Bu Blogda Ara

5 Haziran 2023 Pazartesi

DOĞASINA DÖNMEK ZORUNDA İNSAN

“Dünya hayatının misali şudur: Bir yağmur, onu gökten indiririz. İnsanların ve hayvanların yiyip istifade ettikleri yeryüzü bitkileri o yağmuru emerek boy atıp gürleşir, sarmaş dolaş olur. Derken yeryüzü bütün takılarını takınıp, rengârenk süslenerek olanca güzelliğiyle göz kamaştırır hâle gelir. Orayı ekip biçenler bütün bunların kendi güçlerinin eseri olduğuna ve artık onun ürünlerini toplama zamanı geldiğine inandıkları sırada, bir gece vakti veya gündüz oraya azap emrimiz gelir; sanki dün orada hiçbir şey yokmuş gibi, her şeyi kökünden biçiveririz. İşte, düşünüp ibret alacak kimseler için ayetleri böyle ayrıntılarıyla açıklıyoruz.” Yunus:24

Rabbimiz yukarıdaki ayetinde dünya hayatı ve yaratılmışların hayatı hakkında insanların mukayese yapması ve tefekkür için o kadar ince ayrıntılar ortaya koyuyor ki, bize ancak iman etmek düşer.

İnsanın bunları idrak edebilmesi için gönül ve akıl arasında sıkı ilişkiler kurması gerekir. Ne sadece akıl ne de sadece gönülle bu tefekkürün gerçekleşmesi düşünülemez. Ancak ikisi birbirini destekler ve uyarırsa tefekkür derinleşerek devam eder. Serbest düşünme olarak bilinen, hayal rüya çağrışım hatırlama gibi düşünüş biçimlerini tefekkür olarak görmemek lazım. Bunlar aklın ve gönlün birlikte çalışmasından doğmaz. Bunlarda doğrudan duygular baskındır, zihin uyur ve duygular insanı alıp götürür, sonuçta bir hedefe ulaşmak yoktur. İnsanın kendinden ve gerçekliğinden kaçışı burada gizlidir. Oysa tefekkür, doğrudan sistematik bir düşünmeyi, emek harcamayı, pratik yaşama geçmeden önce, bir eylemin projesi için anlamlı tutarlı çelişkisiz bilgilere ulaşarak hakikatin kaynağına ulaşıp oradan beslenerek hayatın içine inme, hazırlık evresidir. Bu hazırlık evresinden yoksun yaşamlar, ya alışkanlıkların esiri bir hayat ya kuşatılmışlıkların kölesi bir anlayış ya da tamamıyla uyaranlara verilen tepkiler sonucunda oluşan biyolojik canlının varlığını devam ettirecek sınırlı sayıda öğrenilmiş şartlı uyaranlara hayatı kurban eder. Oysa Yaratıcı, insana hep anlamlı bir yaşamdan örnekler veriyor ve o hayatın bağlantı yollarını neden sonuç ilişkilerini ve derinlikli hikmeti kavramaya davet etmektedir. Bu derinlikten yoksun yaşamların, dünya ve içindekileri doğru algılaması, onları doğru yere oturtarak kendisini evrenin sorumlu bir süjesi olarak görüp öyle yaşaması düşünülemez. İnsanın kendini keşfi ancak tefekkürden geçer. Tefekkür, sistematik bir düşünmeyle ancak ulaşılacak bir sonuçtur. Bunun için çok ciddi emek gerekir. Bu emeğin başında zaman ve yönelimin, ihtiyaç olarak görülmesi kaçınılmazdır. 

İnsanın bu tefekkür, kendi eliyle yapıp ettiklerinden dolayı kayboldu. İnsan, kâinatın dengesini bozdu ve yeryüzünde fesat çıkardı, karayı deniz, denizi kara dağları ova, ovaları dağ, yani her yönden yeryüzünü değiştirmek ve kendi yaşamını kolaylaştırmak adına ifsatta sınır tanımadı. İnsanın bu hadsizliği onu tefekküre muhtaç duruma getirdi. Tefekkürden yoksun bir yaşamın filizlenip dal budak vermesi, tomurcuklanıp çiçeğe dönmesi mümkün değildir. Yağmur ve su toprak için ne ise, tefekkür de insan için öyledir. Toprak sulanmadan, bitkiler  suları emerek kendisini diriltmeden nasıl ki doğa sadece bir toprak parçası ise, insan için tefekkür olmayınca, bu hakikat insan tarafından bir su gibi emilip tüm hücrelere dağılmadan insanın gövermesi de mümkün değildir. Gövermiş gibi görünenler az da olsa tefekkür nimetinden faydalananlardır.

İnsan öyle bir varlık ki, diğer yaratılmışlardan farklı olarak hem kendi yaşamında hem de başka varlıkların yaşamında değişiklikler yapabilecek ve onlara baskı kuracak kabiliyet ve özelliklerde yaratılmıştır. İnsanın bu özelliği tefekkür hikmeti ile beslenmediği zaman, evreni tüm alemi zindan eder. Çünkü tefekkür bunların önüne geçmek için bir ilaçtır. O ilacın kullanımı yaşamda karşılık bulursa evrenimiz bir toprak gibi dirilerek gerdanlıklar takan, insanın eliyle anlamlı bir yaşama kavuşacaktır.

