Gözlerden ışıklar yansıyor, etrafa baktığında sanki yürekleri deliyormuş gibi size kendini anlatırken bakmalıydınız onun suratına… Gözlerdeki ışıkmış, coşkuymuş ekonomi, oysa etrafa baktığımda ne kıvılcım ne parıltı herkes kendinden geçmiş burnunu sıksan canı çıkacakmış gibi sinirler gergin bazı zamanlarda geceden kalmış sarhoş gibi üstünüze üstünüze gelirken görmelisiniz onları…
Bu hayatı neden yaşıyorum,
elimdekileri veriyorum veriştiriyorum sadece biyolojik hayvan olabilmek için mi;
acaba insan olarak yaşamam için neler yapmam gerekli veyahut ta burada insan
olarak yaşayabileceğim bir ortama kavuşacak mıyım diye düşünürken bir görseniz,
belki kendinizden utanırsınız, o kadar çok tilki var ki kafalarda hiçbirinin
kuyruğu birbirine değmiyor ama elektriklenme ve gerilim pik noktada…
Son bir yıldır insan olarak
yaşamak isterken insanlar arıyorum acaba oturup birkaç kelam edebilir miyiz
cinslerimle diye… Ancak o kadar yoğunlar ki, hep koşturmaca içindeler, bu
koşturmacaların ardı arkası kesilmediği gibi, sorunların üstesinden gelmiş
olarak koştuklarını görememekte, bana acı vermeye başladı… Ormanda bir aslan ya
da geyik koşturmaca içinde olduğu zaman mutlaka hedefine varmış olarak
dinlenmeye geçer. Aslan avını yakalamış doymuş ve kendinden geçerek, derin bir
uykuya dalmıştır. Oysa insan dediğimiz varlık bu kadar mücadelesine rağmen
biyolojik yaşamı için gerekli olan birincil fizyolojik ihtiyaçlarını çoğu zaman
karşılamakta zorlandığı gibi, sosyal bir varlık olduğunu da aklına dahi getirememektedir.
Böyle bir zillet yaşamın kollarında, oradan oraya yuvarlanan bu insanların
gözlerinden ışıltı okuyanları ben ayakta yirmi dört saat bekleyerek alkışlayacağım…
Fanatizmin kurbanı ve aşırı taraftar olanlar dışında insanların ışıltılı bir
bakışla etrafına baktığını görmekte zorlanırsınız. Toplumsal hayat
psikopatolojik bir sürece emanet edilmiş durumda… İnsan, Yaşamakla yaşamamak
arasında bir tercih yapmanın kıyısında zihinsel bir karmaşanın kollarında can
vermeyi bekler gibi baygın yaşamaktadır. Bunları görme, gözlerini kapa geç,
seni ilgilendirmiyorsa neden her şeye burnunu sokuyorsun diyeceklerin olacağını
bilerek bunlara burnumu sokmazsam, oluşacak lağım ve pislik kokusundan
yarınlarda burnuma gelecek kokulardan yaşayamaz hale geleceğimi biliyorum.
Ayrıca vicdanımın derinliklerinde duran ve her an beni kamçılayan hesabımı
yapmakta zorlanacağım için, her şeye ister kıyısından, ister tam ortasından
ister biraz uzağından dokunarak ve onlardan biraz etkilenerek yaşamımı devam
ettirmekteyim.
İnsanlar intihar ediyor ve
bunlara şahit oluyoruz, kimisi intihar edenin katilliğinden bahsediyor, kimisi
dinin insanları ne hale getirdiğini anlatıyor, kimisi içinde birikmiş kin ve
öfkesini intihar bahanesiyle değer sistemlerine akıtıyor, kimisi dizini dövüyor,
ola ki benim yakınımda da bunlar olmaya diye kendisinden doğanların emir eri
olup çıkıyor, neresinden bakarsanız bakınız her taraftan ciddi bir kokuşmayla karşılaşıyorsunuz.
Oysa bu olayları tetikleyen ve bu birikimlerin oluşmasına ortam oluşturanların
veballeri gündemin hiçbir yanında yer almıyor. Sahiden insanlıktan uzak yaşamak
bu değilse acaba nedir?
