“Onlar harcadıklarında israf eder sınır tanımazlar ama başkalarına verdiklerinde ise cimrilik ederler.” Tüm mahlûkatın yaratanı insanın yeryüzünde güç olmasıyla nasıl bir tavır takınacağını açıkça beyan etmesine rağmen, Yaratıcıya kul olduğunu söyleyenlerin bu doğrultuda gözü kara davrandıklarını görünce bu hususta birkaç kelam etmek lüzumunu hissettim.
Gücü ele geçiren tüm anlayışların,
kendi tüketimleri için hiçbir sınır tanımaksızın kendi dışında kalanların
ihtiyaç ve imkânlarının sınırlarını belirlediğine şahit olmak, artık
hayatımızın bir doğası haline geldi. Dünyanın neresine giderseniz gidiniz, her
toplumda çoğunluğun yaşamı üzerine bir hesaplama içinde olanlar, mutlu
azınlıkların yaşamı için hiçbir değerlendirme yapmazlar. Çünkü mutlu azınlıklar
her şeye sahip olduklarına ve kâinatın içinde kendilerinin olmazsa olmaz olduğuna
inanır ve öyle yaşarlar. Onların yaşamlarını etkileyecek hiçbir olumsuz
uygulama onların mıntıkasına yaklaşmamalıdır. Eğer bir kısıtlama ve hesaplama
yapılacaksa bu mutlaka mutsuz çoğunlukların yaşamı üzerinde ele alınmalıdır.
Onun içindir ki her dönemde asgari yaşam diye, bir gündeme şahit olursunuz.
Asgari yaşam standardı demek biyolojik bir varlık olma hakkını kazanmanız
demektir. Biyolojik açıdan canlılığını koruyanlara, bunun dışında sosyal bir
varlık gibi davranılmasını beklemekte o kadar güç olmaktadır. Çünkü biyolojik
olarak yaşamak demek, sizin diğer ayrıcalıklı mutlu azınlıklar gibi, dünya
nimetlerinden faydalanacak düzeyde, içinde bulunduğunuz tabakanın dışına
çıkarak onlara sahip olma isteklerinizi haklı kılmıyor. Mutlu azınlıkların
hayatını etkileyecek bir olumsuzluğun ortaya çıkmaması esas alınarak, sizin
yaşam şekliniz onlara göre biçim almaktadır. Dünyanın var olan tüm sistemleri
böylesi bir yaşamı özgürlük insan hakları ve demokrasi olarak yaygın hale
getirip meşrulaştığı dönemde, mutsuz çoğunlukların talepleri, bu durumda her
zaman meşru olmayan talepler içinde yer almaya mahkûmdur.
Yaratıcı, malın mülkün tek elde toplanarak
devletleşerek, başkalarına zulmetmesini istemediği halde, adı ne olursa olsun,
tüm devletlerde malın tek elde toplanıp başkalarını mağdur etmediği bir yönetim
biçimi gösterebilir misiniz? Ne yazık ki, muhafazakârlıktan demokrasiye,
teokrasiden sosyalizm ve komünizme, monarşiden oligarşiye, kapitalizmden
liberalizme kadar adı ne olursa olsun hepsi bir güç etrafında pervane gibi
dönen mutsuz çoğunluklara hükmetmektedir. Mutsuz çoğunluklar mutlu azınlıklara
hizmet edip sonunda ezilen tarafta yer almalarına rağmen, bu sistemler buna
rağmen yaşamlarını devam ettiriyorsa, mutsuz çoğunlukların bu işte büyük
veballeri vardır.
Ekâbir sınıfının yaşam alanı içindeki
en üst tüketim sınırını belirleyemeyen, ama en altta yaşayanların ölüm sınırı
hakkında rahatlıkla konuşan sistemlerin tümü, miadını doldurmuş olmalarına
rağmen, hala yeryüzünde yaşıyorsa bu durum insanlığın, insan olarak yaşadığını sanmasındadır.
Siz yaşamınız hakkında sizin yerinize düşünen birilerinin gölgesinde kaldığınız
müddetçe, üzerinize güneşin doğmayacağından emin olabiliriniz. Güneşin doğrudan
ısı ve ışığından faydalanamayanlar, her daim hastalıklı bir organizmayla
varlıklarını devam ettirirler. Dünyanın her yanında yaygın hale gelen bu
hastalığın hücrelerinin kurutulması ve yeni bir dünyanın oluşumuna kapıların
aralanması için, öncelikle kendi kapsam alanlarımızdan başlayarak kendimizi
değiştirerek yola koyulmak zorundayız.
Kendi cinsleri üzerinde egemenlik
kurmaya çalışanlar, kendilerini daha konforlu yaşatmak için herkese dağıtılmış
olan rızıkları ele geçirerek, onların yaşamlarını zora sokarlar. Ondan sonra
bunun adına da kader diyerek büyük bir topluluğu köleliğe mahkûm ederler. Kader
denilen şey ölçüdür. Yaratıcı ölçüyü doğru yapmıyorsa o bir yaratıcı olamaz,
onun ortaya koyduğu doğru ölçüyü, kendinize göre ayarlayıp sorumluluğu da
Yaratıcıya yüklediğiniz zaman, siz yeryüzünden gitmesi gereken necisler
sınıfına girersiniz. Yaratıcı hiçbir zaman yarattığı bir canlının acılar içinde
kıvranarak yaşamasından zevk alacak kadar gaddar değildir, mutlu azınlıklar gibi…
Yaratan merhamet ve şefkat sahibidir. Onun tüm bu olumsuzluklara ses çıkarmıyor
gibi görülmesi yanlış anlaşılmasın, onun sünnetinde asla bir değişim bulamazsınız,
onun söylediği her söz gerçekleşeceği günü beklemektedir. ”Zalimler gaddarlar
ve insanlığı ezen haydutlar için önceden tayin edilmiş bir ecel olmasaydı,
Allah onları anında yok ederdi. Allah’ın kanunları günlük değil, o bir plan ve
düzen içindedir. O gün geldiği zaman, onun önüne geçecek hiçbir yaratılan
bulamayacaksınız. Bazen duyarsınız Yaratıcı bizi hiç mağdur etmedi ne
istediysek verdi, tüm düşmanlara karşı bizi galip getirdi, önümüzdeki engelleri
aşmamızı sağladı, demek ki bizler yaratıcının halis kullarıyız diye kendisine
büyük övgüler dizilmesini isteyen yaratıkları… Oysa Bu Rab öyle bir Allah ki,
Kötülük aşılamada üstüne kimse olmayan şeytanın isteklerine bile, karşılık
verecek bir Rabdir. “İnsan hayra dua eder gibi şerre de dua eder…”İstediği
şerlerle karşılaştığı zaman, onların kendisi için verilmiş bir hayır ve
kendisinin de seçilmiş bir kul olduğuna inanır. Oysa bu yaşam denklemi hiçte
öyle işlemiyor, keşke azgınlaşan insan bunu bir anlasaydı.
Her türlü hainliği mütekebbirliği
yapmış olan iblis, ”Rabbim yeniden dirilecek güne kadar bana mühlet ver” dedi
ve Allah ona cevaben ”Sen mühlet verilenlerdensin ”dedi. Evet, İçten istenilen
iyi ve kötü ne varsa onların karşılığını verecek bir Allah var hayatın her alanında…
Elimize geçenlerin, bizim çok iyi biri olduğumuzdan dolayı bize verildiğine
inanarak hareket edersek, şunu hiç unutmayalım ki iyiliklerin mıntıkasına
ulaşma basiretimiz kalmayacaktır. İnsan kendisinin iyi mi, kötü mü yaptığına
yalnız kaldığında vicdanın içerden kendisine seslenmesiyle anlayacaktır. Ancak
Vicdanın sesini boğmak istediği müddetçe bufalo gibi çamura batarak yaşam
sürecini noktalayacaktır.
