Bir soruyla bu gün yazıma başlıyorum, Hakikaten bu dünya yaşamı bittikten sonra gelecekte çok ciddi bir hesabın olduğuna inananlar, dünya yaşamında günah ve yanlış defterlerinin kabarmasını isterler mi?
İnsandır olabilir diyenlerin
olabileceğini biliyorum ben de size yakın düşünmüyor değilim, çünkü imtihanın
bir anlamı olmaz o zaman… Ama şuna kesin olarak inanıyorum ki, yeryüzünde bütün
bir evrene zulmeden ve doğanın dengesini bozan bir yaşamın kuşatıcılığından söz
edemezsiniz. Yaratıcı yeryüzünde bir canlı yaratacak, o canlı yaratıcının belli
bir düzen ve ahenk içinde sistemli olarak yarattığı bu âlemi fesada uğratacak
ve düzeni bozacak… Peki, Yaratıcının işi gücü yok sırf iş olsun ve
yarattıklarını cehenneme atıp onların yanmasını izlemek için, hem böyle bir
âlem yaratacak sonrada bu âlemin düzenini bozacak varlıklar yaratacak, bu
düzeni bozanları tutup cehenneme atacak onla mutlu olacak sadist bir
Yaratıcı…(!)Yaratıcının böyle bir eyleme ve kendini kanıtlamaya ihtiyacı
yoktur. Siz onu takdir ve takdis etmeseniz de o Hamt edilmeye layık tek
varlıktır.
Bu örneği vermemdeki amacım, Yaratıcı
yarattı bir kader çizdi biz onunla uğraşıyoruz, önceden belirlenenleri
oynuyoruz diyebilecek olanların bu tutarsızlığını ortaya koymaktır. Tüm âlemlerin
rabbi her şeye muktedir olduğu halde, biz onu tanımlarken yanımızda olan bilgi
ile tanımlamaya çalıştığımız için, işin içinden çıkamaz duruma geliyoruz.
Yaratıcının bize verdiği bilgilerin tümü bizim bilmemizi istediği kadardır,
ondan fazlası bize verilmediği için bu koca kâinat içinde bizim dışımızda
bildiklerimizin ötesinde nelerin olduğunu bilmiyoruz. Onları bilmiyor olmamız
onların olmadığı veya bizim kafamızdaki bilgi ile uyuşmadığı için inkârını
gerektirmiyor.
İnsanın bu inkârı yönünün her zaman
devrede olması, onun çok kötü bir tuzak içinde olduğunu da ortaya
çıkarmaktadır. Çünkü insana verilen bilgi ve donanımlar, onun ilahlık
iddiasında bulunmasının önüne geçecek kadar sınırlı olduğundan insana haddini
de bildirmek istemektedir. Ancak insan bu haddi çoğu zaman aşarak, kendisini
yaşadığı evrenin tek belirleyen gücü olarak görme gafletine dalabilmektedir. Bu
gafletle birlikte kurtuluş imkânı olmayan yanlışlar göletlinden su içmeye
başlar bu suyu içtikçe susuzluğu artar ve bir türlü doyuma ulaşmaz hale gelir.
İnsan, ne tarafından bakarsan bak
tutarsızlıklar üzerine oturttuğu bir hayatı kendisi devam ettiriyormuş gibi,
çılgınlıklarını sürdürmeyi ve onları genişletmeyi bir marifet bilerek yaşar. Ne
zaman nerede son nefesini vereceğini bilmediğimiz bir hayatın sahibi biz
olmadığımıza göre, bu canlılığımız devam ettiği sürece, yeryüzü bizden sorulur
gibi hırsla her şeye sahip olarak yaşamaya bir anlam verebiliyor muyuz? Gerekçe
oluşturmaktan bahsetmiyorum, çünkü kendimizi haklı kılmak için her türlü
gerekçeyi oluşturup kendimizi savunmak ve akla uygun marifet ortaya koymada
üzerimize hiçbir canlı yoktur. Bir taraftan geçici dünya deriz, oysa geçici
olan biziz, biz geçici olduğumuz halde onun ömrünün bize göre daha uzun olduğu
ortada iken buna rağmen nasıl olurda bile bile, kurulacak ilişkiyi hesapsızca
yaparız.45 kiloluk bir insan ağır sıklette güreşen 120 kiloluk bir güreşçi ile
güreşerek onu yıkacağına inanması gibi, ömrü insandan daha uzun olan dünya ile
bir yarışa giren insan da bu müsabakayı hep kaybeden tarafta yer alacaktır.
Yaratıcıyı yaratılanların
görebileceği ve anlayabileceği pencereden bakarak tanımaya çalışmak onun
hakkında bütüncü bir bilgiyi bize vermeyecektir. Çünkü biz elimizdeki imkânlarla
ve sahip olduğumuz genetik donanımlarımızda yüklü olan yazılımla ancak
alabileceklerimizi alabiliriz. Bunun ötesinde neler var neler yok onları bilme imkânımız
asla olmayacaktır. Onlara sahip olacak olsak o zaman yaratıcı bizi yaratmış
olmaz ve bizler de bir yaratılan değil yaratıcı olmamız gerekir. Oysa bizim
doğum ve ölüm çizgimiz belli ve bu durum ne kadar canlı varsa hepsi için
geçerli olan bir kanun olduğuna göre, bizim mutlak bilgiye ulaşma imkânımız
olmayacaktır. Çünkü yaratıcı değiliz yaratılanız da ondan… Yaratılan tarafta
olmamıza rağmen yaratıcı tarafına geçip bizimle ilgili bilgilerin kaynağına
ulaşmak istediğimiz zaman haddi aşarak ilahlık taslamaya başlarız ki, bu durum
bizim kendi elimizle kendimizi imha edeceğimiz anlamına gelir. “Yeryüzünde
birden fazla ilah olmuş olsaydı yeryüzünüm düzeni bozulur ve yeryüzü fesada uğrardı
”ayeti tecelli etmiş olurdu.
Halden hale geçen insan, anlık
saniyeleri birbirini tutmuyorken, kendi ruh dünyasının devamlılığını
sağlayamıyor olmasına rağmen, kendi dışındaki âleme bir düzen vermeye çalışması
sizce de ne kadar tutarlı olur. Kâinatı düzene koyan ancak ve ancak, kendisi doğmamış,
doğrulmamış, öncesi, sonrası olmayan her zaman ve her ortamda bulunan ve onda
asla bir değişim ve başkalaşma hissetmediğiniz güç olabilir. O güç de yerin ve
göklerin Rabbi Allah’tan başkası değildir.
Aklıma deli sorular gelmiyor değil,
onları burada ele almak ne kadar mantıklı olur bilemiyorum ancak konumuzun daha
net ortaya çıkması açısından bazılarını sorgulamak istiyorum. Haşa yaratıcı
zalim mi, yoksa yapacak başka bir şeyi yokta sürekli varlıklar yaratarak inşa
ettiği cehennemde onları yakarak mutlu mu olmaya çalışıyor veyahut ta yarattığı
varlıklardan bazılarını da cennete koyarak onların rahat yaşamalarından kendi
de mi hoşlanıyor… Dünyayı yaratarak burada bazılarını güçlü kılıp, bazılarına imkân
verip bazılarına da acı çektirerek bundan ne anlıyor gibi, haşa kafanızda
soruların döndüğünü tahmin edebiliyorum… İşte tüm bu soruların cevabını
cevaplama merkezi olmadığımı da biliyorum. Yaratılan olarak var olup yaratıcı
tarafına geçip sorular sorduğumuz zaman, yaratılanların hiçbirisi yaratıcı
tarafından olaylara bakarak onların altından kalkamaz, çünkü yetileri ve sahip
olduğu bilgi ve birikimler onu çözebilecek nitelikte değildir.
