Çocukluğumuz, bugünün karmaşasından uzakta, doğanın kollarında geçti. Sabahları uyandığımızda pencereden içeri giren temiz hava, kuş cıvıltıları ve doğanın huzur verici sesleriyle güne başlardık. Yaz aylarında, henüz güneş doğmadan uyanır, evimizin hemen yanındaki bahçeye koşardık. Bu bahçeler bizim için bir oyun alanıydı ama aynı zamanda doğayla iç içe olduğumuz, onun bir parçası olduğumuzu hissettiğimiz yerlerdi.
Yağmurun yağdığı günleri hiç unutmam. Toprağa düşen ilk damlaların kokusu, havada asılı kalan o taze koku, her şeyi adeta yenilerdi. Yağmurun ardından doğa yeniden canlanır, toprak filizlenir, bitkiler yeşerirdi. Her sabah bahçeye koştuğumuzda yeni filizler, yeni sürgünler görmek, bize hayatın döngüsünü öğretirdi. Bizler, bu döngünün bir parçasıydık ve her filizlenen bitki, her yeşeren yaprak, bize yaşamın ne kadar mucizevi olduğunu hatırlatırdı.
O günlerde, doğa bize cömertçe sunduğu nimetlerle doluydu. Bahçemizde yetiştirdiğimiz sebzeler, meyveler, bizim için sadece birer yiyecek değil, aynı zamanda doğayla kurduğumuz bağın birer sembolüydü. Annem sabahları erkenden kalkar, bahçeden taze sebzeleri toplardı. Hatırlıyorum, bir gün annemle birlikte bahçeye gidip, yeşil soğanın yapraklarını toplamıştık. Bu soğanın yaprakları öyle tazeydi ki, kopardığınızda mis gibi bir koku yayılırdı. Annem, bu yaprakları dikkatlice yıkayıp, ekmeğin arasına koyarak bize dürüm yapardı. Bu basit ama lezzetli öğün, doğal hayatın ne kadar doyurucu ve tatmin edici olduğunu gösterirdi.
Bazen de yağmur sonrası çıkan gökkuşağını izlerdik. Gökkuşağı, doğanın bize sunduğu en güzel manzaralardan biriydi. Her renkte bir umut, her renkte bir hikaye saklıydı. Biz çocuklar, gökkuşağını gördüğümüzde içimizde tarif edilemez bir sevinç duyardık. Bu sevinç, doğanın bize verdiği en güzel armağanlardan biriydi.
Çocukluğumuzun en güzel anıları, doğayla iç içe oynadığımız oyunlardı. Sokaklar bizim oyun alanlarımızdı. O zamanlar teknoloji bu kadar yaygın değildi, bu yüzden oyunlarımızı doğanın içinde, arkadaşlarımızla birlikte oynardık. İp atlama, seksek, saklambaç gibi oyunlar, bizim için büyük bir eğlence kaynağıydı. Bahçede koşar, ağaçlara tırmanır, dallardan meyve toplardık. Her ağaç, her çiçek, her bitki, bizim için keşfedilmeyi bekleyen bir dünya gibiydi.
Bir keresinde, arkadaşlarımla birlikte bahçedeki büyük ceviz ağacının altına oturup, cevizlerin düşmesini beklemiştik. Cevizler düştüğünde onları toplayıp, kabuklarını kırar ve taze cevizin tadını çıkarırdık. Bu anlar, doğanın bize sunduğu küçük mutluluklardı ve biz bu küçük mutluluklarla yetinmeyi öğrenmiştik.
Çocukluğumun büyük bir kısmı, ailemin köydeki evinde geçti. Köy hayatının kendine özgü bir sıcaklığı ve samimiyeti vardı. Komşularımızla olan ilişkilerimiz, paylaşmanın ve birlikte olmanın ne kadar önemli olduğunu öğretirdi bize. Her sabah, komşularımızın selamlaşmaları, yardımlaşmaları, birlikte yapılan işlerin huzuru ve mutluluğu, bizim için günlük hayatın bir parçasıydı.
Köyde, her evin önünde küçük bir bahçe vardı ve bu bahçelerde çeşitli sebzeler, meyveler yetiştirilirdi. Annem, bahçemizde yetiştirdiği domatesleri, biberleri, patlıcanları toplar, onları komşularımızla paylaşırdı. Bu paylaşım, sadece bir alışveriş değildi; aynı zamanda bir sevgi ve dostluk ifadesiydi. Köy hayatı bize, paylaşmanın, birlikte olmanın ve doğayla uyum içinde yaşamanın ne kadar değerli olduğunu öğretti.
Bugün, çocukluğumuzun o güzel günlerini özlemle anarken, bu anılardan çıkarılacak pek çok ders olduğunu görüyorum. Modern hayatın getirdiği hız, teknoloji ve betonlaşma, bizi doğadan uzaklaştırdı. Doğayla kurduğumuz o saf ve doğal bağı kaybettik. Şehirlerde büyüyen çocuklarımız, doğanın güzelliklerinden mahrum kalıyor. Yağmurun ardından çıkan gökkuşağını, bahçede yetişen taze sebzeleri, doğanın bize sunduğu küçük mutlulukları bilmiyorlar.
Bu yüzden, gelecek nesiller için doğayla olan bağımızı yeniden kurmak, onları doğanın güzellikleriyle tanıştırmak çok önemli. Çocuklarımızı doğaya çıkarmalı, onlara doğanın mucizelerini göstermeliyiz. Bahçelerde sebze yetiştirmenin, ağaçların meyve vermesini beklemenin, yağmurun ardından çıkan gökkuşağını izlemenin ne kadar özel olduğunu anlatmalıyız. Doğayla barış içinde yaşamak, ona saygı duymak ve onu korumak için çaba göstermeliyiz.
Değerli dostlarım, çocukluğumdan paylaştığım bu anı, sadece bir nostalji değil, aynı zamanda hepimize bir hatırlatma. Doğayla iç içe geçen çocukluğumuz, bize yaşamın ne kadar basit ve güzel olabileceğini gösterdi. Bu güzellikleri, gelecek nesillere aktarmak, onlara doğanın ne kadar değerli olduğunu öğretmek bizim sorumluluğumuzdur. Doğayla olan bağımızı yeniden kurarak, umut dolu bir gelecek inşa edebiliriz.
Selam ve muhabbetle gecenin içinden selamlarla...
Erol Kekeç/27.05.2024/03.57/Sancaktepe/İST