2 Aralık 2024 Pazartesi

Omurgasızlar Çağı-Sürüngenlerin Dramı

Sahi, tarih kitaplarına bakılmasına gerek var mı? Hep aynı hikaye. Güç sahipleri, güçlerini koruma adına çeşitli savunma mekanizmalarını devreye sokar; adaleti, hukuku ve anayasal değerleri ise genellikle kendi konforlarına göre eğip bükerler. Tarih boyunca dünyanın dört bir yanında bu döngüyü görmek mümkün. Ancak işin ilginç yanı şu ki, bu "tanıdık manzara" sadece geçmişin tozlu sayfalarına hapsolmuş değil, günümüzün modern(!) toplumlarında da yaşamları tüm canlılığıyla sürüyor. 

Güç ve imkan sahibi olanların başrolde oynadığı bu büyük sahnede, ezilen halk ise ne yazık ki sahnenin arka planını süsleyen dekorlardan ibarettir. Gücü elinde bulunduranların, bu gücü korumak için çeşitli oyunlar ve alengirli düzeneklerle varlıklarını sürdürdüğü bir dünyada, ahlak ve erdem kavramları sıklıkla devre dışı bırakılır.

Bu hikayede bir başkahraman var: Omurgasızlar. Ama hemen biyolojiye dalmayalım; İngilizcede "omurgasız" tanımı, biyolojik değil, tamamen toplumsal bir metafor. Hani şu anda her deliğe girebilen, her yerde gidebilen, hangi güç patlaması yakınsa yerinde doğrularak ilerleyen tipler. İşte bu sürüngenler, toplumsal piramitlerin tepesine çıkmak için hiçbir etik tanıma sığmaz. Yalnızca güç elde etmekle kalmazlar, aynı zamanda elde ettikleri bu gücü, bir başka sürüngenin gelip onları yerinden etmemesi için de kullanırlar.

Omurgasızların beslendiği ekosistem oldukça ilginçtir. İlk olarak "alkışlayanlar ordusu" adı verilen bir tür yardakçılar grubu yaratılır. Bu yardakçılar, ağalarının önlerine koyduğu yemeği, yiyecekleri süreçte mükemmel birer sadakat örneği sergilerler. Ancak bir musluk kısılırsa, aynı yardakçılar aynı anda en azgın düşmana dönüşebilir. Otoritenin varlığını sürdürebilmesi için, bu alkışlayanlar ordusunun sürekli beslenmesi gerekir. Bu yüzden kamu kaynakları bol keseden dağıtılır.

Ancak bu ekosistemin asıl ilginç kısmı, "medya büyücüleri" olarak sunulan bir grup varlıktır. Bu büyücüler, gerçeklikten kopup, farklı bir hayali halkın önüne sürüklemekle  görevlidir. Siyahı beyaz, beyazı siyah gösterirler. Hakikatin çığlığını boğmak için, rengârenk illüzyonlarla dolu bir perdenin arkasında dans ederler. Halkın beynini sürekli manipüle eden bu medya organları, her gün yeni bir düşman, yeni bir kahraman yaratır.

Şimdi sorabilirsiniz: "Bu sürüngenler ve bunların ekosistemi hangi coğrafyada yaşıyor?" Hemen söyleyelim, böyle şeyler bizim coğrafyada pek görünmüyor(!) Yok, yok, şaka yapmıyorum, gerçekte görülmez! Bizde herkes hak, hukuk ve adalet için çalışır. Bizim burada sürüklenerek hızla yaşayanlar olduğu gibi, halkın geri kalanı ise gece gündüz demeden çalışır. Hatta öyle ki, dünya zenginliği sıralamasında bizim kotaranlarımız "yakın zamanda" sürekli üst sıralarda yer alıyorlardı. Halk fakirleşirken, onların mal varlığı astronomik bir hızla artar. Ama bu, tamamen "Bizim iyiliğimiz içindir!"

Yine de, Gine gibi "ilkel" toplumlara bir göz atalım. Beyaz kumların üzerinde yatıp güneşi içlerine çekerken, biz betonların arasında  kalıp onların hayatlarında huzur arıyoruz. 

Modern toplumlarda halk ezilmesine rağmen, yönetenlerinin bir eli balda bir eli yağda, itibarı korumak esas, onun için bu toplumlarda hayat süt limandır. Bu toplumlarda büyük bir kesim hayatta kalmaya devam ederken, diğer küçük bir kesim lüks içinde yaşar. Toplumun geri kalanının tek görevi, alkışlamak ve sorgulamamaktır. Çünkü sorgulama, omurgasızların ekosisteminde tehlikeli bir fikirdir, onun için provokasyon aracı olarak tehlikeli kabul edilir.

Beton duvarların arasında çekişenler için Gine'nin beyaz kumları uzak bir hayalden öteye geçemez. Gine'de insanlar doğalarından yararlanırken, bizler görsel medyada "yönetici ağalarımızın" nasıl korunduğunu görüyoruz. Onlar dünyanın en büyük ihalelerini kazanırken, onların kazançlarını ürünlerini alkışlamaktan bir adım  geri durmuyoruz.

Medya organları, hipnoz seansları düzenleyerek insanları sürekli bir uyku halinde sürdürüyor. Bir yanda "Allah" diye bağıran ama diğer yanda hakikate düşman olan kalabalıklar, manipülasyonun en trajik kurbanlarıdır. Onlar için gerçeklik, büyücülerin yarattığı illüzyonlardan ibarettir. Bu hipnoz hali, insanların düşünmesini engeller ve onları kölelik düzenine bağımlı hale getirilir.

Liyakatsizliğin, adaletsizliğin ve etik çürümenin egemen olduğu bir dünyada, toplumsal huzurdan ve mutluluktan söz etmek mümkün değildir. Bu nedenle, bireysel ahlaki değerlerin yaşanması, bireysel  hayatta kalmanın tek yolu haline gelir. Ancak bu da yalnızca bireysel bir çözüm olmaktan öteye geçemez.

Bahadır Hataylı/01.12.2024/Sancaktepe/İST