Peki söyleyin bakalım...

AKP kapatılırsa ve başta Erdoğan olmak üzere AKP’nin ağır topları yasaklı hale gelirse...

Yeni hükümeti AKP içinden kim kuracak?

Bir "abi" mi? Yoksa bir "kardeş" mi?

Aldığım duyumlara göre...

AKP kapatılırsa, yeni hükümeti kurma görevi bir "kardeş"e verilecekmiş!

O "kardeş" de Ali Babacan olacakmış...

"Seçime kadar Ali Babacan" formülünün işletilmesinin gerekçeleri ise şunlarmış:

BİR: Babacan’ın iddiasız ve düşük profilli oluşu...

İKİ: İyi bir emanetçi vasfına sahip olması...

ÜÇ: Memleketi sağ salim seçime götürebilecek potansiyelin kendisinde var olması...

DÖRT: "İhanet" adı verilen zehirli duyguya sahip olmadığına dair yerleşik kanaat...

TRT nereye?

Yok, "şeriatçı" falan olmaları söz konusu değil...

Öyle olsa...

İbrahim Tatlıses gibi bir adama haftada 150 bin kayme bayılacak kadar cömert olabilirler miydi?

Bence asıl mesele "şeriatçılık" değil...

Hesapsızlık... Öngörüsüzlük...

Şöyle ki:

Bu İbrahim Tatlıses denilen zat, kendi adına yaptığı şov programlarının reyting yapamaması nedeniyle büyük kanallardan sürülmedi mi? Sürüldü...

Küçük kanallarda kendine barınak aramadı mı? Aradı...

Oralarda dahi tutunabildi mi? Tutunamadı...

Bunun üzerine İbo’muz, "jüri üyesi" falan olup var oluşunu sürdürme mücadelesi verdi mi? Verdi...

Orada da mesela bir Bülent Ersoy kadar katma değer yaratabildi mi? Yaratamadı...

Peki bu durumda "Al sana haftalık 150 bin kayme... Dansözüne de 30 bin kayme" falan denilip, "kuyudan adam çıkarma" gayreti nedendir?

Daha "Sen TRT’sin... Fark yaratmalısın... Misyonuna sahip çıkmalısın... Agresif reyting yarışı sana yakışmaz" meselesine gelmedik bile...

Yani "İbo Şov" denilen programın TRT’ye yakışıp yakışmayacağı tartışmasını bir tarafa bıraktık...

Diyelim ki TRT’ciler, "Yakışır" dediler ve yakıştırdılar da...

O zaman...

150 bin kayme bayılmak da ne oluyor?

İbo’nun önüne...

Düşen reytinglerini koyacak, hafiften sönmeye başlamış yıldızından söz edecek, bir "tutunamayan" haline geldiğini anlatacak...

Biri çıkmaz mı koca TRT’de...

Mesela bütün bunlar en azından zorlu mu zorlu bir pazarlığın malzemesi yapılmaz mıydı?

Ya da şöyle soralım:

TRT’ciler, sonunun hüsranla bitmesi mukadder bir macera için, halkın parasını değil de, kendi babalarının paralarını bu kadar pervasız harcarlar mıydı?