İnsan, yaratılmışların içinde hem en
tepe noktada bulunmakta hem de en alt seviyeye inebilmektedir. Bu iniş ve çıkış
tamamıyla kendi marifetlerini ortaya koymasıyla alakalıdır. İlk dönemden bugüne
kadar böyle olmuş bundan sonra da böyle olacaktır. Bu sürecin bir dengeye oturması
mümkün değil mi o zaman diyebilirsiniz, elbette mümkündür. İnsan kendi
yetilerini ve sorumluluk alanının çerçevesini kendisine bahşedilmiş akılla
doğru anladığı ve tanımladığı zaman doğru bir yörüngeye oturur; ancak doğru
tanımlayamadığı zaman nerede olması gerektiğini anlamadığı için ortaya koyacağı
bütün eylemleri hakikatten uzaklaşarak onu ve kazanımlarını ifsat derecesine indirecektir.
Dünya hayatında bu karmaşa ve kaosların yaşanmasının temelinde de insanın kendi
sorumluluk alanlarını doğru tespit edememiş olması ve hırsını frenleyecek bir mekanizmayı
aktif hale geçirememesinden kaynaklandığını görmekteyiz. Dünya kalıcı değil
derken, hakikaten onun kalıcı olmadığına inanan ve bir gün kendi iradesiyle
bırakıp gideceğini bilen bir varlık, bu kalıcı olmayan hayat için kendisini
erişilmesi güç bir ilah olarak sahneye çıkarır mı?
Demek ki insanın içinde, yaratılan
olarak kendisini kabul ettiren değerlerden çok, yaratıcı olarak varlığını devam
ettirmek isteyen bir güç onu yönetmektedir. Hırs ve ihtiraslar, daima
süreklilik arzular ve doyumsuzdur. Doyumsuzluğun temelinde müstağnileşme
vardır. Bu müstağnilik, insanın kendisini kendisine yeter duruma getirir.
Kendisini yeterli hisseden ve her şeye sahip olacağını ve her şeyin belirleyen
gücü olarak kendisine bir rol biçen insan, rotadan çıkmış varlıktır bu durumda
bulunacağı seviyenin en altına iner ama kendisine sorarsanız, çok güçlü ve
erişilmesi zor bir varlık olup çıkmıştır. Oysa insanın yok oluşa en yakın
olduğu zaman, kendisini çok güçlü gördüğü ve insan olma makamının en altına
indiği zamandır.
Kâinatın dengesinin bozulmasındaki en
önemli etken olarak, insanın varlık sebebi ile yaşam arzusu arasındaki
çatışmaların olduğunu görürsünüz. Varlığının gerekçesi belli, bu varlığın
yeryüzünde yapacakları da çizilmiş olmasına rağmen, bu varlığın içindeki hırs
ve mütekebbirlik arzusu onu bulunduğu ortamdan alaşağı edip onu uçuruma
yaklaştıracak bir hayat denklemini ona sunmaktadır. Bu denklemle her türlü
sorunların üstesinden geleceğini düşünen insan, hayatı yaşanmaz hale getirip
bütün bir âlem için karanlık bir ortamı kendi cinslerine armağan eder. Bunun
sebebi olarak arayışlara başlar, çünkü kendisinin burada bir sebep olacağını
hiç düşünmez. Ben çocukken nenemin bahçesinde dutlar yeni olmuştu onları
aşağıya dökmek için, yerden taş alıp ağacın dalına attığımda taş geri dönüp
kafama çarpmıştı ve ben orada kısa bir süre baygınlık yaşadıktan sonra kalkıp
etrafa bağırıyordum bu taşı kim attı; beni öldürecektin diye bağırıyordum, tabi
ki etrafta kimse yoktu beni duyan benden başka, âmâ sorunun kaynağı benim dışımdaydı,
oysa ben kendi attığım taşı yemiştim. İşte insan kendi acziyetini görmeden
hırsının esiri olursa, yanlışların odağında olmasına rağmen kendinde asla bir
kusur bulamaz ve mutlak doğru olarak yeryüzüne kurtarıcı olarak geldiğine
inanır. Bu inanış geniş kitlelerin de desteğiyle acıların altından kalkamaz
duruma gelir büyük bir topluluk…
Hırslarının esiri olanlar hesap
vermeyi değil, hesap görücü olarak kendilerine bir yer taktim ettiklerinden,
attıkları her adım insanlığı biraz daha karanlıklara ve uçuruma yaklaştırır.
