İnsanlık tarihi detaylı bir araştırıldığı zaman, tüm insanlığın yaşamında karşılık bulan ortak toplumsal değerler vardır. Bu toplumsal değerler ortak toplumsal yaşamın devamı için gerekli olan temel dinamikler olduğu muhakkaktır. Bu toplumsal değerler üzerinde tüm farklı düşünce inanç ve ideolojilerin anlaşması mümkündür. Ancak bu değerler düşünsel kalıplara kurban edildiği için, toplumsal çatışmalar ve toplumsal ayrışmalar kaçınılmaz olur. Bu değerler, birlikte yaşayan farklı düşüncelere sahip insanları ortak yaşam oluşturmaya götürebilir. Onun için toplumsal düzeni korumakla görevli siyasal sistemler, varlık sahnesine inerken bu değerleri düstur edinerek, bu şemsiyenin altında ortak bir yaşam oluşturduğu zaman, kapsam alanı içinde olan tüm insanların haklarını koruyan bir sistem olma özelliğini kazanabilir. Aksi durumda her farklı düşünce güç olmadığı sürece haklarının gasp edildiğini, farklı ve ayrıcalıklı grupların hep ön plana çıktığına inanarak huzursuz olur. Bunları önlemenin biricik yolu ortak insani değerlere dayanan bir siyasal sistem oluşturmaktan geçer.
Her canlı, varlık evreninde uzun soluklu kalabilmek için,
öncelikle fizyolojik temel ihtiyaçlarının karşılanması için çalışır. Yaşama
güdüsü, varlığını koruma, savunma güdüsü, barınma güdüsü, neslinin devamını
sağlama, aidiyet, kabul görme, sevilme sayılma, saygınlık gibi bir sıralama
insan nesli için önemli bir süreçtir. Bunların karşılandığı ve bunların üzerine
yaşam kalitesi de eklendiği zaman, insanların bu kaliteyi bozmak için farklı
düşünsel ideolojiler peşinde koşarak, huzurunu bozmasını düşünemezsiniz. Ancak
bu güdüler doyurulmadığı ve insan ölümle karşı karşıya kaldığı zaman, ölmüş
koyuna derisini yüzmek acı vermez anlayışı ile sonucun ne olacağını hesap
etmeden uyaranlara tepki gösteren refleks eylemler göstermeye başlar.
İnsanların bu eylemlerini bu uyaranlardan bağımsız, tamamıyla bilişsel bir
sürece bağlı olarak oluştuğunu düşünerek, yargılamak ve ötekileştirmek boyutuna
giderseniz, altından kalkamayacağınız ve sorunu da asla çözemeyeceğiniz bir
problemle karşı karşıya kalırsınız. Ondan dolayı siyasal sistemler kendi
yönetimi altındaki tebasına bakışını bu eksende yeniden gözden geçirmesi ve
kendisini yenilemesi elzemdir.
Son yılarda yönetime talip olan siyasal partilerin, parti
programlarına baktığımız zaman hamaset üzerine oturan ideolojik farklılıkları,
daha fazla ayrıştırmaya dayanan beyanatlar görmekteyiz. Yönetime talip olan bir
siyasal parti, toplumun inançları, duygusal beklentileri, tarihi
kahramanlıkları, ideolojik farklılıkları, ekonomik tabakalaşmalar ve etnik
unsurlar üzerinden beyanatlar veriyorsa, bu anlayışla bir topluma asla huzur ve
mutluluk gelmez. Topluma huzur getirecek olan bir siyasal algı, ancak
insanlığın ortak yaşamsal değerlerini dikkate alarak, tüm halka aynı oranda
uzak ve yakın olmaya azmederek sonuca gidebilir. Adalet, ahlak, kardeşlik,
dayanışma, liyakat, ehliyet ve biyolojik yaşamın kalitesinin yükseltilmesi gibi
dinamikleri dikkate alarak yönetime aday olursa, yarınları çok aydınlık olur.
Aksi durumda aydınlık bir ortamdan insanları alıp karanlıklara götürür.