16 Nisan 2008 Çarşamba

ŞİİR VE BİR ŞAİR İSMET ÖZEL

Mehmet Butakın / Milliyet Sanat / Eylül 2003 '60 sonrası toplumcu şiirimizin önde gelen isimlerinden biri olarak beliren İsmet Özel, 1970'lerde, toplumcu dünya görüşünden uzaklaştı ve kendi ifadesiyle "Müslüman" oldu. İsmet Özel'in gerek duygu dünyasında gerekse politik tavrında beliren bu değişim uzun yıllar varlığını korudu. Ancak 4 Ağustos 2003 tarihli Milli Görüş Gazetesinde "Bir Zamanlar Bir İsmet Özel Vardı" başlıklı yazısıyla İslamî kesim ile de politik bağlarını koparan Özel, ağustos ayına tam anlamıyla damgasını vurdu. Hem sol hem sağ kesimde üzerinde çokça konuşulan bu kararıyla İsmet Özel, politik yaşamında bir kez daha isyancı bir tavır sergiledi. Bu konuyla ilgili olarak ilk ve son kez Milliyet Gazetesi'nden Ahmet Tulgar'a konuşan Özel, İslamî kesimin önceliğinin 'çıkar' olduğunu söylediği röportajda "Ben hangi sebeplerle sosyalist olduysam, aynı sebeplerle Müslüman oldum," dedi; ayrıca AKP'yi içten pazarlıklı olmakla suçladı. Sol kesimin bu gelişmeye ilişkin yorumu "Aslında İsmet Özel hiç değişmedi," şeklinde yansıdı. Sağ kesimden yazarlarsa -genel olarak- Özel'in tavır değişikliğinin ciddiye alınması gerektiğini, yaptığı eleştirilerin /değerlendirmelerin samimi ve önemli olduğunu belirtti.
"YANLIŞ hayat doğru yaşanmaz," der Adorno. Modernizmin birbirine benzeyen evleri arasında yaşadığımız yeri bulamamak ne kadar acı. Ya da bulduğumuz her yeri yaşanacak aşkın bir mekân sanmak. 1970'li yıllarda Marksist militan şiirin önemli bir ismiydi İsmet Özel, bir bilinç kırılması sayılabilecek "Amentü" şiirine dek. Bu şiirin amentü değeri yalnızca İslamcı kesimde değil, sol kesimde de büyük bir etki ve hayranlık uyandırdı uzun bir süre: Az değil, 1975 - 2003. Yalnızlık pahasına da olsa büyük, ideallerle geçen bir yirmi sekiz yıl. Bu zaman dilimi içerisinde dahi sadece İslamcıların değil, yaklaşık bütün genç şairlerin heyecanla okuduğu bir karşı şiir'in şairi oldu.
Ancak karşı şiir olmasına karşın sistemle köklü bir etkileşimi olmayan, sadece mırıldanan bir içsel muhalefetin şiiri. İsmet Özel'in dolaylı bir dil ve söyleme yaslanan şiiri, kurumsal sistemden ziyade insanın varoluşunu ve evrensel trajedisini sorgulamaya yöneldi bu yirmi sekiz yıllık zaman diliminde de. Marksist düşünce biçiminden büyük bir gürültüyle ayrıldığında, herkesin merak ve iddia ettiği o kötü şiirleri hiçbir zaman yazmadı İsmet Özel. Asıl sorun bu değildi.
İslamcılık ve ulusal medeniyet
Türkiye'de legal siyasal İslamcılığın kendini Kemalizm üzerinden, en azından Kemalist imkânlar ve modernizm üzerinden var ettiğini biliyoruz. Cumhuriyet ideolojisi, 1950'lere kadarki toplumsal yaşamda İslam'ı öngörülen milli medeniyetin sınırlarına dahil ederek onun siyasal boyutlarını yontmak suretiyle modernist argümanlarla yaşanabilir kılmaya çalışmıştı. Ancak her şey planlandığı gibi gitmeyebilir; gitmedi de. 1950'de Demokrat Parti'nin, yani çevre'nin merkeze karşı kazandığı zaferle işler tersine döndü. Çevresel iktidar, Cumhuriyet ideolojisini dönüştürerek Kemalizm'i bir yumuşama sürecine soktu.
Aslında Türk siyasal İslamcılığı varoluşunu sözünü ettiğimiz çevresel sağ iktidara borçludur. 1960'lı ve 70'li yılların toplumsal hareketliliği içinde İslamcılar'ın kendilerini sağcı olarak tanımlamaları konjönktürel olsa da bunda Kemalist Cumhuriyetçiler karşısında Demokratlar'ın kazandığı çevresel zaferin büyük etkisi olduğu söylenebilir. Ancak 1970'li yılların ortalarına doğru İslamcılığın büyük yapısal değişimler geçirmesi ve Ortadoğu'da kolonyal yönetimler karşısında bir alternatif olarak ortaya çıkması, Türkiye'de de İslamcılığın siyasal yönlerinin gelişmesine ve iktidar talebinde bulunmasına neden oldu.
