11 Mayıs 2022 Çarşamba

ADALET TOPLUMSAL BÜTÜNLEŞMENİN TEMEL KAYNAĞIDIR

 Toplumsal bütünlük ve aynı değerler etrafında insanların bağlılıklarını sağlamanın en temel koşulu toplumsal adalettir. Toplumsal adaletin sağlanmadığı yerde toplumsal kargaşa, kaos, çatışma ve toplumsal ayrışmalar ortaya çıkar ve gün geçtikçe genişleyerek büyür ve kökleşir. Bir toplumdaki farklı unsurları aynı çatı altında toplamanın yolu adaletten geçer. Adaletin olduğu yerde kendilerini ayrıcalıklı görmek isteyenler olsa da toplumun genel menfaatleri söz konusu olduğundan bunların bu bütünlüğe karşı farklı yaşam istekleri genel içinde karşılık bulmaz. Onlar da zamanla adaletin şemsiyesi altında yaşamanın nasıl bir mutluluk ve huzur bağışladığını gördüklerinden bu isteklerini törpüleme yoluna giderler.

Bir yönetim, yönetimi altında bulunan insanlar arasında ayrıcalıklı bir sınıf yarattığı zaman, eğer bu ayrıcalıklı sınıf, o toplumun tüm gelir kaynaklarının başına çöreklenmişse yönetim nasıl bir uğraş verirse versin toplumdan aldığı meşruiyetini kaybettiği için yok olmaya mahkûmdur. Ondan dolayıdır ki, bizim naçizane tüm yönetim şekillerine ve yönetenlerine tavsiyemiz adaletin icra edilmesi ve bu uğurda ne gerekiyorsa göze alınmasıdır. Adalet belli kesimleri mutlu etmek değil, bir toplumda dezavantajlı insanlar diye bir sınıfın kalmamasıdır. Eğer bir toplumda sürekli imkânların kıyısından köşesinden geçmeyen insanların sayısı artıyorsa adaletsizlik açı kolları gibi gün geçtikçe büyüyor ve açılıyor demektir. Açı kollarının ulaştığı noktadan nasıl ki başlangıç noktasına döndürülmesi mümkün değilse, adaletsiz anlayışlarla başlayan çalışmalar da, bir toplumda ki ayrışmaları bu haliyle birleştirmesi mümkün değildir.

Hayal satan yönetimler, halkın geneline gelecek mutlulukları dağıtırken, ayrıcalıklı sınıfa daima mutluluk yaşatır. Onların mutluluğuna bakarak Toplum geneline mesajlar verilir ve çok güzel bir yaşamın olduğu ve gelecekte daha güzel yaşamların oluşacağını anlatırlar. Ancak Ayrıcalıklı sınıfı doyurmakta zorlandıkları zaman, hemen gemi örneği devreye girer. Aynı gemide olduklarını dolayısıyla gemi batarsa herkesin batacağı anlatılır. Oysa batan gemi topluma ait olmayan sadece ayrıcalıklı sınıfın yüzdüğü geminin tehlikeye girmesidir. Çünkü gemide yolculuk yapanlar hep onlar olur. Toplumun geneli kürek mahkûmu olarak kürek çekmekle meşgul olduklarından, onlarda kendilerini gemide sanırlar. Oysa geminin üstüne çıkabilseler, orada ne yaşamlar olduğunu anlayacaklar ve kendileri kürek mahkûmluğundan kurtulsalar, yukarıda günlerini gün edenlerin bu gemide yolculuk yapmalarının ve sürekli devam eden ihtişamlarının sonu olacak.