İnsanlar neden mutsuz yaşarlar
bilir misiniz, bunun en belirgin boyutu, istedikleri arasından tercih yapmakta
zorlandıklarında ve bunlardan birini tercih yapmak zorunda bırakıldığında
tercih yapamadığının acısını bağrına basarak yaşamaya başlar, bunun etki
alanından çıkmakta zorlanacağı için de mutsuzluk bulutlarını bir türlü
üzerinden kovacak dirayete ulaşamaz. Yani mutsuzluğun temelinde çatışmalar
vardır. Bu çatışmalar bireyin kendisinden kaynaklı olduğu zaman kişi bunların
etki alanından çıkmak için çaba harcar ancak bu çatışmaların kendisi dışından
kendisine dayatılan ve bunları aşabilmek için de güç ve kuvvetten yoksun
olduğuna inandığı zaman mutsuzluğun zirvesinde yaşamaya başlar. Mutsuzluğun
zirvesinde yaşayan insanların her an her davranışı yapmaya müsait olduğunu gözlemlersiniz.
Son dönemdeki kendi canına kıymaların temelinde de böyle bir mutsuzluğun
olduğuna inancım çok fazladır.
Toplumsal yaşamı rehabilite etmek
öyle kolay değildir, kendi yaşamınızı erişilmez kılmaya çalışırken başkalarının
yaşamlarına hiçbir anlam ifade etmiyor cinsinden bakarsanız şunu bilmeniz
gerekir ki “Bir insanın ölümüne sebep olan bütün bir insanlığı öldürmüş gibidir.
”Ne yazık ki son dönemde insanları öldüren öldürene, yaşama sevincini aldığınız
umutlarını yok ettiğiniz ve hayallerine ipotek koydunuz düşüncelerini zindanla
ödüllendirdiğiniz her bir insanı öldürmüşsünüz demektir. İnsanın ölümüne yol
açan ve yaşama sevincini yok eden herkes kendi idam fermanını imzalamıştır.
İnsan, insana bu kadar acınası
bir yaşamı reva görmemelidir. Yaratılmış olanlar yaratılmışların varlık
sahnesindeki yaşama sürecini belirleme hakkına sahip olamaz. Ancak hayata
baktığınızda gücü eline alan her varlık başkalarına yaşam bağışlıyor,
başkalarını potansiyel tehlike görüyor, varsa yoksa kendisinin varlığıdır
önemli olan, diğerleri o olduğu için oluyor gibi bir hava estiriliyor. Gücün
belirleyici bir kıstas olduğu dünya yaşamında, hiçbir yaratılmış olana güç tek
olarak teslim edilmemelidir. Güç daima dengede olmalıdır. Dengesiz bir güç
baskın güçtür. Baskın güç yaşamı tek tipleştirir, tek tip yaşamlar kendi
yaşamlarından tat almayan kölelerdir. İnsanların kılık kıyafetlerine yedikleri yemeklerine,
gittikleri eğlence mekânları ya da rehabilite olmak ve rahatlamak için
gittikleri dinsel mekânların farklı olmasından yola çıkarak çok farklı bir
toplumsal dokunun olduğu yanlışına kapılmamalısınız. Farklı davranışlar çoğu
zaman aynı uyaran ve aynı fikirlerden meydana geldiği gibi, aynı davranışa
sebep olan da farklı uyaran ve fikirler olabilir. Özellikle gücün tek merkezde
toplandığı toplumlarda aynı uyaranlar farklı davranışlara sebep olabilir, ancak
bu durum insanların çok farklı ve renkli bir düşünsel yaşam kıvılcımlarına
sahip olduğu olarak görülmemelidir. Bu durum aslında aynı uyarandan etkilenenlerin
kızgınlıklarıyla gerçekleştirdikleri klasik koşullanma davranış örnekleridir.
Güç ve baskı altında olduğunu hisseden kitle eylemleri, düşünsel ve bilişsel
belirleyicilerden uzak refleks ya da koşullu davranışlarda bulunurlar. Bunlar
da aklı mekanizmaları hassas ve değerlendirme kriteri olan varlıklarda çok
ciddi mutsuzluk hormonlarının canlanmasına ve aktif hale gelmesine neden olur.