Sünni şairlikİşte İsmet Özel böyle bir zamanda "Amentü" dedi. Bu Amentü'nün büyük ideallerle ve devrimci bir ruhla söylenildiğinde hiç kuşku yok. Ece Ayhan İslamcı şairlere "Sünni şair" demenin daha doğru olduğunu söyler: "Onlara Sünni şairler dersek böyle bir kullanım daha yerinde olur. Onların yalnızlıklarından yakınmadıkları doğrudur. Sünniliği ben çoğunluk anlamına alırım, buna karşın ve yine de yalnız ve ıssız oluşları benim hep dikkatimi çekmişti... Onlar sıkı şair olabilirler. iş burada değil". İlhan Berk ise İslamcı şairlerden söz ederken her şeye rağmen İsmet Özel için ayrı bir ayraç açmanın mümkün olduğuna işaret eder. (Bkz. Ece Ayhan, "Kolsuz Bir Hattat")
İsmet Özel, bu yirmi beş yılı aşkın zaman diliminde şiirini ideolojik bir aygıt olarak kullanmadı. Ancak İslamcılık üzerinden geliştirmeye çalıştığı milli medeniyetçilik, onun bütünsel kimliğinde ideolojik bir kırılma yaratarak şiirinin ön plana çıkmasını engelledi: "Müslümanlığımızı nevrotik bir muhalefet olarak değil, her adımı kendimiz için kazanç olan bir mücahede süreci olarak kavrayabiliriz". ("Zor Zamanda Konuşmak")
Bu cümleler, İsmet Özel'in İslamcı kimliğinin ve İslam algısının bir işareti olmakla birlikte Türk modernizminin öngördüğü medeniyet tahayyülünün de izlerini taşıyor. İsmet Özel, aslında modern uygarlığın insan zihninde tekabül ettiği algılardan duyduğu utancı da yazdı. Ancak "Amentü" dedikten sonra İslamcıların toplumsal yaşamda varolma mücadelesinin reel koşullarını aramaktan da alıkoyamadı kendini. Özel'in gelinen noktada geliştirdiği söyleme bakılacak olursa, onun muhalif duruşunu içsel pratiklerle koruduğunu gösterse de şair kimliğiyle olmasa bile ideolog kimliğiyle modern ve etik bir Milli Medeniyet'e kapı araladığı görülebilir. Ancak bu medeniyetin sığınmaya elverişli bir çatı olup olmadığı çok da önemli olmayabiliyor kendi yalnızlığıyla yetinmeyenler için. Yağmur yağıyorsa kaçılacak yer çatının altıdır diyordu, Özel. Çatının altında fazla beklemek ise zatürreeye neden olabilir. Ancak yağmur da yağsa, medeniyetin çatıları da çökse kimsenin "Bütün günahlar affedildi, eve dön!" demeye hakkı yok.
Şiirin ve şairin toplumsal işlevinden söz etmenin hiçbir anlamı yok. Sokrates "Şair devlete hiçbir faydası dokunmamış kişidir." der. Gelinen noktada İsmet Özel'in İslamcı iktidara yönelttiği eleştirilerin haklılığını sanırım herkes teslim edecektir. Ancak onun bunca zamandır ulusal İslamcılar'a iktidarın yüceliğini anlatmadığını kim iddia edebilir? Bunun şairin işleviyle ne ölçüde örtüştüğünü tartışmaya gerek var mı? Kaldı ki şiirin ulusal ve ideolojik bir aygıt olarak kullanıldığı yıllar geride kaldı. Bugün şiirin belki de yalnızca bir işlevinden söz edilebilir: İnsanın kendi büyük yalnızlığını anlamlandırma işlevinden. Böylelikle insanın kendi toplumsal günahlarını azaltmasına katkıda bulunmak ve iştahsız muhalif bir ahlâk geliştirmek...İktidara yürümenin yollarını göstermek hiçbir şiirin ve şairin işi değildir. Çünkü en iyi iktidarlar bile doğalarında zulümden parçalar taşırlar. İsmet Özel, bunca yıl çoğunluk içinde bir yalnızlığı yaşadı. Hep anlaşılamamaktan yakındı. Oysa anlaşılması gereken hiçbir şey yoktu, insanın ve özellikle şairin yalnızlığı dışında.

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!