13 Mart 2022 Pazar

ZAMANLA GEÇMEZ, ZAMANLA GEÇERİZ

Sermayesi ziyan olanların hangi kazancının hesabını yapacaksınız ki? Sermayeden yiyenler bir gün son noktayı koyduklarında ortalıkta kas kavlak kalırlar… Sermaye denildiği zaman, herkesin aklına gelen ilk şey ekonomik kazanımlardır. Oysa insan için en önemli sermaye zamandır. Zamanı sermaye olarak bilip bu sermayeyi kaybetmek istemeyenler, ancak geçen süreyi lehlerine çevirebilirler.

İnsanın en rahat harcadığı ve bir daha elde edemeyeceği sermaye zaman olmasına rağmen, zamana karşı ihanetin en büyüğünü yapar. Zamanı doğru yönetebilmek ve zamanla birlikte yaşamak, zamanın her anını bir kayıp olarak bilip, hayata anlam katmak öyle kolay olmuyor. Hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir durumdur zamanın horlanması ve aşağılanarak ona karşı lakayt tavırların takınılması.

Herkesin kafasında bir düşünce zamanı doğru planlamak gerekir diye, ancak ne zamanı planlama imkânı var, ne de zamana yenilerek hayatına katacağı bir yenilik olur. Zamanı kimse planlayamaz ama zamana göre kendimizi planlayabiliriz. Çünkü zaman kuşatıcıdır, biz ise zamanın içinde bir zerre, zerreler daima zamanın içinde onunla birlikte akıp giderler ancak zannederler ki, zamanı yönetenler kendileridir. Zamanı yöneten ve planlayan ancak zamanı yaratandır. Zamanı yaratanın, zamanı niçin yarattığını bilirsek, zaman hayatımızı kendisiyle birlikte taşır. Bizler zaman treninde yolculuk yaptığımızı düşünürüz ve onun içinde hayaller kurarız, oysa hep geride bulunduğumuz ortamdan haz alarak, onunla boğuşurken kaçıncı tren gelir geçer farkında bile olmayız; ama sanırız ki biz zamanla birlikte yaşıyoruz. Zamanla birlikte yolculuk yapanların geçmişle ilgili eyvah ve ahları olamaz, gelecekle ilgili de erişemeyecek hayalleri bulunmaz. Çünkü zaman geçtiği her istasyondan alacaklarını almasına müsaade edecek kadar taşıdıklarına karşı hoşgörülü ve merhametlidir.

Zaman treni sürekli ring yapmaktadır. Onun sürekli beklediği bir istasyon yoktur, uğrar yolcularını alır ve devam eder, hangi yolcu hangi istasyonda inecekse, onları indirecek kadar bize süre tanır. Dolayısıyla biz onun kontrolünde yaşarken bizi kapsayan ve bizimle ilgili tüm detaylar onun elinde iken, biz bu halimizle kalkıp onunla ilgili planlar yapma derdindeyiz. Hiçbir zaman küçük beyinler kendilerini kuşatacak bir değer için, yapacakları planların işleyeceğini sanmasınlar.

“İnsan hüsranda ancak İman eden, Salih amel yapan, birbirine hakkı ve sabrı hatırlatanlar müstesna” derken, zamanın insanı nasıl öğüterek bir un haline getirdiği de bura anlatılmaktadır. Biraz tefekkür buradaki incelikleri bize gösterecektir. “Zamana yemin olsun ki, ”diye yemin eden zamanın sahibi, burada çok ince bir noktaya yoğunlaşmamızı istemektedir. Yemin olsun ki, bu zaman sizi alıp götürüyor, ancak siz hala istediğiniz taşıta bineceğinizi sanıyorsunuz, hangi taşıta binerseniz bininiz, bindiklerinizin hepsi bu zaman treninde taşınmaktadır. Yani sizi de sahip olduklarınızı da, sizi koruduğunu sandıklarınızı da zaman taşımaktadır. Sizi istediğiniz yerde değil, bizim ona söylediğimiz yerde bırakacaktır. Geride kalıp bu trene binmeyenler veyahut ta sonrakine bineriz diye bekleyenler, tanıdığımız süreyi boşa geçirdiklerinden, sonrakine telaşlarıyla binerek ruhi bir bunalımla neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamayacak düzeye gelebilirler. Onun için benim size tavsiyem, Önce benim bu söylediklerimin ciddiyetini anlayın ve beni zamanın sahibi olarak kabul edip iman edin, ardından Salih davranışlarda bulunun, yeryüzünde herkesin her canlı ve cansızın faydasına olacak eylemler yapın; yoksa bir daha geriye dönme imkânınız olamaz.

Bunları size hatırlatan her şeyin sahibi ve her şeyi tasarrufuna alan Allah olduğumu anladığınız anda zamanla olan savaşınızı durdurur, onunla barış içinde yaşarsınız. Zamanla barışanların hayatı arı duru ve anlamlı geçer. Anlamsız hayatların egemen olduğu yerde herkesin “zamanla” olan bir sıkıntısı olduğu asla unutulmamalıdır.

Zaman, her şeyin ilacı diyerek kendimizi aldatırız çoğu zaman. Oysa zaman ilaç değil, bizim ne acayip varlıklar olduğumuzu ortaya çıkarıp aynaya bakıp kendimizle olan savaşı sonlandırmamızı istemektedir. Çünkü zaman bir ana gibidir, hiçbir yavrusunun acı çekmesini istemez, ondan dolayı herkesi uyandırıp kendisiyle birlikte süresi içinde yolculuk yapmalarını istemektedir. Zamanın bu kuşatıcı ve merhamet taşıyan yanını görmeyenler onunla olan savaşı kaybettikleri gibi sorumlu olarak ta hep onu gösterirler. Mesela, Yanlış zamanda doğdum aslında ben bundan 50 yıl önce doğacaktım veya keşke eski günlerim bana geri verilse ben bilirim ne yapacağımı diye hayıflandığımız anlar hepimiz için çok olmuştur. Ancak bunların hiçbirisi sorunun zamanın sırtına vurulmasını gerektirmiyor. Çünkü zaman kimseye iltimas geçmediği gibi kimseyi ötelemez, herkese aynı imkânları sunar. Kimisi içinde bulunduğu ortama uyum sağladığını sanır orada yaşar, kimisi gelecekle ilgili hayaller kurarken zamanın gelip geçtiğinin farkına varmaz, bir de bakmış ki saçlar beyazlamış bel bükülmüş ömür dediğin batan güneş gibi kızıllıklara gömülmüş muhteşemliğini yitirmiş, acınacak halde yeni günlerin gelmesini bekler. Oysa gelen her gün farklı bir gün ve kendisi de önceki günlerde olan kendisi olmadığı için, acaba bu iki unsurun birbiriyle aşılanması tutar mı tutmaz mı oda bilinmez; bir de bakmışsınız kuruyan bir dal olup çıkmış…

Her doğan bulunduğu zamanla en iyi aşı yapılacak durumda olmasaydı, yaratıcı bu canlıları öyle yaratmazdı. Ben şu zamanda doğsaydım bilirdim ne yapacağımı diye hayıflanan bizler, kendimize karşı en büyük yalanı söylediğimizin farkına varsak belki dirilir kendimize geliriz. Ne yazık ki, insan alışkanlıklarının kurbanı olduğu halde bu alışkanlıkların elinde harcanan bir zavallı olduğunu göremediği için, zamanla arasındaki savaşı bitirmeyi bir türlü beceremez.

İnsan mekân odaklı, zaman kuşatıcılığı içinde bir kobay gibi kullanılan varlık olduğunu kendisine reva gördüğü zaman, bu mekân değirmeninde zaman adındaki değirmencinin çarkından çıkan bir una dönüşecek. Bu varlığın bir un gibi savrulan yaşamını tane olarak tünelin sonuna kadar koruyarak götürmesi yine kendi elindedir.

Herakleitos’un deyimiyle, ”İnsan bir ırmağın suyu ile ikinci kez yıkanamaz, sular akar gider ve onun arkasından hep yeni ve farklı sular gelir. İnsanın da durumu her an değişmektedir. Onun ruh hali, ruh haline bağlı bedensel değişimlerin oluşması da sürekli farklılık gösterir. Dolayısıyla her şey sürekli değişim halindedir. Bu değişimle birlikte devam etmeyenler değişimin değiştirdiği varlıklar olup çıkarlar. Çok duyarsınız hepimiz de bunu söylemişizdir. Değişim kaçınılmaz diye, oysa değişim kaçınılmaz demek, başkalaşmak ve dün farklı iken bu gün daha farklı olmak olmamalıdır. Değişim değil devamlılık esastır. Devamlılıkta geçtiğiniz yerin coğrafyanın, iklimin, zamanın kültürün sizi biçimlendirip ya da sizin onlardan alacaklarınızı alarak yolunuza devam etmeniz söz konusudur. Oysa değişimde genellikle gece gündüz gündüz de gece gibi bir başkalaşma vardır. Onun içindir ki, değişim kavramının yerine devamlılık ve süreklilik kavramını kullanmayı daha uygun görüyorum.

Devamlılık zamanda bir yolculuktur. Hangi durakta ne zaman durulacak ne kadar beklenilecek bunların farkına vararak, doğumla ölüm arasında kendisine biçilmiş olan ömrü istenilen yerde ve ortamda geçirecek titiz bir eylem barındırır. Yani içinde gelişim vardır. Gelişme bir organizmanın geçen zaman, tüketilen imkânlar ile ne kadar fiziken ve ruhen belli bir aşamaya gelip olgunlaştığını gösteren süreçtir. Bu olgunlaşma, bir gelişim demektir. Ancak batıdan devşirme kavramlarla tanımlama yaptığımız zaman, çok farklı kavramları kullanmak zorunda kalacağımız muhakkak.

Toprağa ekilen bir fidanın o toraktan aldığı gıda su ve geçen zamanla dallarında gövdesinde oluşan gözle görülür büyüme onun değişmesi değil, olması gereken yere doğru yaptığı yolculuk sonrasında kazandığı kazanımlardır. Bu da bir gelişmedir. İnsan içinde yaşam denklemi böyle kurulması gerektiğine inanıyorum. Gençlik değişiyor bakın nerelere geldik, dün neydik bu gün ne olduk gibi hayıflanmaların hiçbirisi sorun çözmeye ve kendimizi anlamaya dönük iç hesaplaşma değildir. Sürekli kaybeden bir varlığın sona yaklaştıkça artan korku ve gerilimlerine bağlı oluşan endişeleridir. Endişelerin çoğalması, endişesiz bir yaşamı bizlere sunmayacağı muhakkaktır. O zaman nasıl davranmalıyız ki bunlardan uzak olalım diyenler olabilir, ben naçizane şunları söyleyebilirim.

Kaybolan yıllarımızın ardından mersiye söylemeyi bırakacağız, atalarımızın kahramanlıklarını anlatan destanlarla transa girip ulaşılması güç hipnoz seanslarının etkisinden uyanacağız. Bugüne ait olduğumuzu ve yarınlara kavuşamayabileceğimizi idrak ederek yeni bir hayat denklemi kuracağız. Zamanın bize ait olmadığını, bizim zamanın içinde olduğumuzu ve onunla birlikte yolculuğa devam etmediğimiz takdirde gelen zamanın bizimle doku uyuşmazlığı yaşayacağımızı bileceğiz. Dolayısıyla şafakta başlayan bir hayat düzeneği kuracağız, geceyi gece, gündüzü gündüz olarak yaşayacağımız bir yaşam formülü oluşturacağız bunu da bilimsel tahliller sonrasında ne kadar faydalı sonuçlar ortaya çıkardığını ölçerek yaygın hale getireceğiz. Zamanı çok kullanmanın iyi iş yapmak ve çok üretim yapmak olmadığını anlayacağız, hangi zamandan daha verimli faydalanacağımızı anlayacağız, zamanla yarışmayacağız, kendimizi zamandan en iyi faydalanan konuma getireceğiz. Bir işi yapmayarak sonraki güne bıraktığımızda, bizden o işi bekleyenlerden değil, zamanı bize tahsis eden zamanın sahibine karşı mahcup olacağımızı düşünerek her şeyi vaktinde yapacağız. Kurallara göre yaşam felsefesi değil, zamanın bizim için çok iyi bir değerlendirme ve not verme yönünün olduğunu, o zaman içinde o işi yapacak imkân bulamadıysak, giden zamana ihanet ettiğimizi tüm insanımızın içselleştirmesine katkı sunacağız.

Bunları yaparsak ve yaşamda karşılığının olacağı geleneği başlatabilirsek, değişimler bize teğet geçer, onlara ihtiyacımız olmaz; çünkü biz zamanla birlikte yolculuk yapacağımız için sürekliliği olan bir yaşamın gelişme boyutunda yer alacağımızdan değişim çığlıkları bizde karşılık bulmayacaktır. Gençliğin değişimi sorgulanmayacak, bizim çizmeleri giyip geldiğimiz yerde bir duraklama olursa onlar o çizmeleri giyerek yola kaldığımız yerden devam edecekler. Ancak bizler Tarihi kahramanlıklar ve destanlarla bir hayat kurmaya çalışırsak zaman trenini kaçırmış olacağımızdan gençliğin o trende yerini aldığını gördüğümüzde aramızda bir daha ulaşma imkânımız olmayan istasyonlar ve zaman olduğunu göreceğiz. Ondan dolayıdır ki, zamana yenilmiş bizler, önce zamanla aramızdaki ilişkiyi yeniden gözden geçirelim ve kendimize gelelim diyorum, yoksa bu Zaman treni bizi imha edecek…

“Onlar Hakkı ve sabrı tavsiye ederler,” “Haktan sonra dalaletten başka ne var ki. ”Bu iki uyarının inceliklerinde makalemi sonlandırmak istiyorum. Hakkı tavsiye, düzen denge virt, doğruluk hakikat, her zaman ve ortamda değişime konu olmayacak herkesi kuşatan mesela zaman nasıl herkese aynı olmasına rağmen bizim bulunduğumuz ortama göre bazen çok uzun bazen kısa bazen çekilmez oluyor gibi algılanıp onu kendimize göre yeniden yorumluyorsak. Hakta böyle olmamalı hak herkes için haktır değişmez onu anlatmak ve yaşamak zorundayız, ne güç ne kuvvet, ne imkânların fazlalığı, onun farklı yorumlanmasına asla açık değildir. Onun için hakkı tavsiye etmek demek, zamanla ilişkileri iyi olmak ve barışık yaşamaktır. Hakkın tavsiyesinde ve yaşanmasında zorluk ve engelleyici unsurlarla karşılaşmak mümkündür, bunlara göğüs gererek yolunuza devam ederken düşmemek ve trenden inmemek için direnmeniz gerekir, işte bu da sizin için gerekli olan erzaktır. Yani sabırdır. Zamana yemin eden zamanın sahibi, bizleri düne ahlar vahlar çeken, yarınların hayalini kuran, bu gün de uykuya dalıp uyuyanların helak olduğunu anlatırken yine bize merhametinden yol gösteriyor.

Zaman treninde yolculuk yapmayanların, gelen hangi trene bindiklerinin pek bir anlamının olmadığını anlamaları, gençlik gitti gibi ahlar vahlar arasında korku ve tedirginlikle çekilmez bir yaşama imza attıkları zaman anlamaları boş ve anlamsızdır.

Zamanla geçmiyor, zamanla geçiyoruz bunu anlayalım artık, ne zaman doğrulup insan ve omurgalı bir varlık olduğumuzu anlayarak yaşayacağız… Zamanı rumuza tesir eden bir dost bilerek yola çıkmaktan korkmayalım, yoksa zamanla ruhsuz kalan kadavralarımız değer taşımayacak…

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/12.03.2022/21.30