“Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın.” Nisa:135
Hak hukuk gözetmeyenler, taraf olduğu kişilere çok yakın
olduklarını kanıtlamak ve onların kaybetmesini önlemek için, böyle bir eylemde
bulunurlar. Oysa bilmezler ki beni ve onu yaratan, yarattığına benden daha
yakın olmasına rağmen, böyle bir çukura inmekle çok doğru bir eylemde bulunulduğu
sanılır. Mutlak gözetenin kuşattığı ve her şeyden haberdar olduğu bir evrende,
hak hukuk dengesini sağlama görevimiz olduğu zaman, daima kendimize yakın
olana, düşüncesi inancı bize uyanı, korumak zorunda olduğumuza inanırız. O tarafa
doğru ağırlığımızı belirtiriz ya da o tarafa ağırlık veririz. Çünkü koruyucu ve
kurtarıcı bir özelliğimizin olduğunu sanırız. Bu nasıl bir anlayış ki,
yarattığına bizden daha yakın olan bir gücün gözetiminde böyle bir hülleyi
yapacak kadar küstahlaşabiliyoruz.
Böyle bir hırs ve koruyuculuk kahramanlıkları olmamış olsa,
yeryüzünde zulmün bu kadar artmasını ve adaletin tecelli etmemesini düşünebilir
misiniz? Adalet, adaletten taraf olduğunu söyleyerek adaletin şavktını
kaydıranlardan çektiği kadar, kendi doğal değişim ve evrim sürecinde yaşadığı
tekamülden çekmemiştir. Neden, kurutacı olarak ortaya çıkanlar, insanlığı,
kendinden kurtaracak düzeye indirir. Tarihin hiçbir döneminde, Vahiyle gelen
elçiler ve onların getirdiğine gönülden bağlı olanlar hariç, insanlığı
kurtaracağız diye gelip insanlara mutluluk ve huzur getirdiği görülmemiştir.
Yakın tarihimize baktığımızda bunların çoğuna bizler bile şahit
olduk…Çavuşesku, Saddam, Stalin, Naziler, Hitler, Mısırda Sisi, Hafiz Eset
bunların bazıları…Yani anlamamız gereken, insanlığın çektiği acılara son
vereceğiz, sizleri özgür ve müreffeh bir toplum haline getireceğiz diyerek,
sizleri aldatanların hepsi istisnasız, kendi içlerindeki hastalıklarını
toplumsal hastalığa dönüştürmek için, sizi kendi karanlıklarında imha ederler.
Bunlar karanlık bir ortamda, aydınlanmayan yaşamın terazisinin hangi kefesine
bir ağırlık olabilirler ki? Aydınlık bir ortamda seçilmemiş, neyin doğru neyin
yanlış olduğunun tanımının yapılamadığı bir ortamda, adalet asla ayağa
kalkamaz. Adaletin ortaya çıkmadığı zeminlerde, ancak bilerek ya da bilmeyerek
bir taraf olursunuz. Bir taraf olmanız sizleri de yok oluşun kenarına getirir
ve yaşama dair karmaşık bir denklemle, çözümsüz problemler oluşturmak hayatın
doğal akışı olarak yaşanmaya başlar.
Adaletin tecelli edeceğine inanılan ortamlarda, mahkemeye
çıkan kişilerin mahkeme öncesi kendi lehlerine olacak çabaların harcanması için
onu bunu araya koyması, hakimleri savcıları görmesi hatta bunlara maddi
kazançlar sağlayacak vaatlerde bulunması düşünülebilir mi? Ne yazık ki, insan
yeryüzünde tek sahip olarak kendisini gören bir zavallı olduğunu düşündüğü
müddetçe, yeryüzünde adaletin denkleminin, bilinmeyen tarafında yer alarak bu
denklemle doğru bir sonuca gitmesini bekleyemiyorsunuz.
Yaratanımız, özellikle, “Ey İman edenler (diye sesleniyor
ve ekliyor), kendiniz anne babanız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olun
ve adaleti ayakta tutun…” Tüm İnsanlara söylemiyor, çünkü insanlar kendi
fıtrat kodlarından uzaklaşarak karmaşık bir hayatın savrulan yaprakları haline
gelebildikleri için, doğrudan hakka yönelip yeniden iman edenlere bir çağrı yapılıyor.
