Sermayesi ziyan olanların hangi kazancının hesabını yapacaksınız ki? Sermayeden yiyenler bir gün son noktayı koyduklarında ortalıkta kas kavlak kalırlar… Sermaye denildiği zaman, herkesin aklına gelen ilk şey ekonomik kazanımlardır. Oysa insan için en önemli sermaye zamandır. Zamanı sermaye olarak bilip bu sermayeyi kaybetmek istemeyenler, ancak geçen süreyi lehlerine çevirebilirler.
İnsanın en rahat harcadığı ve bir
daha elde edemeyeceği sermaye zaman olmasına rağmen, zamana karşı ihanetin en
büyüğünü yapar. Zamanı doğru yönetebilmek ve zamanla birlikte yaşamak, zamanın
her anını bir kayıp olarak bilip, hayata anlam katmak öyle kolay olmuyor. Hiç
kimsenin inkâr edemeyeceği bir durumdur zamanın horlanması ve aşağılanarak ona
karşı lakayt tavırların takınılması.
Herkesin kafasında bir düşünce zamanı
doğru planlamak gerekir diye, ancak ne zamanı planlama imkânı var, ne de zamana
yenilerek hayatına katacağı bir yenilik olur. Zamanı kimse planlayamaz ama
zamana göre kendimizi planlayabiliriz. Çünkü zaman kuşatıcıdır, biz ise zamanın
içinde bir zerre, zerreler daima zamanın içinde onunla birlikte akıp giderler
ancak zannederler ki, zamanı yönetenler kendileridir. Zamanı yöneten ve
planlayan ancak zamanı yaratandır. Zamanı yaratanın, zamanı niçin yarattığını
bilirsek, zaman hayatımızı kendisiyle birlikte taşır. Bizler zaman treninde yolculuk
yaptığımızı düşünürüz ve onun içinde hayaller kurarız, oysa hep geride
bulunduğumuz ortamdan haz alarak, onunla boğuşurken kaçıncı tren gelir geçer
farkında bile olmayız; ama sanırız ki biz zamanla birlikte yaşıyoruz. Zamanla
birlikte yolculuk yapanların geçmişle ilgili eyvah ve ahları olamaz, gelecekle
ilgili de erişemeyecek hayalleri bulunmaz. Çünkü zaman geçtiği her istasyondan
alacaklarını almasına müsaade edecek kadar taşıdıklarına karşı hoşgörülü ve
merhametlidir.
Zaman treni sürekli ring yapmaktadır.
Onun sürekli beklediği bir istasyon yoktur, uğrar yolcularını alır ve devam eder,
hangi yolcu hangi istasyonda inecekse, onları indirecek kadar bize süre tanır.
Dolayısıyla biz onun kontrolünde yaşarken bizi kapsayan ve bizimle ilgili tüm
detaylar onun elinde iken, biz bu halimizle kalkıp onunla ilgili planlar yapma derdindeyiz.
Hiçbir zaman küçük beyinler kendilerini kuşatacak bir değer için, yapacakları
planların işleyeceğini sanmasınlar.
“İnsan hüsranda ancak İman eden,
Salih amel yapan, birbirine hakkı ve sabrı hatırlatanlar müstesna” derken,
zamanın insanı nasıl öğüterek bir un haline getirdiği de bura anlatılmaktadır.
Biraz tefekkür buradaki incelikleri bize gösterecektir. “Zamana yemin olsun ki,
”diye yemin eden zamanın sahibi, burada çok ince bir noktaya yoğunlaşmamızı istemektedir.
Yemin olsun ki, bu zaman sizi alıp götürüyor, ancak siz hala istediğiniz taşıta
bineceğinizi sanıyorsunuz, hangi taşıta binerseniz bininiz, bindiklerinizin
hepsi bu zaman treninde taşınmaktadır. Yani sizi de sahip olduklarınızı da,
sizi koruduğunu sandıklarınızı da zaman taşımaktadır. Sizi istediğiniz yerde
değil, bizim ona söylediğimiz yerde bırakacaktır. Geride kalıp bu trene
binmeyenler veyahut ta sonrakine bineriz diye bekleyenler, tanıdığımız süreyi
boşa geçirdiklerinden, sonrakine telaşlarıyla binerek ruhi bir bunalımla neyin
doğru neyin yanlış olduğunu anlamayacak düzeye gelebilirler. Onun için benim
size tavsiyem, Önce benim bu söylediklerimin ciddiyetini anlayın ve beni
zamanın sahibi olarak kabul edip iman edin, ardından Salih davranışlarda bulunun,
yeryüzünde herkesin her canlı ve cansızın faydasına olacak eylemler yapın;
yoksa bir daha geriye dönme imkânınız olamaz.
