2 Mayıs 2022 Pazartesi

“SERMAYEM DERDİMDİR SERVETİM AHIM”

Trajik bir çağın yeniden ürettiği yan ürünler olarak, kalan ömrümüzü tamamlamak için, orijinal bedenlere yerleştirdikleri zihinsel kalıplar bu bedeni taşımaktan aciz görünüyor. Kapital yaşam düzeneğinin içerisinde Halaç pamuğuna çevrilerek öğütülmüş ruhların, orijinal ruhlarımız olduğunu düşünerek dört elle sarıldığımız bu hayattan mağlup olarak çıkmak sanki bahtımıza yazılan kaderimiz olmuş gibi…                                                                                                 

Hangi surda bir gedik açtık desek, kendimizi kaybederek aydınlığa koşan bedenlerimiz, ruhlarını satarak bu koşuya çıktıkları için, koşunun her aşamasında kendimizden bir şey eksilterek yolun sonuna varmak istiyoruz, ancak sona vardığımızda sanırım bize kalan orijinal ruhları olmayan donuklaşmış bir kadavra olan bedenlerimiz olacak…

Ruhlarımızı çalmak için mi acaba bizleri bu cafcaflı yaşamın kollarında hipnoz ederek kendimizden geçirdiler. Her birey kendinden emin, kimsenin kendisinden akıllı olmayacağına inanarak, bu dünya sinemasında sahnelerde hep başrol oyuncusu olarak oynamak isterken, hipnozun etkisinden ayılıp kendinize geldiğiniz zaman, figüranlarla kuşatılmış oyunculuk becerisi olmayan varlıklarla, sahnenin dolmuş olduğunu görüyorsunuz.

Güneşin tutulduğu ayın yatağından çıkmak istemediği, dünyanın hepten kararmayla yüz yüze kaldığı, küresel karanlıklar, bir fırtına gibi her tarafı dağıtarak taş üstünde taş baş üstünde baş koymamaya yemin etmiş gibi, evlerimizin anahtar deliğinden girerek yaşamımızın altını üstüne getirmişken, karamsarlıklar coğrafyasından nefesleri hep bize solutmakta…

Depresyonda olan bir yazarın ruh hali olarak mı görürüsünüz, yoksa yaklaşıyor yaklaşmakta olan diye avazı çıktığı kadar bağıran bir münadinin gerçekleri haykırması olarak mı kabul edersiniz, nasıl işinize geliyorsa öyle bakınız ama bu günlerin bize giydirdiği elbisenin ruhlarımızı çalarak,  bizlerin düşünsel ve algılama hücrelerimizi yok ettiği bilinmelidir. Rüzgârın dili olsa da, bize taşıdıklarının ne olduğunu ve içinde nasıl sinsi emelleri gizlediğini bir anlatsa, o zaman belki bizlerin uyanma vakti olur.

Eskiye özlem duymayı pek seven biri değilim aslında, yarınların hayallerini kurarken bu gün kendini unutmaktan da hiç hoşlanmam. Ancak öyle bir harami topluluğunun küresel zehriyle, evrenimizi ne kadar etkisi altına alıp bugünlerimizi yok ederek bize yarınların hayallerini kurdurarak nasıl diri diri bizi mezara gömmeye çabaladığını görünce, bugünleri kaybetmek üzere olduğumuzdan, bari yarınlarımızı da imha etmeyelim diye çırpınıyorum.

Yüreklerin haz almadığı, beyinlerin hazımsızlıktan yürekle arasındaki bağı, etki tonu yüksek susturucuyla patlatılan bombaların etkisiyle parçalandığı anda bedenlerimize sahip çıkalım, onları da hangi cenderelerinde domuz yemi yapacaklar onu bilmediğim için sabırsızlanıyorum… Yaklaşıyor yaklaşmakta olan diye uyarı tonu yüksek sloganlarla her ortama yazmak istiyorum.

Dışarıya çıkıyorum, sesiz çığlıklarım içime gömülürken, gözyaşlarım yüreğime akıp içinde kocaman bir deniz oluştururken, ben kurumuş sokaklarda bir dere kadar etkisi olmayan bir çiğ damlası gibi, kendi üstümü ıslatamıyorum. Buğulanmış gözlerim, kurşuni renkte yağmurun ağlamaktan kaçındığı ama acı çektiği gecenin derinliklerinde beni benden alıp ta gerilere götürüyor. O gerilerde acep ne kalmış olabilir ki, unutmak istediğim geçmişin kollarında derin uykuya nedir beni daldıran…

Bir ramazanı hüzünle uğurlarken benim ruhumda hangi kıvılcımları yakmış olabilir acaba? Gecelerim uykusuz gündüzlerim düşünceli midem boş, bedenim yorgun zihnim şaha kalmış çılgın bir at gibi her an kişnerken, ramazandan bana kalan, beni bana bırakıp yalnızlığımla beni avutup, gün batar batmaz sessizce birden kaybolup giderken içime saldığı gözyaşlarım…

Gelmeyecek ömrüm için mersiyeler söylense, geleceğim için naatlar yazılsa, bugünüm Fatiha okunarak mezara yollandıktan sonra, neden benim böyle yazılarla zamanımı harcadığımı, sanıyorum sormazsınız.  Günüm için bir şeyler yapmayıp, eski yaşadıklarıyla avunup onları anlatarak onunla avunup acılarını unutan olamadığım için, savunma mekanizmaları benim semtime pek uğramazlar. Ondan olsa gerek olduğum gibi konuşuyorum ve gördüklerimi görmemiş gibi davranmak ruhumu sıkan bir özellik olduğundan, herkes gibi o şekilde mutlu olamıyorum ben… Günü yaşarsam dünyanın en bahtiyarı oluyorum, yarınlarda dağıtılan hayal ve umutlara belimi bağlayamıyorum o gün gelir mi gelmez mi bilmiyorum, benim olan eldeki peşinatımı, alamayacağım belli olan, vadeli yüksek karşılıklarla değiştirmek istiyorlar. İşte buna ruhum alışkın olmadığından ben hep peşin yaşamaya alışkınım, çek senet vade, kredi kartı nedir bilmiyorum, bilsem de kapsam alanımda çekim gücü olmadığından, bunların yapacağı yayınlara ruhum tok olduğundan, kendi içimde kapalı devre yayınlardayım. Onun için benim anlatımlarım biraz iğneler insanları, sonrasında bir kurşun yemiş gibi acıtır, ardından sorgulama alarmı başlatır. Tabi ki bunlar insandan bedel ister, herkes elindekini bedel olarak vermek istemediğinden, hayalleri için mastürbasyon yapmamızı bekliyorlar. Biz hayallere haz satmayı bilmiyoruz. Yaşanan gerçekliğin acılarını gösterip anlamlı yaşamın kollarında ruhuyla insanların yaşamını sonlandırmasını istiyoruz. Ondan olsa gerek sağ sol orta uzak alt üst demeden, rota içinde kim ve ne varsa hepsine dokunarak, yolu işgal edenleri yoldan çıkarmak en büyük zevkim.

Ben şunu çok iyi bilenlerdenim, gerçeğin acısı, hayallerin yaşattığı en üst seviyedeki hazdan daha değerli ve makbuldür. Gerçekliğin acıları içinde yaşamı basu badel mevt bilirim, her günü haşre uyanır gibi yaşayarak, hayaller istasyonuna uğramadan, gerçekliğin haritasında kendime yer bulmayı çok önemserim… Usta Merhum Mahsuni’nin mısralarında olduğu gibi…

İşte gidiyorum çeşm-i siyahım

İşte gidiyorum çeşm-i siyahım

Önümüze dağlar sıralansa da sıralansa da

Sermayem derdimdir servetim ahım

Karardıkça bahtım karalansa da

Sermayem derdimdir servetim ahım

Karardıkça bahtım karalansa da

………………………………………………..

Bağladım canımı Haydar zülfün teline

Bağladım canımı zülfün teline

Sen beni bıraktın elin diline elin diline

Güldün Mahsuni’nin berbat haline

Mervan'ın elinden parelense de

Güldün Mahsuni'nin berbat haline

Aşağıdan yukarıdan yolun sonu görünüyor…

Erol KEKEÇ/01.05.2022/23.34