İnsanlık tarihi içinde önemli bir yere sahip olan, Muhammed
(as)'in Mekke toplumunda Hılfulfüdul-Erdemliler Hareketi olarak bilinen
organizasyonun içinde yer alması, aslında insanlık için nasıl bir sistemin
gerekli olduğunu da ortaya koymaktadır. Erdemliler hareketi, yarınlarda
oluşacak bir siyasal sistemin temelini oluşturmaktadır. Yani bu sistem, Medine
Devleti için, İslam önce küçük bir yapılanma modeli olduğunu görmekteyiz.
İnsanlık değerini koruyan ve bu değerlerin yaşam alanında aktif, etkin bir konuma
gelerek devamını sağlamak için, bu hareket organizasyon, günümüz siyasal
yapılanmalarına da, çok güzel bir örnek oluşturur. Muhammed (as) kendisine
elçilik gelmeden önce böyle bir organizasyonun içinde yer alıyor ve ona
Nübüvvet sonrasında bu oluşumlara katılıp katılmayacağı sorulduğu zaman,
tereddütsüz şimdi olsun yine katılırım diye cevap veriyor. Bu yaklaşım aslında
bizim için çözümsüz gibi görülen farklı etnik yapıların ve ideolojik
ayrılıkların olduğu bir yerde, nasıl bir sistem kuracağımızın da apaçık
göstergesi olmaktadır.
O günkü oluşumun var olma gerekçesi, zulmü, haksızlığı,
ahlaksızlığı ve adaletsizliği önlemek, ihtiyaç sahiplerini gözetmek ve herkesin
insanca yaşayacağı ortamı oluşturmaktı. Onun için kısa sürede büyüyerek yaygınlık
kazandı. Bu oluşum, herhangi birisi zulme haksızlığa uğradığı zaman, onun
yanına durarak, zalim güçlü imkânlara sahip olsa da, mazlumun hakkını
koruyorlar ve toplumsal düzeni bozmak isteyen güçleri ortadan kaldırarak; çok
önemli önleyici tedbirler alıyorlardı. Bu anlayışla ortaya çıkan ve yaşam
alanında da bu anlayışa uygun eylemler yaptıklarında, toplumda karşılık buluyor,
çok farklı insanlar tarafından sahipleniliyor ve güç odaklarına karşı, bu
organizasyon koruma altına alınıyordu.
Çağımız dikkate alındığı zaman, erdemlilerden oluşan bir
hareket olmadığı gibi, erdemli yaşamın gerekleri ortaya konarak, insanlık bu
değerlere çağrılmıyor. İnsanlar beli ideolojik kamplaşmalar etrafında
toplanarak, kendi yaşam alanlarında farklı anlayışta olanlara yaşamı dar etmek
ve kendi imkânlarını artırmak için bir araya geliyorlar. Böyle bir anlayış ve
bu anlayışın pratiğine göre şekillenen sosyal ortamlarda, hastalıklar tüm
bünyeleri kuşattığı ve altından kalkılamayacak duruma gelindiğinde, bunları
nasıl çözelim gibi arayışlar başlıyor. Oysa bilmiyorlar ki, sorunun kaynağı
sorunu çözmek için ayağa kalkanların ta kendisidir.
Ortak insanlık değerleri etrafında yeni siyasal oluşumlara
ihtiyaç vardır. Bu siyasal oluşumları oluşturmaktan aciz olanlar, yaşadıkları
ortamdaki siyasilerin eziyete dönüşen, dayattıkları yaşam algısından şikâyet
etme hakkına sahip değiller. Öncelikle farklı kamplarda yer alanların, inançlar
ve ideolojiler üzerinden insanların duygusallıklarına hitap ederek, onları
nasıl daha fazla kandırabilirim psikolojisini bir yana bırakmaları kaçınılmazdır.
Siyasi partiler, yaşam kalitesini artırmak ve problemleri hızlı ve kalıcı
olarak çözüme kavuşturmak, toplumsal dayanışma, ahlaki değerlerin kapsayıcılık
ve etken olduğu bir yaşamı ortaya koyup koyamayacaklarını deklare etmeleri gerekir.
