“Araştırmayalım, Çünkü Doğru Olanı Biz Zaten Biliyoruz(!)”
Bir sel baskını düşünün… Gözle görülür biçimde yaklaşan, dere yatağını taşırmış, yolları kapatmış, kimi evlerin penceresinden içeri girmeye başlamış. Siz tehlikeyi seziyorsunuz, uyarıyorsunuz. O sırada yanınıza biri geliyor: “Boş ver,” diyor, “Abartıyorsun. Bir şey olmaz. Bana inanmıyor musun?”
Şimdi bu kişi bir yabancı olsa, gözünüzün içine baka baka apaçık bir felaketi inkâr etse, aklınızdan şüphe duyarsınız ve yolunuza bakarsınız. Fakat bu kişi çok güvendiğiniz, sadakatinden emin olduğunuz bir dostunuzsa işler değişir. Kafanız karışır. İçinize bir kurt düşer. “Neden araştırmamı istemiyor? Neden bu derece emin davranıyor? Acaba bu tehlike onun da parçası mı?”
Aynı şey bir saldırı için de geçerli. Dört bir yandan üzerinize taş yağıyor. Kim atıyor belli değil. “Gel birlikte bakalım,” diyorsunuz. “Kim saldırıyor, amaçları ne, nasıl savunuruz kendimizi?” Ama dostunuz birden sesini yükseltiyor: “Boşuna bakma! Kim olduğu belli. Sana söylüyorum ya. Araştırmaya gerek yok!”
Şimdi düşünün… Tehlike var ama araştırma istemeyen biri var. Hatta araştıranlara öfke duyan biri. Oysa dostluk, tehlikeye karşı omuz omuza durmayı gerektirir. Gerçeği aramayı. Kaynağı tespit etmeyi. Önlem almayı. Ama burada karşımızdaki kişi, “Ben ne diyorsam o doğru” tavrıyla hem sizin merakınızı, hem ortak güvenliğinizi bastırıyor.
Bu örnekleri hayatın her alanına taşıyabiliriz.
Araştırmaya Karşı Olanların Siyaseti
-
Mülakat sisteminin adaletsizliğinden herkes şikâyet ediyor. Ama “mülakatlar kaldırılsın mı?” önerisi Meclis'e gelince reddediliyor.
-
Gıda fiyatları fahiş. Çiftçi eziliyor. Ama “gıda fiyatları neden artıyor, market zincirleri mi sorumlu, üretim mi kısıtlanıyor?” diye bir araştırma önergesi gelince, yine “gerek yok” deniyor.
-
Gençler işsiz. Beyin göçü hızla artıyor. Ama bu durumun sebeplerini araştırmak için önerilen komisyon tekliflerine yine “hayır” oyu veriliyor.
Sadakat Maskesi Altında Baskı ve Korku
Bu sorgulamama hali sadece siyasette değil, toplumsal yapının tamamına yayılmış durumda. İnsanlar artık gerçeği öğrenmek istemiyor. “Bana kim söylerse doğrudur” anlayışı hâkim. Öyle bir akıl tutulması ki; insanlar artık bilgiyle değil, aidiyetle karar veriyor. Ve ne yazık ki, bilgi arayanlara da “hain”, “şüpheci”, “fitneci” gibi etiketler yapıştırılıyor.
İşte burada büyük bir çelişki doğuyor. Hem bir durumdan rahatsız olacaksınız, hem de o durumun köklerini öğrenmek istemeyeceksiniz. Bu artık cehalet değil, bilinçli bir teslimiyettir. Hatta daha da ötesi: Kör bağlılıktır.
Korku, Gerçeğin Ortaya Çıkmasından Duyulan Rahatsızlık
Bazen insanlar gerçeğin ortaya çıkmasını istemez. Çünkü o gerçek, kendi inşa ettikleri sahte huzur dünyasını yıkabilir. Yıllardır güvendikleri liderin yanlışlarını açığa çıkarabilir. Kendilerine biçilen “bizden” yaftasını sorgulatabilir.
Bu durum, sağlıklı bir toplumun en temel yapı taşını –yani sorgulama hakkını– ortadan kaldırır. Ve bir toplum sorgulama yetisini yitirirse, artık kendi kaderini de başkalarına bırakmış olur.
Sorgulamak İnsan Olmanın Gereğidir
İnsanoğlu merakıyla var olur. Sorgulamasıyla gelişir. “Neden?” sorusunu sormaktan vazgeçtiği an köleleşir. Kur’an’da dahi defalarca akletmeye, düşünmeye, gözlemlemeye davet ediliriz. “Hiç düşünmez misiniz?” diye sorulur. Düşünmek, araştırmak, sorgulamak; sadece entelektüel bir lüks değil, insani bir sorumluluktur.
Bu yüzden bir tehlike varsa, onun ne olduğunu, kimden geldiğini, neden geldiğini anlamak istemek bir paranoya değil, bir sağduyudur. Hele ki yönetim sorumluluğu taşıyanlar için bu, vicdani ve hukuki bir zorunluluktur.
Bugün Sorulmayan Soru, Yarın Bizi Yakar
Bugün nedenleri araştırılmayan olaylar, yarın üzerimize yıkılan dev dalgalar olarak karşımıza çıkar. Ve o zaman bize, “boş ver, bana inanmıyor musun?” diyen dostların ya gerçekte ne olduklarını anlarız ya da çok geç kalmış oluruz.
Tarih, tam da bu hataların sonucunda şekillenir. Firavunlar, Nemrutlar, diktatörler; hep halkın “sorgulamayalım, o ne derse doğrudur” anlayışı sayesinde güçlerini artırmışlardır. Ve onlar gidince arkalarında yalnızca yıkılmış medeniyetler, yanan şehirler ve sorgulamayı unutan halklar bırakmışlardır.
Araştırmaktan Korkanlardan Korkun
Bugün ülkemizde yaşadığımız yüzlerce olumsuzluğun kaynağında bu araştırma karşıtı zihniyet vardır. Bu zihniyetle mücadele etmek, yalnız bir hak değil; gelecek nesiller adına bir görevdir.
Ve biz bu görevi yerine getirmezsek, bir gün çocuklarımız bize şunu sorar:
“Baba…Madem şikâyetçiydiniz,Neden araştırılmasına izin vermediniz?”
O soruya verecek bir cevabınız olur mu?
Erol Kekeç/30.07.2025/Sancaktepe/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder