Devlet, iki temel ana gövdeye dayanır oluşum şekline göre; Ya Millet devlet için var olur, ya da devlet Millet için var olur. Bunların dışında bir başka oluşum olabilir mi, elbette olur ancak buna kimse yanaşmak istemez. Devlet ile Milletin görevlerinin tanımlandığı, devletin hak ve yetkilerinin olduğu, hem de Milletin hak ve yetkilerinin bulunduğu, ikisinin de dengede olduğu bir başka devlet de olur. Ancak günümüzdeki devlet şekillenmesinde ilk iki unsurun olduğu muhakkak ancak diğer üçüncü unsura pek fazla yer vermeyi kimse istemez, ancak genellikle Batı dünyasında üçüncü unsura yakın oluşumlar yok değil…
Devlet var olmak zorunda, tüm
unsurlar devlet için var ve devletin yaşaması için feda edilebilir anlayışıyla
yaşayan devletler herkesin de bildiği gibi Makyavellist bir algıya dayanır. Bu
algı zorbalıktan beslenir ve her şeyi gücün emrinde tüketir. Gücü devamlı
kılmak esastır. Devlet, burada kendisini dayayacağı zenginler sınıfı oluşturur,
onları her türlü imkânlarla besler, onlara sırtını dayar ve tüm halktan toplar,
onları büyütür, onların büyümesi kendi bekasını devam ettirme esasına dayanır.
Yani devlet ya bir grup, ya bir ailenin, ya bir burjuva sınıfının ya da belli
bir silahlı gücün tekelindedir. Yani devlet onlardır. Bunların dışında
kalanların canı malı çoluk çocuğu bunların varlığına ve yaşamasına feda edilir.
Halkın varlığı, devletin kendi büyüklüğünü gücünü ve yaşamını kanıtlamak için,
bir arenada toplanan seyirciler hükmündedir. Dolayısıyla halk, Devlet gösteri yaparken,
onun gösterisini alkışlayıp devletin de kendisini beğenmişlik duygusu içinde
onlara tepeden bakacağı ve gerektiğinde aşağılayacağı bir nesne özelliğindedir.
Halkın bir nesne olarak algılandığı ve sadece devletin bekası için, kendi
varlığının yok olmasına bir gerekçe bulan insanlar, olsa olsa ancak bir köle
olur. Yani Makyavelist devlet kölelerin yaşadığı devlettir de diyebiliriz.
Halkın devlete feda olduğu yerde,
ekonomik araçlar tamamıyla belli zümrelerin tekelindedir. Her iş onlardan
sorulur onlar her şeyin en iyi bilenleridir. Tüm parasal güç bunların kontrolündedir.
Dolayısıyla halktan alınır bu güçler beslenir. Çünkü devlet bunların
omzundadır. Onlar çekilirse devletin yıkılacağı düşünüldüğü için, bu gruplar genel
halka her zaman tercih edilir. Halkın elindeki ekmek alınır bunlara verilir.
Eğer halk devlet içinse, bu anlayışa
sahip olan devletlerin halkının büyük çoğunluğu yokluk ve perişan olarak yaşarken,
devletten beslenip sürekli kanatları uzayan ayrıcalıklı sınıf, har vurup harman
savurur. Yani devletin asıl adını koyacak olursak zulüm, yönetenlerde zalim olur.
Günümüzde Demokrasi ile yönetildiğini söyleyen İslam toplumlarının yönetimleri
ve ayrıca krallık aşiret ve Teokratik totaliter devletlerin hepsi böyle bir
anlayışla yönetilirler. Bu devlette ayrıcalıklı sınıflar için, delinip
geçilmeyecek hiçbir kural yoktur. Kurallar şahıslara özgü oluşturulur ve tekrar
değiştirilir. Kuralların hükmü sadece devlete feda olan halk için geçerli ve
yaptırımı vardır. Yani halkın büyük çoğunluğu ezilecek tek hücreli böcek olarak
görülür ve onların yaşamının anlamı da yoktur. Acından ölse kayda değer bir
anlamı yoktur. Sadece öldüğünde nüfustan düşülür o kadar bir etkisi olur.
Bunlar doğuştan haklarını kaybetmiş kullanılmaya uygun varlıklar olarak görülüp
o şekilde onlara muamele yapılır. Bunların kazanımları artacak olursa onların önlemi
alınır olağanüstü vergi yükleriyle tekrar eski hallerine getirilir. İçtiği çeşmedeki
sudan tutun, attığı her adıma, sabah uyandığında elektrik düğmesine bastığı
anda sırtına vergi biner, ne yapacağını şaşırır ama devletimiz olmazsa bizde
olmak der, devletine dua etmekten geri kalmaz. Oysa devlet o olmadığı zaman
olmayacağı halde bunu asla idrak edemez. Yani gönüllü ve tercihli kölelerin
yaşadığı yerin adı böylesi devletlerle anılır. İslam toplumlarında Afrika’nın
en ücra köşelerinde uzak Asya ve Latin Amerika kıtasındaki devletler neredeyse
hep bu özellikteki devlelerdir. Halkın her adımı, devleti besleyen bir eylem ve
paradır. Fakirler fakir kalmalı ki devlet yaşasın ve devletten beslenen bu
ayrıcalıklı sınıfların varlığı devam etsin… Ondan dolayı da Fakirden alıp
ayrıcalıklı sınıfları yaşatmak temel felsefedir. Bu devletlerin yeryüzünde
varlığının devam ediyor olması, dünyada zulmün ne boyutta ve genişlikte
olduğunun da kanıtıdır.
İkinci özellikteki devlet ise,
Devletin, halk için olduğu devlettir. Devlet, tamamıyla İnsanlar arası
ilişkileri düzenleyen bir kurumsal organizasyonun varlığının gerekli olmasıyla doğar.
Devlet kendisini bir hizmet aracı olarak görür ve toplumsal yaşamın en iyi
şekilde düzenli olarak devam etmesi için ciddi bir kontrol görevi görür.
Devletin kontrol sistemi olduğu yerde devleti denetleyen insanlar olduğu için
devletin varlığı halka hizmetiyle anılır. Halka hizmet etmeyen devlet asla Millet
için olamaz. Burada da bir denge problemi yaşanır. Çünkü devlet tamamıyla
kendisini halka göre şekillendirip hep halka verme üzerine kurulu olursa
devletin süreklilik problemi yaşaması mümkündür. Onun için zaman zaman bu
devletler ciddi kırılma noktasına gelirler ve sürekli yönetim değiştirmek
zorunda kalırlar. Küba ve Venezüella bu tür devletlere örnek gösterilebilir.
Burada eşitlik kavramı kayda değer kabul edilir. Adalet kavramından daha önemli
bir anlamı vardır. Toprağa atılan tohum büyüdükçe meyveye döndükçe ondan
faydalanılır. Ama tüm tohumlar tüketilirse orada gelecekte üretilecek ürünün
tohumları da tükendiği için gelecek her zaman tehlike oluşturur. Onun için bu
devlet algısı da görünüşte çok iyi bir yönetim şekli gibi görünse de o kadar
masum olmadığı ortadadır. Yani ne devlet sadece halk içindir, ne de halk
devletin kurbanıdır. İkisi de olmak zorundadır. İşte bu noktada üçüncü bir
anlayış ortaya çıkıyor.
Devlet halk için olduğu kadar halkta
devletle iç içe olmak zorundadır. Yani yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan
diye bir kısır döngü yaşamak gerekmiyor. Yumurta tavuktan çıktığı gibi tavukta
yumurtadan çıkmak zorundadır. Öncelik sırası görev ve sorumluluğun yerine göre değişebilmelidir.
İnsanlar kendi huzuru ve mutluluğu için, her şeyle kendilerinin ilgilenmesinin
mümkün olmadığını bildiklerinden bu sorumluluklarının büyük bir kısmını kendi
oluşturdukları organizasyona devrederek, kendi adlarına bu organizasyon
sorumlulukları yürütür. Devlet ayrıcalıklı bir sınıf oluşturma adına ortaya çıkmıyor,
ayrıcalıkları ortadan kaldırmak için daha sistemli kurumsal bir yapıya dönüyor.
Bu kurumsal yapının adı devlettir. Tarihte bunun en güzel şeklini Ha. Muhammed(as)’in
Medine’de kurduğu devlette görüyoruz. Bu devlet Hz Ömer döneminde canlı
örneklikleriyle tarihe adını kaydettirmiştir. Devlet bir denge unsuru
görevindedir. Zengin insanların imkânlarından faydalanır, imkânı olmayanları gözetir,
toplumsal denge ve huzur oluşturur. Böylesi bir devlette kurallar herkes için
aynıdır. Şahsa ve inanca göre farklı uygulamalar asla olmaz. Yaptırımlar kimlik
eksenli uygulanmaz, doğrudan eylemin karşılığı olarak yaptırıma dönüşür.
Eylemin çıktığı şahsın ne kabilesi, ne parası, ne silahlı gücünün hiçbir anlamı
yoktur. Önemli olan isnat edilen eylemle ilişkisinin olup olmadığının ortaya
çıkmasıdır. Tek gözetilecek konu budur. Ekonomik imkânlar insanların çaba ve
gayretlerine göre, biyolojik yaşamın devamını sağlamanın dışında, tamamıyla
üretim eksenli dağıtılır ve adalete uyulur. Eşitlik değil, burada esas olan adalettir.
Dolayısıyla toplumsal yaşamda aşırı uçlar oluşmaz. Doyumsuzluk ve hırs yerini
eminlik ve güvene bırakır. İnsanlar arası yarış maddi kazanımlar üzerine değil,
tamamıyla bilgiye ulaşma, zihinsel birikim, entelektüel donanım sanat felsefe
ve bilim üzerine yoğunlukta kendisini gösterir. İnsanlar arası ilişki ve
iletişim çok canlı olur. Toplumsal yaşam, ortak değer algısı üzerine yoğunluk oluşturur.
Yani insanlar kaynaşır, birlikten kuvvet doğar deyimine uygun tavır ve davranış
içine girerler.
Böyle bir devlet adil devlettir,
yöneticileri de adaletlidir. Halkının içinde neler olduğunu bilir, halkı
uyanıkken kendisi uyumaz, halktan kopuk uygulamalara yer vermez. Vergi sistemi
insanları yaşatmak ve yaşamı kolaylaştırmak için organizasyonun devamını
sağlamak amaçlı olur. Bunlar da her yerde kullanılmaz ve özenle hakkaniyet
sınırları içinde israfa asla yer vermeden kullanılır. Çünkü kendisine verilen
paraların hepsinin milletlin devletine bir emaneti olduğu idrakiyle, devlet
hareket eder. Fakirden alıp zengin sınıflar oluşturulmaz, fakirler üretime katılır
ve onların iş yapması için üretim alanları oluşturulur. İmkânı olmayan insanlar
bir yerde emek karşılığı ücretle çalıştırılır, üretici kabiliyeti güçlü olanlar
daha aktif ortamlara taşınarak yeteneklerinden daha fazla istifade edilir.
İnsan için en iyi rızkın, insanın kendi emeğinin karşılığı olduğunu devlet çok
iyi bilir, onun için insanlara bedava dağıtımlar yaparak köle ruhlu varlıklar
yaratmaz.
Bu devlette insanlar bilinçli duyarlı
ne yaptığını ve ne istediğini bilir. Karanlıklar peşinde koşmaz. Yöneticilerinin
kendileriyle uyum içinde olup olmadığını çok iyi değerlendirirler.
Yöneticilerin tek derdi sırtlarına yüklenen emaneti adil bir şekilde
sonrakilere teslim edecek bir gelenek oluşturarak, devletin kalıcılığının
artmasına katkı sunmak ve halkın huzurunu sağlayarak onların can, mal ve nesil
güvenliğini sağlamaktır. İnsanlar kendileriyle uğraşmaktan farklı kurumların
sorumluluklarını konuşamayacaklar. Yani herkes kendi mesleki statüsünün
rollerini en iyi oynayarak toplumsal yaşama bir katkı sağlamak için mücadele edecektir.
Bu gün batıda bu anlayış devlet tarafından halklarına yerleştirilmeye çalışılmaktadır.
Ondan dolayıdır ki, devlet nasıl olmalı dediğinizde Siyaset bilimciler ve bu
alanda uzmanlık yapanlar dışında kolay kolay kimseden bir görüş alamazsınız.
Çünkü herkes kendi işiyle uğraşır. Oysa bizim gibi toplumlarda ise herkes her
şeyle uğraştığı için ne devletin ne de Milletin ne yaptığı bilinmez.
Bugün batıda yaşamın daha kolay
olduğunu ve doğu toplumları kadar stres olmadığını anlatırız ama neden böyle
olduğunu ve bu aşamaya nasıl gelindiğini konuşmayız. Sadece sonuçlara bakarak
bir yorumlama yaparız. O yaşamı sunacak düzeyde organizasyonu kuracak bilinçli
duyarlı insanlar oluşturmadan ve o uygulamaları içlerine sindirecek bilinçli ve
farkındalık seviyesi yüksek bir halk olmadan o aşamaya gelemezsiniz. Batının
bugün bu konudaki rahatı geçmişte bunu elde edebilmek için ciddi bedeller
ödemekten korkmamasıdır. Oysa doğu toplumları hem güzeli arzular hem de bedel
ödemekten korkar dolayısıyla yaşadığı hayat onun kendi çabasının bir karşılığı
olduğu kabul edilmelidir.
Adaleti eksen alan ve adalet dışında
bir tarafın tarafı asla olmayan yöneticiler ve devletin yönettiği halkın
ruhları sade, istekleri insani ve huzurlu hayatı yaşamaya gayret gösteriyorlarsa,
buna kavuşmayı engelleyecek hiçbir güç yoktur.
Geçmişinde adaleti uygulamak için çok
çaba harcayan ancak bazı konularda rahatsızlıklar olsa da bunu düstur edinmiş bir
tarihin yeni nesilleri olarak bunu ikame etmek yine bizim görevimiz olmalı diye
düşünüyorum… Batının kıyısından köşesinden sahiplendiği adalet anlayışı böyle
güzel tablolar ortaya çıkarıyorsa, kim bilir biz kendi değer sistemimizi baş
tacı yaparak ayağa kalkarsak nasıl bir medeniyet inşa ederiz. Bunları
yapabilecek inan potansiyelimizin olduğuna inanıyorum. Ancak hırslarımızın
kurbanı olduğumuzdan bugün bunları düşünemiyorsak içine düştüğümüz gafletten dolayı,
gafleti yok etmek bizim elimizde, tek yolu kendimizle barışmak ve vicdani
hesaplaşma yapabilmektir.
Devlet ile Millet arasındaki çizgi
terazinin hassas denge noktasıdır. O dengeyi yakalamak ve yeryüzüne hakikatin
yaşanabilir bir gerçeklik olduğunu haykırmak için yaşamlarımızla bunu ortaya
çıkarmak ve şahitliğimizi yapmak zorundayız. Bu gün ülke yönetiminde olan
insanlarımız bizim bu düşünce ve ideallerimize uzak olmadığına inanıyorum ancak
gaflet bazen insanın ruhi dünyasını ve ufku okumasını olumsuz etkileyebiliyor. Bunun
en önemli nedeni de, kayıtsız şartsız yapılan her eylemi, doğru ve yanlış sorgulama
becerisi olmayan taraftar anlayışının kabullenmesi ve savunmaya geçmesidir.
Eğer yanlışlar yanlış olduğu için tepki verilmiş olsa, hiçbir yönetici kendi
yanlışlarında ne tür hikmetlerin olduğunu düşünmeyecekti ve kendisini
sorgulayacaktı. Ancak taraftar insanlardaki basiretsizlik ve kaybetme korkusu
yanlışların metabolizmayı ele geçirmesine neden oldu sonrası içine düştüğümüz
tablo oldu… Tüm olumsuzluklara rağmen bu yolların aydınlanması ve yeniden
kaldığımız yerden devam edebilecek enerji ve vicdanımız varsa korkmaya gerek
yoktur.
Devlet aklımız kendisini iyice
sorgulamalı ve kendisinden kaynaklanan olumsuzlukların faturasını ödetecek
ortamlar aramamalı, vicdanıyla hesaplaşıp hesap makamında kendi kritiğini
yapabilmeli, işte o zaman yeni bir doğuşun ilk ışıklarıyla karşılaşmamıza Allah’tan
başka hiçbir güç engel olamaz. Yanlışlar temizlenirse herkesi kendimiz gibi
görüp hataları ortadan kaldıracak dirayetli tavırlar geliştirilirse, çok kısa
zamanda çok daha büyük işlerin yapılacağına inancım tamdır. Ülke nimetleri
ayrıcalıklı sınıfların har vurup harman savurduğu yer olmadığı bilinmelidir. Ben
verdim, ne olacak diyen Demirel gibi Verdimse ben verdim gibi içi paradoks dolu
cümleler hayatımızın hiçbir noktasında yer almamalıdır. Bizim burada olmasını
istediğimiz devlet, hem korunmalı hem korumalı, hem yaşamalı hem yaşatmalı, hem
adil olmalı hem kararlı olmalı, fakirleri doyuran değil koruyan zenginleri
koruyan değil kollayan olmalıdır.
Bizim medeniyet anlayışımız İslam Ülkeleri
içinde en üst seviyede olduğunu düşünüyorum. Ancak yaşam kalitemiz batının en
basit yaşamının bile altında olduğu gözden kaçmamalıdır. Bunun sebeplerini hep
birlikte ortaya çıkarıp bunları bertaraf ederek yeni bir dünyanın doğumuna
şahitlik etmek için adaletin Şahidi bir devlet anlayışımız oluşsun… Hukuk
herkesi kuşatsın çıkarları korumaktan uzaklaşıp, çıkarların deldiği çuvalları
yeniden inşa etsin…
Medeniyet; Medine’nin sokaklarında
inşa edildi hurma dallarıyla üzeri örtülen bir mescitte dünyaya kendini
tanıttı. Yaşamı anlamlı kıldı fakir zengin kardeş eyledi ama bu insanları
birbirinden ayıracak Yüksek haşin korunaklı sarayların duvarlarına hiç ihtiyaç
olmadı. İnsanın yaşamı saray ise Hurma dallarının altı en güzel anılara sahne
olur. Eğer yaşamınız adalet ve hakkaniyet üzere inşa edilmiyorsa en lüks
saraylar ve malikâneler bir devletin temelini oluşturmaktan aciz kalır tarihe
not düşülecek anılarınız kalmaz…
Rabbim bizleri yaşamıyla hakikate
şahitliği ve adaleti gözetmesiyle tarihe not düşülecek bir hayatın temsilcisi
olmayı nasip etsin; devletimizi medeniyetin önderi kılsın, Milletimizi idrakle
yaşatsın sadece hakkın yaşanmasında bir araya getirip vahdet eylesin, batıl da
ise tefrikayla bizi bizden uzaklaştırsın…
Gönül sesimle vicdanlara ithaf
ettiğim bu yazımın huzurlu bir geleceğe tanık olmasını rabbim vesile eylesin…
Selam saygı muhabbet ve dualarımla
Gelecek Kadir gecesinin üstümüze hayırlar yağdırmasını rabbimden niyaz ediyorum
zulmü karanlığı da bizden uzaklaştırmasını en kalbi duygularımla talep ediyor…
İyi ki Allah’ın kullarıyız, iyilikten başka bir şey düşünmüyoruz…
Bahadır Hataylı/23.04.2022/02.29