Belki de bu soru, içinde bulunduğumuz çağın en can alıcı meselelerinden biridir. İnsanlar, özgürlüklerinin ellerinden alındığını fark etmeden, efendilerinin çıkarlarını savunmaya başlarlar. Öyle bir hale gelir ki, kendi esaretlerini bir erdem, hatta bir zorunluluk olarak görürler. Peki, bu durum nasıl mümkün olabilir? Gelin, bu soruyu tüm boyutlarıyla ele alalım.
Kölelik, ilk bakışta fiziksel bir boyunduruk gibi görünebilir. Bir insanın, başka bir insana bağımlı hale gelmesi, onun emirlerine boyun eğmesi ve özgürlüğünü yitirmesi… Ancak bu, yalnızca görünen kısmıdır. Asıl kölelik, insanın zihninde başlar.
Bir düşünün: Eğer bir köle, efendisinin otoritesini sorgulamayı bırakır ve onu bir zorunluluk olarak kabul ederse, artık zincirlerine ihtiyaç kalır mı? O köle, kendi iradesiyle efendisinin çıkarlarını savunur hale gelir. Çünkü ona göre bu düzenin dışında bir yaşam mümkün değildir. Zihinsel kölelik, işte böyle başlar.
Günümüzde fiziksel zincirlerin yerini başka şeyler aldı: medya, ideolojiler, ekonomi, kültürel normlar… İnsanlar artık doğrudan baskıyla değil, bu görünmez zincirlerle kontrol ediliyor. Oysa kölenin efendiye ihtiyacı yoktur. Efendinin varlığı, kölenin gözünde yalnızca bir yanılsamadır. Ancak bu yanılsama öylesine güçlüdür ki, köle kendi efendisini yaratır ve onu korumak için var gücüyle savaşır.
Daha açık ifade etmek gerekirse, bugünün dünyasında efendiler, bireylerin kendilerine çizdiği sınırlar ve dayatmalardır. İnsanlar, sistemin kendilerine sunduğu yaşam tarzını sorgulamadan kabul ederler. Kendi haklarını savunmaktan ziyade, sistemin devamlılığı için çabalarlar.
Bir toplumu köleleştirmek için, fiziksel güçten daha fazlası gerekir. İnsanların inançlarını, değerlerini ve düşünce yapısını kontrol etmeniz yeterlidir. Peki bu nasıl yapılır?
Bir insan, kendine sunulan gerçeklerin dışındaki bir dünyanın mümkün olduğunu bilmiyorsa, asla sorgulama yapamaz. Bu nedenle, ilk adım bireylerin düşünme kapasitesini kısıtlamaktır. Eğitim sistemleri, medya ve toplum kuralları, insanların sorgulama yetisini köreltmek için kullanılır.
Bir bireye, belirli sınırlar içinde özgür olduğu yanılsaması verilirse, o kişi zincirlerinin farkına varmaz. İnsanlar, tercih yapabildiklerini düşündüklerinde aslında sadece sunulan seçeneklerden birini seçtiklerini unutur. Oysa bu seçeneklerin tümü, aynı sistemin parçasıdır.
Kölelik, korkuyla beslenir. İnsanlar, sistemin dışında bir yaşamın tehlikeli olduğunu düşünürse, o sisteme daha sıkı sarılırlar. Ekonomik bağımlılık, sosyal statü kaygısı, dışlanma korkusu… Hepsi, bireylerin mevcut düzeni savunmalarını sağlar.
Bir birey, yaşadığı olumsuzlukların sebebini kendi yetersizliğine bağlamaya başlarsa, sistemden şikayet etmek yerine kendini suçlar. Bu da köleliği daha da pekiştirir.
Şimdi en önemli soruya gelelim: Bir köle, neden efendisini savunur?
Bunun en temel sebebi, efendinin olmadığı bir yaşamı hayal edememesidir. İnsanlar, kendilerini güvende hissetmek için bir otoriteye ihtiyaç duyarlar. Bu otorite, onların her şeyi düzenleyen, kontrol eden ve ihtiyaçlarını karşılayan bir güç olarak görülür. Ancak burada büyük bir çelişki vardır: Bu otoriteyi desteklemek, aslında kendi esaretlerini desteklemektir.
Köleler, bu çelişkiyi göremezler. Çünkü onlara sunulan hikaye, efendinin onlar için vazgeçilmez olduğu fikrini işler. "Efendisiz bir toplum anarşiyle yok olur," derler. Bu yüzden efendilerini savunmak için gerekirse kendi özgürlüklerinden bile vazgeçerler.
Eğer bir toplum, kendi köleliğini kabullenir ve bu köleliği savunursa, o toplumun yok olması kaçınılmazdır. Çünkü bir toplum, özgür düşünce ve sorgulama yetisini kaybettiğinde, kendini geliştirme ve yenileme yeteneğini de kaybeder.
Bir toplum, zulmü normalleştirip onun savunucusu haline geldiğinde, kendi sonunu hazırlamış olur. Bu tür toplumlar, dışarıdan bir saldırıya gerek kalmadan, kendi içlerinden çürüyerek yok olurlar. Çünkü zulmü kabullenmek, insanın kendi değerlerini yok etmesidir.
Peki, bu karanlık döngüyü kırmak mümkün mü? Elbette. Ancak bunun için bir uyanışa ihtiyaç var. Bu uyanış, bireysel düzeyde başlayarak topluma yayılmalıdır. İşte bu uyanışı sağlamak için yapılması gerekenler:
Bir birey, kendisine sunulan her bilgiyi sorgulamalıdır. "Bu bilgi, kimin çıkarına hizmet ediyor?" diye sormak, uyanışın ilk adımıdır.
Toplum, bireylerin farklı düşünceler üretmesine ve bunları ifade etmesine izin vermelidir. Baskıcı sistemler, bireylerin düşünme yetisini öldürür.
Korkular, insanın en büyük zincirleridir. Bu korkularla yüzleşmek ve onları aşmak, özgürlüğün kapısını açar.
Bireysel çabalar, toplumsal dayanışmayla birleşmelidir. İnsanlar, yalnız olmadıklarını ve birlikte hareket ettiklerinde daha güçlü olduklarını fark etmelidirler.
Unutmayın, kölelik bir kader değildir. Bir tercihtir. Eğer bu tercihi reddederseniz, efendilerinizin değil, kendi hayatınızın savunucusu olursunuz. Ve ancak o zaman, gerçek anlamda özgür bir toplum yaratabilirsiniz.
Şimdi size düşen, bu zincirleri fark etmek ve kırmaktır. Çünkü bu dünyadaki en büyük esaret, insanın kendi aklını ve ruhunu zincire vurmasıdır. Hadi, zincirleri kırın ve özgürlüğe doğru ilk adımınızı atın!
Erol Kekeç/20.11.2024/Namazgah/İST