Hukuk ve adaletin, toplumun tüm katmanlarına ulaştırılmasının teminatı verilmelidir.
Toplumsal yaşam, her ferdin kendi istediği gibi yaşadığı bir ortam değildir. Bireyin
özgürlüğü garanti altına alındığı gibi, toplumsal yaşamın olmazsa olmaz olan
ahlaki öğretileri de korunmalı ve aktif kılınmalı ki, insanlar sınırsız bir
yaşam içinde toplum dışında yaşadığını sanmasın... Toplumsal ortamlarda her
fert bir başkasını etkileyecek tutum ve davranışlardan kaçınmak zorundadır.
Özgürlük sınır tanımadan eyleme geçmek değildir. Sınırlı yaşam alanı içindeki
eylemlerini, özgür iradesiyle karar vererek yapmasıdır. Kamusal alan deniyor ve
sürekli tekrarlanıyor, kamusal alan denilen yer insani özelliklerin yaşandığı
yerdir. İdsel özellikler, özel hayatın içinde var olmalıdır. Ancak kamusal
alana özel yaşam ve idsel istekler doyurulmak için çıkılıyorsa, orada özgürlük
değil, öküzlük ortaya çıkar. Yani insani duruş dinamitlenir tercih değil
sürüklenen ve heveslerin peşinden gidilen bir haz bahçesi olur. Yani kamusal
alan kimsenin haz bahçesi değildir. Onun için insanların kılık kıyafetleri,
mutlaka toplum normları çerçevesinde olmak zorundadır. Bu bir dini yaklaşım
değil insani yaklaşımdır. Toplu ulaşım araçlarını kullanamaz duruma
gelinebiliyorsa, bunun adı da özgürlük diye tanımlanıyorsa, kusuruma bakmayın
bu özgürlük değil, olsa olsa başkalarına karşı uyarıcı oluşturup, onların tepki
vermesine neden olan nesneleşme durumudur. Kamusal alanı, çağımızın biyolojik canlı,
âmâ objeye dönüşen hareketli uyaranların etki alanından çıkarmak erdemli
organizasyonun işidir. Buna dur diyemeyen siyasal organizasyonların hiçbiri
erdemli organizasyon içinde yer alamaz.
İnsanlık tarihinin yaşam kodları iyi tanımlanmalı ve o
kodlardan uzaklaşan yaşamlar, toplumsal yaşam içinde legal olarak
görülmemelidir. Çünkü çıplaklık günümüzde, yaşadığımız ortamın üst kültürü
haline geldi. Kimse bu kadar bir başkasının yaşam alanını istila etme hakkına
sahip değildir. Açık kapalı olup olmamaktan söz etmiyorum, tercih olarak
çıplaklığı bir kültür haline getiren yaşamlardan bahsediyorum. Onun için
diyorum ki, siyasal organizasyonlar her türlü ayak oyunlarını bir yana
bırakarak insanlık ortak değerleri üzerinden, insani yaşamın devamını sağlayacak,
erdemliler organizasyonuna dönüşmek zorundadır. Bunu yapmak istemeyenler veya
bu tarafı pas geçenler bize asla mutlu huzurlu ve adalet ölçeğinde şekillenen
bir yaşamı sunamazlar.
Ey entelektüeller, aydınlar, siyasi hedefi olanlar, eğitmenler,
sorumluluk sahibi olan herkes, ayağa kalkalım kendimize gelelim yarınlar dün
olmadan bugün en geç gün olduğunu bilerek yarınlarımızı karanlıklara gömmeyelim...
Hayvani isteklerin tamamı insani yaşam alanlarımızı kuşattı, insan olarak
böylesi bir yaşam alanı içinde manevra alanımızı daraltarak kendi yörüngemiz
içinde kendimizi yok ederken yaşadığımızı sanmayalım...
Selam saygı muhabbet ve dualarımla... Hayır, için hayırlı bir
yol açmaya ne dersiniz?
Erol KEKEÇ/01.07.2022/13.49