6 Ocak 2025 Pazartesi

İdari Para Cezası Ne Demek?

İdari para cezası, yanlışların ve pisliklerin meşrulaştırılmasının resmi bir yolu oldu. Yaptırımlar, yanlışı tamamen ortadan kaldırmak içindir, ancak bugün bu cezalar, sadece yönetimin çıkarlarına hizmet eden bir araca dönüşmüş durumda.

Bir market, kasap ya da iş yerine neden para cezası verilir? Apartmanda gürültü yapanın cezası neden para ile çözülür? Bu cezalar, hataların devamı için bir açık çek vermekten başka bir şey değil. Bugün, adalet sistemi toplumu düzeltmek yerine, ahlaksızlığı teşvik eden, halkın güvenini kökünden sarsan mekanizmalara dönüştü. Toplumsal ifsat, bu kurallar ve cezalarla sürdürülüyor. Hatta, bu adaletsizlikleri sorgulamayan bir halk beklentisiyle alay edercesine devam ettiriliyor. Ancak ben, bu oyunların iç yüzünü açıkça görüyorum ve zekamı küçümsemelerine izin vermeyeceğim.

Söyler misiniz, toplumsal yaşamı gerçek anlamda iyileştirmek adına hangi yapıcı adımları attınız? Para cezasıyla kasaları doldurmak dışında, halkın refahını sağlamak için ne tür çözümler sundunuz? Bana, bu göstermelik cezalandırmaların toplum vicdanına ve düzenine gerçekten nasıl bir fayda sağladığını izah edin. Yoksa hâlâ sırtımıza vurulan semeri kendi ellerimizle taşıyacağımızı mı düşünüyorsunuz?

Gün gibi aşikâr: Her hatayı ve olumsuzluğu paraya tahvil eden, adeta paraya taparcasına işleyen bir sistemle karşı karşıyayız. Söyleyin, bu dünyanın bütün zenginliği size yetse bile vicdanınızdaki boşluğu doldurabilir mi? Alın hepsi sizin olsun; yalnızca halkın huzuruna dokunmayın, yeter.

Eğer yanlışı kökten çözme amacı taşımıyorsanız, bu cezalar yalnızca bir gelir kaynağına dönüşür. Apartmandaki gürültüyü "Bir sonraki cezaya kadar devam edebilirsiniz" mantığıyla para cezasına bağlamak, düzeltilmek bir yana, ahlaki bir çöküşü teşvik eder. Bu mudur adalet? Bu mudur toplumsal vicdanın gereği?

Marketlere gidiyorsunuz, "etiket eksik" diyerek ceza yazıyorsunuz. Peki, sorun gerçekten çözüldü mü? Yapılması gereken, o market sahibine halkı aldatmanın sonuçlarını anlatmak ve doğru bir bilgilendirme yapmaktır. Ama hayır, böyle bir şey yapılmıyor. Sadece para alınıyor ve konunun özüyle ilgilenmek yerine işin kolayına kaçılıyor. Ne bir çözüm getiriliyor ne de bireyler bu çözümün bir parçası olmaya teşvik ediliyor.

Apartmanın alt katındaki dükkânda bir faaliyet izinsiz yürütülüyor, ceza kesiliyor. Ancak bu şahsın yaptığı hatayı anlamasına ya da onu düzeltmesine yönelik en ufak bir rehabilitasyon veya bilinçlendirme çabası dahi gösterilmiyor.

Sıradaki? Daha fazla kâr ve denetim bahanesiyle yeniden aynı kör düzeni devam ettirin, öyle mi? Halkı mı şekillendiriyorsunuz yoksa sadece kasaları doldurmak için bir bahane mi buluyorsunuz?

Bu uygulamaların halkı ne duruma düşürdüğünü bir düşünün. Toplum artık sizden şüphe ediyor ve asla çözüm bulamayacağına inanıyor. O öyle bir hale geldi ki; para, en kötü kokuşmalarınızı bile maskeleyecek bir perdeye dönüştü. Fakat unutmayın, perdeyi bir gün halk indirir ve gerçekler ortaya çıkar.

Bahadır Hataylı/05.01.2025/Sancaktepe/İST

Hakkın Savunucusu Olmak

Hakkın yanında yer almak ve bu hakikatin tanığı olmak, Kuran-ı Kerim'de inananlara önemli bir görev olarak yüklenmiştir. Bu, sadece bireysel bir sorumluluk değil, aynı zamanda toplumsal bir yükümlülüktür. Müminlerin hakkı savunmaktan çekinmemesi, adaletin tesisine katkıda bulunması ve zulme karşı dirayet göstermesi gerektiği sık sık vurgulanır.

Hakkı Ayakta Tutmak

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan ve adaletle şahitlik eden kimseler olun.”
(Maide Suresi: 5/8)

Bu ayet, müminlerin görevini net bir şekilde açıklar. Hakkı savunmanın ve adaleti sağlama çabasının, kişinin imanıyla doğrudan bağlantılı olduğunu belirtir. Allah adına şahitlik etmek, yalnızca doğruyu ifade etmekten ibaret değildir; aynı zamanda tüm adaletsizliklere karşı durmayı ve güçlüden yana olmak yerine, mazlumun hakkını korumayı içerir. Buradaki anahtar mesaj, bir müminin her koşulda adaleti öncelemesi gerektiğidir.

Örneğin, bir toplumda yöneticiler ya da etkili kimseler zulme neden oluyorsa, buna sessiz kalmak bir müminin sorumluluklarını ihmal etmesi anlamına gelir. Hakkın ve adaletin şahidi olmak için, birey toplumsal sorunlara duyarsız kalmamalıdır. Bir öğrencinin sınıf arkadaşlarına adil davranmasından, bir işverenin çalışanlarına insanca muamele etmesine kadar her alanda bu ilke geçerlidir. Toplum bu düstur üzerine şekillendiğinde, huzur ve güven tesis edilir.

Hükümlerin Üstünlüğü

“Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”
(Maide Suresi:5/45)

Bu ayet, insanlara yalnızca Allah'ın koyduğu hükümlere uymanın gerekliliğini hatırlatır. Eğer insanlar kendi arzu ve çıkarları doğrultusunda hareket ederek ilahi hükümlere aykırı davranırlarsa, sonuçta zulüm kaçınılmaz olacaktır. İnsanlık tarihine baktığımızda, birçok toplumun adaletten saparak kendi heva ve heveslerine uyması nedeniyle çöktüğünü görebiliriz.

Kuran'ın bu uyarısı, aynı zamanda günümüz dünyasına da önemli bir ders sunmaktadır. Medyada görülen haksızlıklar, adaletin belirli çıkar gruplarına göre şekillendirilmesi ve güçlünün haklı sayıldığı düzenler, bu ayetin önemini daha iyi anlamamıza yardımcı olur. İnsanların Allah'ın ölçüleri doğrultusunda hareket etmeyi bırakması, hem bireysel hem de toplumsal olarak çürümenin başlangıcıdır.

Zor Koşullarda Hak ve Adaletin Savunulması

“Ey iman edenler! Kendiniz, anne babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa Allah için adaleti ayakta tutan kimseler olun…”
(Nisa Suresi:4/135)

Bu ayet, adaletin evrensel olduğunu ve akrabalık, dostluk ya da kişisel menfaatlerle gölgelenmemesi gerektiğini ifade eder. İnanan bir bireyin, sevdiklerine zarar geleceğini bilse bile hakka ve adalete sırt çevirmemesi öğütlenir. Bu, çok zor bir görevi işaret eder; zira çoğu zaman insanlar yakınlarını ve çıkarlarını koruma eğilimindedir. Ancak bu, müminin imanı ve ahlakıyla sınandığı kritik bir alandır.

Günümüzde de adaleti savunmak ve hakkı söylemek zorlayıcıdır. Hakkın savunucusu olmak demek, güçlüye karşı dik durmayı, popüler görüşlere aykırı olsa da gerçeği haykırmayı gerektirir. İster çalışma hayatında ister aile ilişkilerinde olsun, bu ilke bireyin yaşamında belirleyici olmalıdır.

Örneğin, bir iş yerinde adaletsiz davranışlarla karşılaşan bir birey, bu durumu dile getirmekten çekinmemelidir. Hakların korunması için atılan bu adımlar, toplumu daha yaşanabilir bir hale getirecektir.

Hakkın Savunucusu Olmanın Toplumsal Önemi

Hakkı ve adaleti savunmak, bireysel bir sorumluluktan çok, toplumu ilgilendiren bir meseledir. Toplumlar, ancak adalet temelinde varlığını sürdürebilir. Haksızlıklar karşısında sessiz kalan bireylerden oluşan bir toplum, yozlaşma ve çürümeden kaçamaz. Bu nedenle, inananlar hakkı ayakta tutmalı, zulümle mücadele etmeli ve adil bir düzenin tesisi için çaba göstermelidir.

Bu doğrultuda Kuran, insanlara sadece kendi hayatlarını değil, aynı zamanda diğer insanların haklarını da savunmaları gerektiğini hatırlatır. Zulmün olduğu yerde Allah’ın adaletini savunmayan bireyler, dolaylı yoldan bu zulme ortak olur. Peygamber Efendimizin şu hadisi bu durumu açıkça anlatır:

“Bir kötülük gördüğünüzde, onu elinizle düzeltin; buna gücünüz yetmezse dilinizle, buna da gücünüz yetmezse kalbinizle buğz edin. Bu, imanın en zayıf halidir.”

Bu öğreti, hakkı ve adaleti savunmanın inançla ne kadar derin bir bağa sahip olduğunu gösterir. Kuran ve sünnetin ışığında bir toplum, her bireyin hakkını savunduğu bir yapıya kavuşabilir.

Hakkın Savunucusu Olarak Yaşamak

Hakkı savunmak ve adaletin tesisinde rol almak, Kuran'ın insana yüklediği büyük bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu yerine getirmek, sadece bireysel olarak Allah katında bir mertebe kazandırmaz; aynı zamanda toplumların huzura kavuşmasını sağlar. Bu, zorlayıcı ama bir o kadar da anlamlı bir yoldur. Herkesin hakkını savunduğu, adaleti öncelediği bir dünya, Allah’ın rızasına ve cennetine ulaşmanın yollarından biridir.

İnsanlar, bu dünya için geçici olan şeylerin peşinde koşarken adaleti ve hakkı arka plana atmamalıdır. Aksine, Kuran’ın öğütlerini hayatlarına rehber edinerek güçlü bir iman, sağlam bir ahlak ve insanca bir yaşamın mümkün olduğunu göstermelidirler.

Günümüzde bireylerin bu görevleri yerine getirmesi, birçok sorunun çözümü için anahtar olacaktır. Hakkın yanında durmayı seçenler, sadece kendi yaşamlarını değil, aynı zamanda çevrelerindeki insanların yaşamlarını da güzelleştirebilir. Bu, Allah’ın hoşnut olacağı bir hayatın temelidir. O halde, her bir mümin kendine şu soruyu sormalıdır: “Ben hakkı ve adaleti savunan bir yaşamın neresindeyim?”

Erol Kekeç/04.01.2025/Sancaktepe/İST