Vahye dayalı bir idrak mekanizmasının çarklarını doğru işletenler, ancak adaleti
ayakta tutabilirler. Adaletin ayakta tutulmadığı ve hakka gerekli şahitliğin
yapılmadığı ortamlarda, İman edenleri bulmak mümkün olmayacaktır. İman etmek,
doğrudan hakkın dirilmesi ve adaletin tecelli etmesidir. Önce fert olarak
adalet tecelli eder, fert olarak hayat bulan adalet, toplumsal yaşam içinde
eksen alınan yegâne kıstas olur. Çünkü insanın fıtrat yazılımında bunlarla
ilgili bilgi ve ona yönelim kodları mevcuttur. Ancak görülür bir eylem olduğu
zaman, uykuya dalmış veya bir yerde unutulmuş bu fıtrat donanımlarındaki kodlar,
fıtratın dışında kendisini gördüğünde ve bulduğunda onunla hemen reaksiyona
geçebiliyor ve bir kıvılcım oluşuyor. Bu kıvılcım adaletin dirilme anıdır.
Bu izahatın bizlere
anlatmak istediği, siz İman edenler bu kıvılcımın temel ve yegâne kutup
başlarısınız diyor. Bu kutup başlarında elektriklenme olduğu zaman yaşam
hareketlenir. Yaşamın istenilen istikamette hareketlendiği bir yerde, Hak
tecelli edince Batıl yok olur. Çünkü Hak, düzenliliktir, batıl ise
düzensizliktir. Düzen ortaya çıktığı zaman o düzene yön vermek için araya
girerek, parazit olmak isteyenler o çarklar arasında yer alamaz ve adalet ayağa
kalkar. Adaletin ayağa kalkışı bir alemin dirilmesidir. Ondan dolayıdır ki,
Yüce Rahman “Allah adildir ve adil olanları sever diyor…
Yeryüzünde bir kul olarak yaşamak isteyenler, öncelikle
kendileri için belirlenmiş olan, yeryüzünün halifelik statüsüne uygun
rollerini, yaratıcının tayin ettiği gibi yerine getirmek zorundadır. Yeryüzünün
dirilmesi benim anladığım gibi yaşamamla olmuyor, nasıl yaşamam gerektiği gibi
yaşadığım zaman ortaya çıkıyor.
Hiç kimse adına koruyuculuk kalkanı oluşturarak, adli
ilahinin işleyiş düzenine dışarıdan bir katkı sunma hakkına sahip değiliz.
İnsanın görevi, sadece adaletin doğru düzenli ve yaratılış ekseninde,
yaratıcının belirlediği kurallar içinde devam edip etmediğine dikkat etmek ve
bir eğilme varsa onu rayına döndürmek insanın görevi, diğer tüm sorumluluk ve
sonuç Allah’ın elindedir. Buna uygun yaşanılan bir ortamda, hakkın dışında
batıl bir hayatın genişleyerek yayılmasına şahit olamazsınız.
Eğer bugün yaşadığımız ortamda, insanlar adalet nerede, nasıl
bir adalet bu, böyle hukuk olur mu diye yakınıyorlarsa, merak etmiyor değilim,
acaba bunların aradığı nasıl bir şeydir diye…Ancak şunu anlayabiliyorum tüm bu
yakınmalardan, aradıkları şey, yaşadıkları olumsuzlukların verdiği acıyı
hafifletecek ve onları daha mutlu kılacak bir şey ama nasıl ve ne olduğunu
onlarda bilmiyor…Bilmedikleri görmedikleri bir değerin tecelli ettiği ortamda
rahat bir yaşama kavuşacaklarını biliyorlarsa, kim bilir onun bir uygulama
gerçekliğini görseler nasıl bir yönelim ve istek oluşur. Ondan dolayıdır ki,
Rabbimiz diyor ki, Hakkın şahidi ve adaleti ayakta tutanlar olun…Sürekli aynı
yerde olan bir heykelin yanında resim çektirmek ve onlarla hayatlarını anlamlı
kılmak isteyen insanlar, hayatlarına anlam katacak olan bu değerlerin yanında
resim mi çekerler, yoksa yanında sabah akşam hizaya mı geçerler…Rabbimiz bu inceliği
çok iyi bildiği için, İman edenlerden örnek olmalarını ve kim olursa olsun
onlara meyil etmeden Hakkın şahitliğinde asla kusur etmemeleri ve adaleti
ayakta tutanlar olmasını istiyor.