Geçmişten günümüze insan dirilmeyi yok etmek için kendisine korunaklı mekanlar yapmak adına, yaşamı karanlıklara gömdü. Beton yapıların çoğalması ve doğayla ilişkisinin koparılması, insanın özünde ciddi değişimleri getirdi. Bu değişimler yeni ve farklı bir hayatın arzulayan robotu kıldı insanı. İnsan bunu anlayamadığı için, kendini geliştirdiğini sanarak aslında doğayla barışık ve birlikte var olma çabasını ortadan kaldırdı. Doğa insandan uzakta varlığını devam ettirmeye çalışsa da insan kendisine yaptığı ihaneti doğaya da yaptı. Onun içindeki cevheri ve varlık özünü yıktı. Dolayısıyla kâinat kitlenip kabuğuna çekilince, insanın tefekkürüne katkı sunan yanı kayboldu. Zaten insan kendi kurduğu dünyasının içinde kendisiyle baş başa kalıp, diğer alemlerle ilişkisini sonlandırdı. Böylece insanın üretken sistematik düşünme melekeleri ortadan kalktı, yerini emek istemeyen hayal rüya ve çağrışımlar aldı. Böylesi bir yaşam atmosferinde süje olma özelliğini kendi eliyle yok edip, kendi yaptığı nesnelere varlığını feda eden insanın, tefekkür yönünün yok olması da gayet doğal bir süreç oldu. Tüm bu karmaşık denklemlerin insanın önüne gelişim ve ilerleme olarak taktim edildiği bir çağda, insanın insanlığını ve değer sistemlerini imha ettiği ortamda hangi gelişmişlikten söz edilebilir ki! Ne yazık ki, gözle görülen ve nasıl olduğu bilinen nesnelerden oluşan kuleler, insan için çok değerli duruma geldi. Bunlar üzerine fazla emek harcama ve onların bilinmeyen yanları hakkında düşünme gerekmiyordu. Çünkü bilinmeyen yanı yoktu. İnsanın, şartlanmışlıklar içinde tefekküre yer olmayan bu kazanımları, insanı gerçek doğasından uzaklaştırarak dünyanın en büyük kölesi haline getirdi. Oysa tefekkür ’ün içinde özgürlük saklıdır. Özgürlüğün doruğunda, yaratılmış hiçbir engel tanımadan uçsuz alemlere dalacak düzeyde özgür olmak için, tefekkür kapısından sağlıklı içeriye girmeniz gerekiyor.

Özgürlük böyle bir yoldan gidildiği zaman ancak sağlıklı elde edilir. Diğer eylemlerin boyutu ve harcadığı emek ne kadar olursa olsun insanı özgürlüğe götüremez. Ondan dolayıdır ki Rabbimiz insanı özgürlüğün doruğunda yaşamaya ve tüm ayak bağlarından kurtularak bedence ulaşamadığı ortamlara zihin ve gönülle kavuşmasını istiyor. Yani insanı öyle özel ve karmaşık yaratmış ki, bunu insanın kendisinden başkası da anlayamaz. İnsan bu kadar ayrıcalıklı ve özel bir varlık olmasına rağmen neden köleliği özgürlüğe tercih ederek tefekkürü hayatından uzaklaştırmış olabilir. Tefekkür hayatın dinamosu, canlılığın kaynağı, yaşamın düzene oturmasının yegâne özüdür. Bu öz hayattan kovulduktan sonra insan yaşamı, çılgın bir hayatın köhnemiş eşyasına döndü. İnsan kendini unuttu kendisini unutanın kendisini var edeni unutmamasını düşünebilir misiniz? İşte karanlıklar insan için böyle başladı. “Allah’ı unutup ta Allah’ın da kendilerini kendilerine unutturduğu gibi olmayın…” Tefekkür Allah’a giden yolun kapısıdır. O kapıyı kapatanların hepsi kendi zindanlarının kölesi olarak yaşamaya mahkûm oldular. Bu zindanlara son vermek için, Allah insanlara acıdığından, yine yolu göstererek o yöne bir başlangıç yaparak üzerlerindeki karabulutları dağıtabileceklerini ve soludukları cehennem havasından kurtulabileceklerinin yolunu gösteriyor.

İnsan, insan olmak ile insanlığını kaybetmiş ama hala insan olduğunu sandığı bu ikilem arasında yaşamaktan kurtulmadığı müddetçe, kendi kaynağından her geçen gün daha fazla uzaklaşarak insanlığın sonuna yaklaşacaktır. İnsanlığın sonunun gelmesi, insani olan yaratılışın değerlerinin yaşamda karşılığı olmadığı zaman gerçekleşecektir. Bunu neden özellikle vurguladığımı Rabbimizin beyanını derinlikli anlamaya çalıştığımızda kavrayabileceğimizi sanıyorum. İnsan, insan olma kimliğinin anlamını kavrayarak, doğal yaşamla olan kardeşliğini insan doğasıyla bütünleştirdiğinde hayata yeni bir başlangıç yaparak toprağın derinliklerine kadar akıp, orada hayatı ortaya çıkaran su gibi hayatı ortaya çıkaracaktır.

Sistemli düşünmeden yoksun, çelişkili tutarsız paradoksal vurgular insanın insanlığını imha edecek aralıklardır. Zihin bu kapı aralıklarından gelen akımlara kapatılmadığı zaman tefekkür bizimle olan ilişkisini koparacaktır. Tefekkürün yoğun olduğu yaşamın canlandığı, bir yağmurla her tarafta rengarenk çiçeklerin açtığı bir doğa gibi yaşayacağımız hayata kavuşmak dileğiyle…Selam ve muhabbetlerimle kalın sağlıcakla….

30.05.2023/EROL KEKEÇ-Namazgah /İst. 

Yükleniyor: 245625/1729173 bayt yüklendi.


Hiç yorum yok:

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!