Toplumsal yaşamın en hassas ve kırılgan noktalarından biri, bireylerin ortak iradesinin siyasete ve yönetime yansıma biçimidir. İnsanlar, kendi tercihlerini temsil etmesi için belirli kişilere veya kurumlara yetki verirler. Bu, demokrasinin ya da daha genel anlamda siyasal meşruiyetin temelidir. Ancak sorun tam da burada başlar: Seçilenlerin, seçenlerden aldığı iradeyi bir süre sonra görmezden gelmesi, kendi varlığını gücün gölgesinde korumaya çalışması ve halkın iradesini ikinci plana atması. Bu an, aslında toplumsal çürümenin ilk işaret fişeğidir. Çünkü bir toplumun varlığını sürdüren en büyük yapıştırıcı, güven duygusudur. Güvenin erozyona uğraması, toplum ile yönetim arasındaki bağı koparır.
Güvenin Çözülüşü
Bir toplum, iradesinin dikkate alınmadığını fark ettiğinde, refleksif bir hareketle kendi iradesine sahip çıkmaya yönelir. Bu, sosyolojik bir zorunluluktur. İnsanın doğasında yer alan öz savunma mekanizmasının kolektif boyuta taşınmış halidir. Ancak burada karşımıza çıkan paradoks, tam da bu sahiplenişin daha büyük kaoslara yol açabilmesidir. Çünkü kitleler, bireysel aklın sınırlarını aşarak farklı bir varlık kazanır. Kitle, tek tek bireylerin toplamından öte bir ruha, bir psikolojiye sahiptir. Ve bu psikoloji, çoğu zaman yönetimlerin en az anladığı, en çok çekindiği şeydir.
Toplum, kendi iradesinin hiçe sayıldığını gördüğünde önce sessiz bir tepki verir. Bu tepki, kayıtsızlık veya geri çekilme olarak okunabilir. Ancak bu kayıtsızlık, gerçekte biriken enerjinin işaretidir. Sessizlik, bir fırtınanın habercisi olabilir. Ardından güvenin kırıldığı noktada bireyler, kendi çarelerini üretmeye başlarlar. Bu noktadan itibaren toplumsal düzenin kılcal damarlarında çatlaklar oluşur. Devletin veya yönetimin sunduğu normatif düzenin karşısına, kitlelerin kendiliğinden doğurduğu alternatif düzenler çıkar.
Bastırma İradesi
Yönetimlerin sıklıkla yaptığı hata, bu kolektif hareketlenmeyi organize suç örgütleriyle karıştırmasıdır. Çünkü iktidar aklı, kendisine yönelen her tür itirazı kriminalize ederek kontrol etmeye eğilimlidir. Bu refleks, modern devletlerin genetik kodlarına işlemiştir. Ancak burada gözden kaçırılan kritik gerçek, kitle hareketlerinin doğrudan bir örgütlenme ürünü değil, ortak uyaranlara verilen benzer tepkiler olduğudur. Yani insanlar, aynı nedenlerle aynı tepkileri gösterirler. Bunu organize eden bir el aramak, yalnızca sorunun özünü kavrayamamanın göstergesidir.
Bastırma girişimi, görünürde düzeni koruma amacını taşısa da gerçekte daha büyük kaosların kapısını aralar. Çünkü güç kullanıldığında, toplumun refleksi yalnızca artmakla kalmaz, aynı zamanda daha sert bir forma dönüşür. Kitle psikolojisinin özelliği, karşıt güce karşı katlanarak cevap verme eğilimidir. Gücün şiddeti arttıkça, kitlelerin öfkesi de büyür. Bu noktada artık sorun yalnızca politik bir mesele olmaktan çıkar, sosyolojik bir yangına dönüşür.
Diyalektik Gerilim-İrade – Güç – Kaos
Diyalektik bakış açısıyla meseleye yaklaşacak olursak, karşımızda üç temel moment vardır: toplumsal irade, iktidar gücü ve ortaya çıkan kaos.
-
Toplumsal İrade: İnsanların ortak çıkarları, adalet beklentisi ve güven talebi üzerine inşa edilir. Bu irade, siyasal yapının en güçlü meşruiyet kaynağıdır.
-
İktidar Gücü: Seçilenlerin, seçenlerden koparak varlığını sürdürme çabasıdır. Gücü elinde bulundurdukça, halkın taleplerini daha az önemser. Bu, gücün yozlaştırıcı etkisinin bir sonucudur.
-
Kaos: İrade ve güç arasındaki çelişkinin patlama noktasıdır. Halkın kendi iradesine sahip çıkma refleksiyle iktidarın bastırma arzusu çarpıştığında kaos kaçınılmaz olur.