Adaletin olmadığı sistemlerin en belirgin özellikleri bu yukarıda bahsettiğim özelliklerden oluşur kısaca. Ancak sadece bununla sınırlandırmak mümkün değildir. Adalet bir toplumda var ise o toplumu yıkabilecek ve ayrıştıracak hiçbir güç bulamazsınız yeryüzünde. Adalet vücut organizmasının omurgasıdır. Omurga zedelenmemişse, vücudun herhangi bir yerindeki hasar giderilebilir, ancak omurga işlevsiz ise tüm vücut azalarınız sağlam olsa da hareket edemezsiniz. Bunu anlayanlar hayatlarını yeniden imar etmeleri gerektiğini bilirler. Anlamayanlar da felç olmuş bir yaşamla yerlerde debelenirken dillerine vurmuş olanların sürekli konuşmasının ötesine geçemezler. Ondan dolayıdır ki hiçbir karanlığı dağıtamazlar.

Habeşistan Kralı Necaşi’ye ilk Müslümanlar neden gittiler dersiniz? Adalet olduğu için gittiler. Adaletin olmadığı yer olsaydı, Allah’ın Resulü onları oraya göndermezdi. Ancak Necaşi’nin hayatını herkes anlatır ve onun davranışlarını da papağan gibi aktarır, ancak Necaşi'ye o eylemi yaptıran özelliğin ne olduğu ve o özelliğin bugünün yaşamında nerede var olduğu hiç gündem yapılmaz. Çünkü Necaşi'nin Adil davranışı detaylı anlatılacak olsa, ona benzer yönetimler arzulanabilir, peki bu adil yönetimler, kendi çıkarlarına menfaatlerine menfaat katmak için muktedir olanların ne kadar işine gelir dersiniz? Elbette onların işine gelmez. Çünkü adalet herkesi insan olarak yaşatır ve herkesin derdi ile dertlenmeyi gerekli kılar. Günü kurtarmak için reklam kokan davranışlardan yöneticileri uzaklaştır. Tüm bunları göze alacak yönetimler olmadığı için, Necaşi’nin yönetimini gündem yaparak kendi bekalarını tehlikeye atmamak için o perdeye hiç girmezler.

Devlet diye oluşturulan putun, aydınlanma çağıyla korunması insanların huzur ve mutluluğunu imha etti. Oysa burada anlaşılması ve korunması gereken, bir güç oluşturup o güce tüm yetkileri verip insanların pasif duruma geçerek onu sorgulanmaz kılmak istemedikleri ortada iken, sonradan gelenler, bu gücü korumanın gerekliliğine inanarak o güçle istek ve emellerine rahat ulaşabilmek için, o gücü sorgulanmaz kıldılar. Organizasyon, işlerin düzenli sistemli ve sürekli olmasını sağlamak amaçlı oluşan sistemdir. İnsanlar ilk organizasyon oluşturdukları zaman böyle bir kolaylığı yakalamak ve kendilerine faydası olsun diye, bu işle ilgilenen sürekli orada bulunup oradan geçimlerini sağlasınlar diye bu işe önem verdiler. Çünkü bir elin nesi var iki elin sesi var anlayışı içinde, güçlerini birleştirerek yaşamlarını kolaylaştırmak istiyorlardı. Oysa bu durum çok farklı kulvarlara kaydı ve o gücün kendisi sorgulanmaz ve korunması gereken bir put haline geldi. Putçuluk zaten böyle oluşmaktadır. Bir devlet organizasyonunu önemli kılan, yönetimi altındaki insanlara huzur mutluluk ve adalet dağıtmasıdır. Bunları yerine getirmeyen bir devlet, insanların başına bela olur ve sadece o sistemin avantajlarından faydalanan kişi grup ve sınıflarının varlığını devam ettirir olur. Günümüzdeki devletlerin hemen hemen hepsi bu tanımlamalarımız içinde olan devletlerdir. Laik olması, dine dayanması, liberal olması, komünist olması muhafazakâr olması bu tanımın dışında olması için yeterli değildir. Bu tanımın dışına çıkacak bir devletin en belirgin özelliği ADALETTİR. Adalete dayanan bir devletin yönetiminde bulunanın kimliği, inancı ideolojisi ırkı hiç önemli değildir. Ve böyle bir devlete sahip çıkılması insanlık onurunun gereğidir. Buna sahip çıkmayan toplumlar kendi varlıklarını yok etmek için kendi cinslerini zulmetmesin diye işbaşına getirirler.