Yarınlarda hesap var diyerek yeryüzünde bozgunculuk çıkaranların, kendileri
yeryüzünün her türlü imkânlarından faydalanırken yaratıcının her canlı için
verdiği rızıkları ele geçirerek konforlarını artırırken, zavallı ve zayıf
düşenlerin hayatları onları hiç etkilemiyorsa, bunlar asla yarın hesap var
sözüne inanmamışlardır. Hesap, hesabı şaşırtır sizi daha ince ve ayık
davranmaya götürür. Bir insan, aşağıladığı cinsleri kendisine bir değer
vermediği zaman bir hiç olduğunu bildiği halde, neden kendisine değer vermesini
istediği varlıklara acı çektirmekten zevk alır?
İnsan diye bildiğimiz varlık, kendi
varlık gayesini ve varlığının donatılarını ve nelere sahip olacağını ve neleri
elde edemeyeceğini anlamadığı sürece insan değil, ancak biyolojik bir canlı
olup aklın ne işe yaradığını idrak edemeyen bir yaratık olur. Onun içindir ki
insan olmak öyle kolay değildir. İnsan olmak, önce yaratılan olduğunu ve
kendisi için çizilen sınırlar içinde, varlık gayesini anlayarak verimliliğin
doruğunda tüm âleme faydalı olarak yaşamak demektir. Bunun için sahip olmaya
çalışan bir yaratık değil, değeri kendisinden olan sorumlu bir varlık olarak
yeryüzünü imar eder.
İmaratta yer almayan, tek hücreli
canlılar gibi amip olarak yaşamak, insanlığın ne olduğunu idrak edememektir.
İnsan, yeryüzündeki yaşamın düzene konulması için yaratıcının kendisine
bahşettiği akılla, yeryüzü terazisini dengeye getirmek için mücadele eden ve
adaletten asla ayrılmayan çifte standartçı olmayan, tüm canlılara yaşam hakkı
tanıyan hepsine merhametle yaklaşan yeryüzünde yaratıcının tayin ettiği
halifedir. Yeryüzünün hilafet görevini unutanlardan ancak yeryüzünde bir despot
zalim ve haydut olur. Haydutların ilahlık yarışına girdiği dünyamızın yeniden
aydınlanması ve tüm canlıların huzur içinde yaşaması için, insanı diriltelim ki,
insanlık ortaya çıksın, yoksa hepten bizler yeryüzünü parselleyen yerel,
bölgesel ve küresel zalimlerin oyuncağı olarak yok olmaya mahkûm olacağız. İnsanlık
için geri sayım başladı. Bu sayı dizisinin sonunda insanlık, Yaratıcının
tarafına geçip bizleri yönetmek isteyen haddini bilmeyen yaratıkların eliyle
şeytanın karargâhında eğitim amaçlı kullanılan bir kadavra olarak tarihteki
yerini alacaktır.
Bir coğrafyanın imkânları orada
yaşayan tüm canlıların hakkıdır. Onların hepsinin rahat yaşaması gerekir, âmâ
yeryüzü ilahları ve onların yakınında olup ilahlara her türlü desteği esirgemeyenlerce
gasp edilen bu imkanlar, bunların dışındakilere hayatı yaşanmaz kılarken,
onların mutlu olacaklarını sanması, sadece bir halüsinasyon görmedir.
İlahlık iddiasında olmadığını söyleyenlere,
gerçek yaşamlarındaki ilahlık makamlarının onları götürdüğü çıkmazları
gösterecek aydın kimlik ve kişilik sahibi şahsiyetli duruş ortaya koyan
insanlara ihtiyaç vardır. Bunlar da ortalığa çıkmadığı zaman insanlık hepten
yok olacağı günü bekleme sürecine girmiş demektir.
Zihin yürek ve yaşam üçgeninde ciddi
sorgulamalar yaparak, geleceğin huzurlu ve mutlu nesillerine yeni bir dünya
bırakmak isteyen tüm gönülleri selamlıyorum ve herkese selam dua ve
muhabbetlerimi iletiyorum…
Erol KEKEÇ/11.03.2022/14.50