Bunları size hatırlatan her şeyin
sahibi ve her şeyi tasarrufuna alan Allah olduğumu anladığınız anda zamanla
olan savaşınızı durdurur, onunla barış içinde yaşarsınız. Zamanla barışanların
hayatı arı duru ve anlamlı geçer. Anlamsız hayatların egemen olduğu yerde
herkesin “zamanla” olan bir
sıkıntısı olduğu asla unutulmamalıdır.
Zaman, her şeyin ilacı diyerek
kendimizi aldatırız çoğu zaman. Oysa zaman ilaç değil, bizim ne acayip
varlıklar olduğumuzu ortaya çıkarıp aynaya bakıp kendimizle olan savaşı
sonlandırmamızı istemektedir. Çünkü zaman bir ana gibidir, hiçbir yavrusunun
acı çekmesini istemez, ondan dolayı herkesi uyandırıp kendisiyle birlikte
süresi içinde yolculuk yapmalarını istemektedir. Zamanın bu kuşatıcı ve
merhamet taşıyan yanını görmeyenler onunla olan savaşı kaybettikleri gibi
sorumlu olarak ta hep onu gösterirler. Mesela, Yanlış zamanda doğdum aslında
ben bundan 50 yıl önce doğacaktım veya keşke eski günlerim bana geri verilse
ben bilirim ne yapacağımı diye hayıflandığımız anlar hepimiz için çok olmuştur.
Ancak bunların hiçbirisi sorunun zamanın sırtına vurulmasını gerektirmiyor.
Çünkü zaman kimseye iltimas geçmediği gibi kimseyi ötelemez, herkese aynı imkânları
sunar. Kimisi içinde bulunduğu ortama uyum sağladığını sanır orada yaşar,
kimisi gelecekle ilgili hayaller kurarken zamanın gelip geçtiğinin farkına
varmaz, bir de bakmış ki saçlar beyazlamış bel bükülmüş ömür dediğin batan
güneş gibi kızıllıklara gömülmüş muhteşemliğini yitirmiş, acınacak halde yeni
günlerin gelmesini bekler. Oysa gelen her gün farklı bir gün ve kendisi de
önceki günlerde olan kendisi olmadığı için, acaba bu iki unsurun birbiriyle
aşılanması tutar mı tutmaz mı oda bilinmez; bir de bakmışsınız kuruyan bir dal
olup çıkmış…
Her doğan bulunduğu zamanla en iyi
aşı yapılacak durumda olmasaydı, yaratıcı bu canlıları öyle yaratmazdı. Ben şu
zamanda doğsaydım bilirdim ne yapacağımı diye hayıflanan bizler, kendimize
karşı en büyük yalanı söylediğimizin farkına varsak belki dirilir kendimize geliriz.
Ne yazık ki, insan alışkanlıklarının kurbanı olduğu halde bu alışkanlıkların
elinde harcanan bir zavallı olduğunu göremediği için, zamanla arasındaki savaşı
bitirmeyi bir türlü beceremez.
İnsan mekân odaklı, zaman
kuşatıcılığı içinde bir kobay gibi kullanılan varlık olduğunu kendisine reva
gördüğü zaman, bu mekân değirmeninde zaman adındaki değirmencinin çarkından
çıkan bir una dönüşecek. Bu varlığın bir un gibi savrulan yaşamını tane olarak
tünelin sonuna kadar koruyarak götürmesi yine kendi elindedir.
Herakleitos’un deyimiyle, ”İnsan bir
ırmağın suyu ile ikinci kez yıkanamaz, sular akar gider ve onun arkasından hep
yeni ve farklı sular gelir. İnsanın da durumu her an değişmektedir. Onun ruh
hali, ruh haline bağlı bedensel değişimlerin oluşması da sürekli farklılık
gösterir. Dolayısıyla her şey sürekli değişim halindedir. Bu değişimle birlikte
devam etmeyenler değişimin değiştirdiği varlıklar olup çıkarlar. Çok duyarsınız
hepimiz de bunu söylemişizdir. Değişim kaçınılmaz diye, oysa değişim kaçınılmaz
demek, başkalaşmak ve dün farklı iken bu gün daha farklı olmak olmamalıdır.
Değişim değil devamlılık esastır. Devamlılıkta geçtiğiniz yerin coğrafyanın,
iklimin, zamanın kültürün sizi biçimlendirip ya da sizin onlardan
alacaklarınızı alarak yolunuza devam etmeniz söz konusudur. Oysa değişimde
genellikle gece gündüz gündüz de gece gibi bir başkalaşma vardır. Onun içindir ki,
değişim kavramının yerine devamlılık ve süreklilik kavramını kullanmayı daha
uygun görüyorum.
Devamlılık zamanda bir yolculuktur.
Hangi durakta ne zaman durulacak ne kadar beklenilecek bunların farkına vararak,
doğumla ölüm arasında kendisine biçilmiş olan ömrü istenilen yerde ve ortamda
geçirecek titiz bir eylem barındırır. Yani içinde gelişim vardır. Gelişme bir
organizmanın geçen zaman, tüketilen imkânlar ile ne kadar fiziken ve ruhen
belli bir aşamaya gelip olgunlaştığını gösteren süreçtir. Bu olgunlaşma, bir
gelişim demektir. Ancak batıdan devşirme kavramlarla tanımlama yaptığımız zaman,
çok farklı kavramları kullanmak zorunda kalacağımız muhakkak.
Toprağa ekilen bir fidanın o toraktan
aldığı gıda su ve geçen zamanla dallarında gövdesinde oluşan gözle görülür
büyüme onun değişmesi değil, olması gereken yere doğru yaptığı yolculuk
sonrasında kazandığı kazanımlardır. Bu da bir gelişmedir. İnsan içinde yaşam
denklemi böyle kurulması gerektiğine inanıyorum. Gençlik değişiyor bakın
nerelere geldik, dün neydik bu gün ne olduk gibi hayıflanmaların hiçbirisi sorun
çözmeye ve kendimizi anlamaya dönük iç hesaplaşma değildir. Sürekli kaybeden
bir varlığın sona yaklaştıkça artan korku ve gerilimlerine bağlı oluşan endişeleridir.
Endişelerin çoğalması, endişesiz bir yaşamı bizlere sunmayacağı muhakkaktır. O
zaman nasıl davranmalıyız ki bunlardan uzak olalım diyenler olabilir, ben
naçizane şunları söyleyebilirim.
Kaybolan yıllarımızın ardından
mersiye söylemeyi bırakacağız, atalarımızın kahramanlıklarını anlatan destanlarla
transa girip ulaşılması güç hipnoz seanslarının etkisinden uyanacağız. Bugüne
ait olduğumuzu ve yarınlara kavuşamayabileceğimizi idrak ederek yeni bir hayat
denklemi kuracağız. Zamanın bize ait olmadığını, bizim zamanın içinde olduğumuzu
ve onunla birlikte yolculuğa devam etmediğimiz takdirde gelen zamanın bizimle
doku uyuşmazlığı yaşayacağımızı bileceğiz. Dolayısıyla şafakta başlayan bir hayat
düzeneği kuracağız, geceyi gece, gündüzü gündüz olarak yaşayacağımız bir yaşam
formülü oluşturacağız bunu da bilimsel tahliller sonrasında ne kadar faydalı
sonuçlar ortaya çıkardığını ölçerek yaygın hale getireceğiz. Zamanı çok
kullanmanın iyi iş yapmak ve çok üretim yapmak olmadığını anlayacağız, hangi
zamandan daha verimli faydalanacağımızı anlayacağız, zamanla yarışmayacağız,
kendimizi zamandan en iyi faydalanan konuma getireceğiz. Bir işi yapmayarak
sonraki güne bıraktığımızda, bizden o işi bekleyenlerden değil, zamanı bize
tahsis eden zamanın sahibine karşı mahcup olacağımızı düşünerek her şeyi vaktinde
yapacağız. Kurallara göre yaşam felsefesi değil, zamanın bizim için çok iyi bir
değerlendirme ve not verme yönünün olduğunu, o zaman içinde o işi yapacak imkân
bulamadıysak, giden zamana ihanet ettiğimizi tüm insanımızın içselleştirmesine
katkı sunacağız.
Bunları yaparsak ve yaşamda
karşılığının olacağı geleneği başlatabilirsek, değişimler bize teğet geçer,
onlara ihtiyacımız olmaz; çünkü biz zamanla birlikte yolculuk yapacağımız için
sürekliliği olan bir yaşamın gelişme boyutunda yer alacağımızdan değişim
çığlıkları bizde karşılık bulmayacaktır. Gençliğin değişimi sorgulanmayacak,
bizim çizmeleri giyip geldiğimiz yerde bir duraklama olursa onlar o çizmeleri
giyerek yola kaldığımız yerden devam edecekler. Ancak bizler Tarihi
kahramanlıklar ve destanlarla bir hayat kurmaya çalışırsak zaman trenini kaçırmış
olacağımızdan gençliğin o trende yerini aldığını gördüğümüzde aramızda bir daha
ulaşma imkânımız olmayan istasyonlar ve zaman olduğunu göreceğiz. Ondan
dolayıdır ki, zamana yenilmiş bizler, önce zamanla aramızdaki ilişkiyi yeniden
gözden geçirelim ve kendimize gelelim diyorum, yoksa bu Zaman treni bizi imha
edecek…
“Onlar Hakkı ve sabrı tavsiye
ederler,” “Haktan sonra dalaletten başka ne var ki. ”Bu iki uyarının
inceliklerinde makalemi sonlandırmak istiyorum. Hakkı tavsiye, düzen denge virt,
doğruluk hakikat, her zaman ve ortamda değişime konu olmayacak herkesi kuşatan
mesela zaman nasıl herkese aynı olmasına rağmen bizim bulunduğumuz ortama göre
bazen çok uzun bazen kısa bazen çekilmez oluyor gibi algılanıp onu kendimize
göre yeniden yorumluyorsak. Hakta böyle olmamalı hak herkes için haktır
değişmez onu anlatmak ve yaşamak zorundayız, ne güç ne kuvvet, ne imkânların
fazlalığı, onun farklı yorumlanmasına asla açık değildir. Onun için hakkı
tavsiye etmek demek, zamanla ilişkileri iyi olmak ve barışık yaşamaktır. Hakkın
tavsiyesinde ve yaşanmasında zorluk ve engelleyici unsurlarla karşılaşmak mümkündür,
bunlara göğüs gererek yolunuza devam ederken düşmemek ve trenden inmemek için
direnmeniz gerekir, işte bu da sizin için gerekli olan erzaktır. Yani sabırdır.
Zamana yemin eden zamanın sahibi, bizleri düne ahlar vahlar çeken, yarınların
hayalini kuran, bu gün de uykuya dalıp uyuyanların helak olduğunu anlatırken
yine bize merhametinden yol gösteriyor.
Zaman treninde yolculuk yapmayanların,
gelen hangi trene bindiklerinin pek bir anlamının olmadığını anlamaları,
gençlik gitti gibi ahlar vahlar arasında korku ve tedirginlikle çekilmez bir
yaşama imza attıkları zaman anlamaları boş ve anlamsızdır.
Zamanla geçmiyor, zamanla geçiyoruz
bunu anlayalım artık, ne zaman doğrulup insan ve omurgalı bir varlık olduğumuzu
anlayarak yaşayacağız… Zamanı rumuza tesir eden bir dost bilerek yola çıkmaktan
korkmayalım, yoksa zamanla ruhsuz kalan kadavralarımız değer taşımayacak…
Selam saygı muhabbet ve dualarımla…
Erol KEKEÇ/12.03.2022/21.30