Bunları örneklendirmemin sebebi, asıl
konumuz hakkında düşündüklerimizi ortaya koyarken, nereden bu bağlantıları
kurmamız gerektiğini tetkik ederek doğru sonuçlara gitmemizi sağlamaktır. Yeryüzünde
var olan yönetim sistemlerinin hiçbiri kuşatıcı ve merhamet yönü ağır olan bir
sistem değildir. Eğer dünyanın her yerinde mutlu azınlıklar, mutsuz
çoğunlukların kanını emerek ve onların yaşamları için kuralları onlar koyuyorlarsa,
orada adalet ve insanlık hepten imha edilmiştir. Değer sistemi olmayan bir
dünyanın değerli olması asla düşünülemez. Onun için önce yeryüzünde değerli
olan varlığı ortaya koyarak o varlığın yaşamının değerli olması için tüm
çabalar onun etrafında şekillenmelidir. İnsan yaratılış itibarıyla değerlidir.
Çünkü Yaratıcı kendi ruhundan üfledikten sonra, onun değerli olduğunu vurgulamıştır.
Allah’ın değerli kıldığı bu varlığın, varlığına has olan bu değeri kimse onun
elinden alıp, onu değersizleştirme hakkına sahip değildir. İnsanın yapıp ettikleri
ile ilgili olan değer, onun eylemsel boyutta kazandığı değerdir. Eyleme dayanan
kazanımlar ya onun davranışsal saygınlığını artırır ya da aşağı çeker. Bundan
dolayı alacağı karşılık hiçbir zaman yaratılıştan kaynaklanan verilmiş değerini
imha edecek bir karşılık olamaz. İşte dünya ölçeğinde kurulmuş sistemlerin tümü,
insanın davranışsal kazanımları ile doğuştan getirdiği yaratılışta kendisine
verilen değeri birlikte görüp insanı imha yoluna gittiler. Ondan dolayı da
yeryüzünde yaşayan insanlar arasında ciddi uçurumlar oluştu. Bir tarafta
olağanüstü mutlu azınlıklar, diğer yanda dünyanın neredeyse tamamına yakını
olacak düzeyde mutsuz çoğunluklar ortaya çıktı.
Allah’ın tüm canlılar için yarattığı
ve verdiği imkânlar, doğuştan gelen haklardır. Onların herkes arasında pay
edilmesi ve kimsenin, başkasının hakkına tecavüz etmemesi gerekir. Bundan
sonraki kazanımlar ise, eylemlere bağlı elde edilecek imkânlardır. Bu da her
insanın kendi yeteneklerini kullanmasıyla elde edeceği imkânlardır. Ancak
bunlar hırsızlık uyanıklık hile, kandırmaca şeklinde kazanılamaz, doğal ortamda
insani kurallar ve hakikate hizmet eden hukuk çerçevesinde olmalıdır. O zaman
bu insanın kazanımları ana sütü gibi helaldir. Bu kazanımlar hiçbir zaman
insanlar arasın da uçurumlar oluşturmaz, çünkü sınırsız biriktirme ve harcama
hakkını ona vermez. Dolayısıyla mal ve birikimler insanlar arasında dağılır ve
bir yerde birikerek devlet olmasının önüne geçilir. Bunu yapmayanlar ve
bunların olmaması için mücadele etmeyenler, yönetim sistemlerini bu çerçevede
gözden geçirip adaletin tesisi için uğraşmayanlar mutlaka ama mutlaka çok yakın
bir dönemde imha olacaklardır. Allah’ın sözünde bir eksiklik ve yalan bulamazsınız.
“Zalimler yakında nasıl bir devrilişle devrileceklerini bileceklerdir. Dünya
müstekbir güçleri, doğrudan hız limiti olmadan oraya doğru gidiyor. Yeryüzünde
adil ve mutlu bir yaşamı isteyen Allah, yeryüzünü ifsat edenlere, mazlumların
gücü yetmediğinde ya da mazlumlar kendilerine zulmederek zalimlerin değnekçisi
olup onları omuzlarında yükselttiğinde hepsini birden imha eder yerine
yenilerini getirir. Bu ona güç değildir.
İnsanın ilahi boyutunu dikkate
almayanların tümü, kendini yeryüzünde mutlak güç sanır. Oysa bilmez ki
kendisinin güç olup olmadığını onaylayacak olanlar da kendisinin değer
vermediği cinsleridir. Aşağıladıklarınızın verdiği değerle kendinizi değerli
bulacak kadar basit ve sıradan bir değerlendirme kriterini kendinize ölçü
alarak yaşarken, kendinizin erişilmez olduğunu sanmanız komik olmuyor mu sahiden,
siz bunu anlayabiliyor musunuz?
Zulmü meşrulaştırarak, zulümle abat
olacağını sananların hepsi yerin altında hesap gününün gelmesini bekliyor.
Zulmün yerine adaleti, kavganın yerine kardeşliği, savaşın yerine barışı,
ayrıştırmanın yerine kaynaşmayı ve dayanışmayı, gaddarlığın yerine merhameti,
kanunun yerine hukuku, hırsızlığın yerine emeği, israfın yerine tasarrufu,
cimriliğin yerine cömertliği, konforun yerine sadeliği ve mütevazılığı, kötünün
yerine iyiyi, firavunluğun yerine istişare ve ortak aklı, mutlu azınlığın yerine
mutlu çoğunluğu, asgari yaşam yerine insani yaşamı koyan bir anlayışla dünyaya
yeniden yelken açmanın tam zamanı, yoksa bütün bir insanlık yok oluş kıyısının
yanı başında doğacak tsunami dalgalarının ortaya çıkacağı zamanı bekleyedursun…
Bu hatırlatmalarım bütün bir insanlığın
yok olma sürecinden önce yeniden dirilme mesajı olduğunun bilinmesini isterim.
Bir kâhin olarak bunları yazmıyorum, sadece kâinattaki Allah’ın sünnetullahının
gerçekleşeceğine yakinen inananlardan olduğum için, bu sürecin hızlanarak
geldiğini görüyorum… Hiçbir şey nedensiz değildir. Nuh (as) gibi bende
insanlığın haddi aştığını söylüyorum. Ancak Nuh’a (as) o toplumun verdiği cevap,
senin o bahsettiğin şeyler ne kadar ne kadar uzak, zaten onların olmasına da
inanmıyoruz dediklerini, şu an da söyleyeceklerin olacağını biliyorum. Ancak bu
gün Nuh’un(as) gemisinin, adalet hak hukuk ve sadece iyiliklerin taşıyanı
olduğunu görmek lazım bunun dışındakilerin tamamı batacak.
“Yer sarsıldıkça sarsıldığı ve
içindeki tüm hazineleri dışarıya fırlattığı zaman, insan ne oluyor der: İşte, o
gün yer rabbinin kendisine bildirmesiyle içindekileri dışarı atıyor…”Bu gün
geldiği an biz aşağı, aşağıdakiler yukarı, gelin o güne gelmeden önce, gurur ve
kibirlerimizi ayaklarımız altına alarak kendimize gelelim, o gün kendimize
gelecek zamanımız olmayacak…
Son olarak diyorum ki, yeni sistem
tüm insanlığın kurtuluşu ve yaratıcının yeryüzünde olmasını istediği bir sistem
olmalıdır. Hiçbir din ve ideolojiye dayanmadan sadece Adalet ve hukuk
çerçevesinde şekillenmeli tüm farklı düşüncelere insan olarak yaklaşıp ona göre
hizmet sunan bir anlayış barındırmalıdır. Bunu yapacak beyinlerin ve dertli
insanların olduğuna inanıyorum o dertli insanların tümünü Nuh’un gemisinde
buluşmaya davet ediyorum tufan dünyayı kuşatmak üzere…
Selam saygı muhabbet ve dualarımla…
Erol KEKEÇ/13.02.2022/15.42