Bu üçlü arasında sürekli bir gerilim vardır. İktidar, gücünü sürdürmek için baskıyı artırır; toplum, iradesini korumak için direnir. Her iki tarafın hareketi, diğerini daha da sertleştirir. Bu kısır döngü, sonunda tüm düzeni tehdit eden büyük toplumsal patlamalara yol açar.
Kitlelerin Doğası
Kitlelerin doğasını anlamadan, bu süreçleri çözmek mümkün değildir. Kitle, belli bir liderlik olmaksızın da hareket edebilir. Çünkü kitleyi harekete geçiren şey, çoğu zaman ortak bir adaletsizlik hissidir. Bu his, bireyleri birbirine bağlayan görünmez bir ağ gibidir. Örneğin, bir ekonomik kriz, bir adaletsiz yargı kararı ya da bir yolsuzluk olayı, farklı bireylerin aynı duyguda birleşmesini sağlar. Burada “örgütlenme” yoktur, ama güçlü bir ortak bilinç vardır.
Kitle eylemlerinin en önemli özelliği, zaman ve mekân tanımamasıdır. Uyaran ne zaman ortaya çıkarsa, kıvılcım orada yanar. Bu nedenle iktidarların “kontrol etme” çabaları genellikle sonuçsuz kalır. Çünkü kontrol edilmeye çalışılan şey, aslında toplumun kendisidir. Bir yönetimin kendi halkını sürekli bir tehdit unsuru olarak görmesi, uzun vadede kendi meşruiyetini yok eder.
Tarihten ve Günlük Hayattan Yansımalar
Toplumların tarihine bakıldığında, bu diyalektiğin sayısız örneği görülebilir. Adaletsizliklerin, yoksullukların ve hak gasplarının biriktiği dönemlerde, kitleler her zaman bir çıkış yolu aramışlardır. Bu çıkış yolu bazen barışçıl eylemler, bazen de sert çatışmalar şeklinde ortaya çıkmıştır.
Günlük hayatta da benzer küçük örnekler bulunur. Bir iş yerinde işçilerin haklarının sürekli görmezden gelindiği bir ortam düşünelim. Önce bireysel şikâyetler olur. Sonra işçiler arasında sessiz bir dayanışma başlar. Yönetim bu şikâyetleri bastırmaya çalıştığında ise topluca iş bırakma, greve gitme veya farklı direnme biçimleri ortaya çıkar. Burada görülen şey, mikro ölçekte de olsa toplumsal refleksin aynısıdır. İnsan, haksızlığa karşı kendi iradesini savunma eğilimindedir.
Güçle Bastırmanın Yıkıcı Sonuçları
Bir yönetim, bu tür kitle hareketlerini yalnızca güvenlik meselesi olarak gördüğünde, kendi eliyle daha büyük bir güvenlik açığı yaratır. Çünkü kolluk güçleriyle bastırmaya çalıştığı her eylem, toplumun gözünde meşruiyetini biraz daha yitirir. Meşruiyetini yitiren bir yönetim ise daha çok güç kullanmak zorunda kalır. Bu kısır döngü, en sonunda ya devletin çöküşüne ya da toplumsal düzenin geri dönülmez şekilde parçalanmasına yol açar.
Buradaki en büyük hata, toplumsal iradenin doğasını anlayamamaktır. İrade, baskıyla yok edilemez; yalnızca daha da güçlenir. Bir ateşi suyla söndürmek mümkündür ama aynı ateşi rüzgârla bastırmaya çalışmak onu daha da büyütür. Toplumsal hareketler de böyledir: bastırıldıkça yayılır, küçümsendikçe güçlenir.
Burada sorulması gereken temel sorular şunlardır:
-
Neden yönetimler, halkın iradesini bastırmayı tercih eder de onu anlamayı ve dikkate almayı seçmezler?
-
Güç, gerçekten bir yönetimin güvenliğini sağlar mı, yoksa yalnızca çöküşünü hızlandıran bir yanılsama mıdır?
-
Toplumsal reflekslerin kriminalize edilmesi, toplumla iktidar arasındaki bağı nasıl koparır?
Diyalektik açıdan bakıldığında, bastırma ile direnme arasındaki gerilim kaçınılmazdır. Ancak bu gerilimin nereye evrileceği, yönetimlerin seçtiği yöntemlere bağlıdır. Halkın iradesini dikkate almak, güveni yeniden tesis etmek ve toplumsal enerjiyi yapıcı bir zemine kanalize etmek mümkündür. Aksi takdirde, güçle bastırılan her hareket, daha büyük bir patlamanın habercisi olmaktan öteye geçmez. Üsten basınç ne kadar fazla olursa alttan o kadar tazyikli akar...
Erol Kekeç/10.09.2025/Sancaktepe/İST

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder