Turna kafilesi gökyüzünden süzülerek geçerken barışın kahramanları güvercinler ülkesinde konaklamak isterler. Güvercinler korkak ve ürkek tavırlarıyla her ne kadar misafirlerini ürkütmek istemeden onlara yaklaşsalar da, Turnalar yine de bu işte bir hinlik olabilir diye gökyüzüne havalanmayı ihmal etmezler.
Yeryüzüne sığmayan Turnalar
ömürlerinin çoğunu gökyüzünde geçirirler. Yeryüzü kirlendi, kuşların ötüşleri değişti,
turaçlar uzaklaştı, kırlangıçlar gittiği yerden dönmek istemez oldu, ördekler
daldıkları sulardan çıkmayı düşünmüyor… Avcılar ellerinde silah av derdinde,
gece gündüz demeden pusuya yatmışlar, en kuytu yerlere evsinlerini kurmuşlar.
Avcıların av derdinde olduğu yerin adı Güvercinlerin barış ülkesi olsa ne
değişir ki… Güvercinler istediği kadar barış mesajı taşısınlar her biri bir
haber uçursun ne fayda, avcılar ortalığı karıştırmak için her yere
mevzilenmişler.
Böyle bir diyara yolum düşerse içimi dökeceğim,
oradan çıkarken içim boş, yeni bilgilerle dolacağım ki, eskiyenlere yeni
mesajlar taşıyayım diyordum… Ne yazık ki ben içimi boşaltsam ne çıkar eski ben
olduktan sonra güvercinler başımda kanat çırpsa, barış mesajı benim içime nasıl
girer. Biz hep savaşmayı öğrendik, en sevdiklerimiz savaş naraları atarak
varlığını devam ettiriyorsa, bizim barış eri olmamızın anlamı neye yarar…
Çakalların derisini yüzmek için,
aslanların yem olarak kullanıldığı bir yere, kırlangıçlar nefessiz gelse ne
olur. Ne aslanlar ne çakallar mutlu. Aslanlar kükreyerek dağları inletirken,
öyle bir yer ki burası, kurtların ulumasından nefesler tutulmuş, ayılar
salınmış aslanlar zincire vurulmuş, kurtlar kahrından kendini imha ederken,
ulumaları yarıda kalmış, gecenin insicamına gökyüzünden mehtabın şavkı düşmüş,
ben nereye düştüm acep, kendimi bu ortamda bulamayan bir gölgeye döndüm. Gölgem
benden habersiz çıkıyor ortalığa, dolaşırken benmişim gibi gölgemi
kurşunluyorlar. Güvercinlerle kediler birlikte yaşarken resimlemişlerdi eskiden,
şimdi ne kedi ne güvercin ne aslan ne kurt emin değil kendinden… Ayılar
salınmış aslanlar zincire vurulmuş, atlar bukağılanmış, yorulmuş bir yolcu atın
sırtında nasıl koştursun… At aciz, yolcu aciz, aslan köle, kurt damgalanmış,
gölgem ortalıkta, dilime düğüm çalınmış, ben nasıl durayım burada, hani neresi
barış ülkesi… Güvercinler kaybolup harabeleri baykuşlara terk etmiş, gece
yarasalar sinek peşinde koşarken bülbülün nağmeli ötüşleri yerini, viranelerden
acı acı üfleyen baykuşa nöbeti vermiş… Gel de yanma bu hale, ben yanarken,
gökyüzünden güneş hasret çığlıkları ile imdadıma yetişsin diye, gündüzü beklerken,
ansızın çıkan dumanlar kapladı semayı etrafımda bir ateş, meğer yanan benmişim,
ateş etrafı kuşatırken bulutlar üstüme yağmuru serpmiş…
Barış diyarından sessiz gemiler
geçerken, kuşların cıvıltıları ormanı büyülemiş gibi bir ahenk içinde, geceler
gündüzleri, kış baharı, atalar evlatları kovalarken, yetişene aşk olsun koşan koşana…
Kim nereye niçin koşar, bununla ilgili bir bilgi yok küfemde, bomboş bir küfe
sırtıma vurmuşum, ben bu diyarların içinden ne zaman geçmişim…
Aşkın kollarında bir ömür törpülerken,
sevgi ormanından ağaç dallarıyla rüzgârın geçişine izin vermedim… Ben engin
gönüllerin mütevazı ve merhamet dolu bağrında konaklamak için bu diyara geldim.
Barış ülkesi diye tüm eteğimdekileri bu topraklara serptim. Hasat mevsimi ürün
devşirmek için, tüm heyecanımı bağrıma gömüp ovaya indiğimde, meğer benden önce
tüm tanelerim kargalara yem edilmiş… Kargaların rahat gezdiği, sesinden, başka
kuşların isyan edip kafeslere gizlendiği, aslanın kahrından çakalların ininde yere
belendiği bir yerin, barış ülkesi olduğunu söyleyen güvercinler, meğer kargalar
adına elçilik görevindeymiş…
Güvercinler takla atıp her biri bir
yerden uçunca, Turnalar sevinçten inmiş yere, avcıların pusuda olduğunu görünce
bir daha inmemek için çıkmışlar göğe, o gündür bu gündür, Turnalar göğün hep en
yukarısından geçerler… Güvenmezler kimsenin nağmeli sözlerine, ondan avcıların
kurşunları yetişmez peşine…
Ben bu derde düşmeden el eyledim gel eyledim,
turnam gelmedi yere, güvenmez sözüne sevdiğinin bile…
Barış ülkesi diye tüm canlar can ekti
bu yere, can tükendi, ömür gitti, barış gelmedi bu ülkeye, hani nerede barış güvercinleri,
Turnalar onlara aldanıp kıtaları aşarak sevinç gösterisi sunmuşlardı bize! Biz
onlara eşlik edip kendimizi bulmuştuk onların sevincinin içinde! Hani nerede
bizim sevincimize eşlik eden turnalar, kargalar halaya çıkmış ortalıkta
güvercin aramaktalar… Acaba güvercinler mi bunlara bu kadar cesaret verdiler!
Hani o yer, güvercinlerin kanat
çırparak takla atıp sevinçten kendinden geçtiği yer! Bizim ruhumuz aşka kement
atarken, sevgiyi yüreğimizde besledik, barış çığlıkları beynimizde
yankılanırken, savaş naralarına gecemizi heba ettik… Hangi gündüzler gökyüzüne
havalanmış güzel sesli turnaları, güvercinler ülkesine geri getirebilir…
Turnaların gittiği yerde, kargalar meydanı kirletir, adını da barış ülkesi diye
herkese belletir…
Aslanlar çakalların ininde,
aslanlığını iğdiş ettirip sesiz sakin uysal bir kimliğe bürünmüşse, burası
barış değil olsa olsa, çakalların hazinedar, kargaların seyri sefa ederek
gününü gün bilip her deliğe tünediği ayıların homurdandığı karanlık gecelerin
karanlık çığlıklarının semada yer edindiği yerin adı olur… Ama Turnalar barış
iklimini çok sever, ondan oraya hep göçe çıkarlar, kıtalar arası yorulmadan
barış diyarında ölmeyi, savaş ortamında yaşamaya yeğ tutarlar…
Biz turnaların yoldaşı kervanın
yorulmayan sırdaşı, muhabbet otağının sessiz ağlayan sesli gülmeyi içine
sindiremeyen erleriyiz, ondandır hep barış ülkesinde yaşamayı tercih ederiz…
Turnalarla gökyüzünde süzülerek uçmak en büyük hedefimiz… Gökyüzünden herkese
selam etmek olsun bizim şiarımız…
Sevginin doruğundan, muhabbetin
konağına içli dualarla, gönülden sızan hayırlar diliyorum hayır beklentisi içinde
herkese…
Erol KEKEÇ/21.04.2022/03.59