Devlet mekanizmasının işleyişi kendiliğinden olmaz. Devlet halka dayanan bir yapıdır. Devleti yönetmek için seçilenler oraya geldikten sonra, halkın patronu gibi davranma hakkına sahip değildir. Halk patron, devlet hizmetçidir. Devletin patron olduğu halkın hizmetçi olduğu yerde, halk asla ve asla huzur ve mutluluğu elde edemez. Devlet, çıkar devşirme ve bazı imkânlara sahip olduktan sonra, daha fazla istekleri doyurmak için bir kalkan değildir. Ancak günümüzdeki devletlere bakarsak, özellikle Ortadoğu ve İslam toplumu olarak tanımlanan ( ben böyle bir yerin varlığına inanmıyorum, ancak Müslümanların yaşadığı coğrafyalar var) ortamların yöneticileri dünyanın en zengin ilk yüz kişisi içinde yer almaktadır. Peki, bu anlayışla hangi devletin halkı için var olduğunu söyleyebilirsiniz.

Devlet bir fetiş olmaktan çıkarılmalı ona herhangi bir kutsallık atfedilmemelidir. Müslümanın Vatanı yeryüzüdür ve yeryüzünün her yanına hak adalet için gider. Sınırlar onun değer sistemini daraltamaz. Müslüman olarak devlete böyle bakarız, üzerinde yaşadığımız topraklara da insanlara mutlu huzurlu bir yaşam sağladığımız mekân olarak değer veririz. Köyde huzurlu olduğunuz bir köy evinizi, nasıl ki mutlu olmadığınız şehirdeki bir bina dairesine tercih ediyorsanız, vatan da böyledir. Toprağın değeri oradan gelir. Geçmiş atalarımız bu topraklara o kadar kanlarını akıttılarsa, böyle bir yaşama kısmi olarak ta olsa şahit olmalarındandır. Adaleti tesis etmek üzere mücadele edilmeyen hiçbir çaba anlamlı değildir. Dünyanın hepsi sizin olsa, adalet o toprakların tek cevheri değilse orası da vatan değildir. Vatan huzurlu mutlu olduğunuz ve kendinizi insan olarak görüp insanın yaratılış amacına uygun yaşadığınız yerin adıdır. Adaletin uygulandığı yer kaya parçaları ise, adaletsiz bir yönetimin egemen olduğu verimli arazilerden daha kutsaldır. Bunu durup dururken söylemiyorum. Yaratan Rabbimizin insanlar arası düzenleme ve ilişkilerde en çok üzerinde durduğu konu ADALETTİR. "Allah adildir ve adil olanları sever. “Necaşi’nin hükmü altındaki topraklar o günkü Müslümanların vatanıydı çünkü adalet vardı. Mekke'de yaşıyorlardı ama orası onlar için vatan olmadı sebebi ise insanlara zulmeden bir sistem vardı. Ancak Medine Yesrip olmaktan çıkıp Medine’ye dönüştü, çünkü adalet geldi. Adaletin olduğu yerde insanlar medenileşir, herkes birbirinin hak ve hukukunu korur. Mekke’nin vatana katılması ancak Fetih sonrasında oldu. Demek ki zulüm yönetimlerinin olduğu yerde vatanın da anlamı kayboluyor.

Sonuç olarak diyorum ki, Rabbim bizlere, yaşadığımız yeri hakiki vatan eylesin, bu topraklara kanlarını akıtanların kanlarıyla anlam kazandırsın, devletimizi de adaletin öncüsü eylesin içimizdeki hırslarımızı yenerek sadece yaratana giden yolda bir araya gelmeyi bizlere nasip eylesin... Rabbim bizleri adalete şahit eylediğin kulların arasına kat...

Selam muhabbet ve huzur dileklerimle...

Erol KEKEÇ/10.05.2022/15.32