Zengin olmanız veya fakir olmanız size hiçbir ayrıcalık tanımaz,
adaletin ayakta olduğu ve hakkın şahitliğinin yerine getirildiği yerde…Ben bir
yaratılmış olarak, yaratandan daha mı merhametliyim ki, kendime yakın olanlar
ile başka birileri arasında çıkan bir anlaşmazlıkta ağırlığımı yakınıma doğru
meyil ettiriyorum. Allah’ın, onlara benden daha yakın olduğuna iman ettiğimde,
bu algı ve idrak yürek coğrafyama egemen olduğu zaman böyle davranmam mümkün
değildir. Ondan dolayı Rabbimiz Ey iman edenler diye sadece imanın kuşattığı
kullarına bu uyarıyı yapıyor…
İman bir nurdur, Allah’ın nur vermediği kimsenin nuru mu
olur. İman edenlerin dostu Allah olduğundan onları karanlıklardan çıkarıp
sadece ve sadece aydınlığa götürür. Aydınlığın olduğu yerde nesnelerin
tanınması ve tanımlanması kolaydır. İşte, adalet ancak aydınlık bir zeminde,
hakka şahitliğin olduğu eylemlerin arasında ayağa kalkar. Müminler o
kimselerdir ki, onların kendileri anne babaları bile olsa adaleti yamultmaz ve
hakka şahitliklerinde asla kusur etmezler. Onlar birilerine yaranmak veya
onların menfaatlerine uygun olup olmadığına bakmaksızın sadece insanlık
abidesini canlandırmak için adaleti ayakta tutarlar, ancak o sütunun gölgesi
kimin tarafına düşüyor, kimin tarafına düşmüyor onunla asla ilgilenmezler.
Çünkü onlar bilir ki, Allah gölgede kalanı da gölge dışında kalanı da çok iyi
biliyor görüyor ve onlara çok daha yakın…Bunda zerre kadar kuşku ve endişe
taşımayanlar ancak yeryüzüne huzur ve barışın gelmesi için mücadele
ederler…Bunların dışında kalanların tamamı hakkın sırtından geçinmek ve hakkı
kendi isteklerine göre yamultmak için hep kendilerini koruma ve kollama
ateşiyle yanıp kavrulurlar…
Böylesi açık ve net olan bir ortamdan uzaklaşarak heva ve
hevesinin peşine düşerek adaleti imha edenleri, huzur istediğimiz yaşamın
içinde öncü olarak görmekten kurtulamazsak karanlıklar bizi örten bir yorgan ya
da nefes alamadığımız bir sera tabakasına dönecektir. Adalet dünyanın
dengesidir. Dünyayı dengesiz hale getirenler önce adaleti kurşunladılar kendi
çıkarlarının korunmasını ve elde ettikleri kazanımlarını arttırmayı adalet
olarak tanımladılar. Böyle olunca adalete şahit olacak hiç kimse kalmadı…Yoksa
heykellerin yanında resim çektiren insanların görüntülerine şahit olduğumuz
gibi, bugün adalet ayakta dosdoğru duran insanlık abidesinin önünde nice
canların resimlerine şahit olurduk…Rabbim sen bizleri Adaletin ayakta tutanı kıl
ve hakkın şahitleri olarak canımızı al ve bizleri huzuruna mahcup olarak
çıkarma….
“Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız
aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar)
ister zengin olsun ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse
adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın.” Nisa:135
Rabbimin rahmetiyle bu ayetlerden oluşan hissiyatımı ve
idrakimde oluşan bilgileri siz dostlarla paylaşmak istedim…Selam muhabbet ve
iyilik dileklerimle adaletin tecelli edeceği bayramlarda buluşmak umuduyla
herkesin mübarek bayramını en içten kalbi duygularımla tebrik ediyorum…Rabbim,
afet yaşayan yerlerdeki kardeşlerimizin acısına derman olup, onları az da olsa
dindirecek merhem olmamızı vesile kılsın…Yapılan işleri küçük görmeyelim…Kum
tanecikleri de çok küçük ancak gördüğümüz kocaman dağ yığınları o küçücük kum
taneciklerinden oluşmaktadır…Kum taneleri gibi koca dağları oluşturan hayırda
yarışanlardan olmamız dileğiyle…Kalın sağlıcakla….
Erol KEKEÇ/19.04.2023/14.30/Namazgah-İST