Bizim toplumda görülen mutsuzluk hormonlarının alabildiğine canlanarak
yayılmasının arkasındaki en önemli etkenlerin, yukarıda saydığım Saikler
olduğunu düşünüyorum…
Peki, bu sendromun etkisinden
nasıl çıkabiliriz diyenlerin olacağını biliyorum… Saptamayı doğru yapamazsak
fanatizmin etkisinde ve taraftar mantığıyla olaylara yaklaşır o pencereden ne
şiş yansın ne kebap veyahut ta Zülfi yâre dokunmamak gerekir pısırık algılarla
bu sorunların tespitini asla yapamayız. Tespiti doğru yapılamayan bir sorunun
çözümü asla doğru olamaz. Ondan dolayıdır ki, Bu sorunların çözümünde sadece
benim aklım yeterlidir bu söylediklerim olmazsa olmaz gibi müstağnilik ötesi
olayları ele almak gerekir. Yani mutsuzluk sonrasında dağılan bir metabolizma, sorunları
çözümsüz hale getiren bir beyin, haz alma duyarlılığını kaybetmiş bir canlı
olarak yaşayan insanları, yeniden nasıl fabrika ayarlarına getireceğiz. Fıtrat
donatılarına göre yüklenen fıtrat yazılımıyla oynandı insanın, bu yazılımı
yeniden fıtrattaki yazılıma çevireceğiz. Bunun yolu Allah’tan başka her şey yok
olmaya mahkûmdur. Onun için yaratılmış olanlara baki olanın özellikleri
yüklenmeyecek ve fani olanların yanlış yapma ihtimalleri doğru yapma
ihtimalinden daha fazla olduğunu bilerek, Yaratıcıya karşı geliyormuş gibi
fanatik taraftar kitlesinin kendi sevdiklerini sevmeyenlerin bu yaptıklarının
normal olduğu ve onun sevdiğini de onların sevmeyeceği kadar doğal bir tavrın
olamayacağı herkes tarafından anlaşılacak. Küfür hakaret saldırı kin, düşmanlık
gibi ötekileştirici, aşağılayıcı kelime ve kavramların hayattan çıkarılmasına
önem verilecek. Farklı düşünenlerin birlikte yaşayacağı bir tevhit
oluşturulacak ancak o zaman insanlar biraz olsun üzerlerine çöreklenmiş olan
umutsuzluk ve mutsuzluk bulutlarını dağıtmak için zihin ve yüreklerine bir
reset atmış olacak… Bu resetleme sonrasında belki umutları kaybolmuş insanlar yeniden
reaksiyona geçecek ve hayatın yaşamaya değer olduğunu fark edecek, aksi
durumlarda sürekli yok oluşun kıyısında kenarında dolaşan bir yığına dönüşecek…
İnsanların özgür seçimlerini
dayatmalarla belirleyemezsiniz, seçeneklerini siz oluşturamazsınız. O zaman
insan olmanın anlamı nasıl anlaşılacak. İnsan iradi tercih yapan bir varlıktır,
kararlarını kendisi verir, ona zoraki bir yaşamın kodlarını yükleyemezsiniz.
Özellikle son dönemlerdeki din algısı, Allah’a rağmen Allah’çı bir kesimin
Allah adına din bezirgânlığı yapmasıyla insanları dinden de haz almaz hale getirdiler.
Din sanki insanın özgürlüğünü yok ediyormuş ve ona yaşamı dar ediyormuş gibi
algılanır oldu. Bu algının oluşmasında haklılık payı yok değil… Din sürekli
cehenneme günahkâr yollayan, elindekilere kanaat eden başkalarının ne yaptığı
önemli değil, sen kendine bak, yaşamın her alanına sınırlar ve hudutlar koyan
ama insanın isteklerini meşru ve doğal yoldan doyurmayı hiç düşünmeyen Sezar’ın
kılıcı gibi insanların başına dikildi. Toplumsal yaşamda Ahlakın sıfırlandığı
bir ortamda dini kuralların anlatımının ne kadar sahte ve inandırıcılıktan uzak
olduğu herkes tarafından gözlemlenir olunca dinle hayatlarındaki boşlukları
dolduran insanlar, bu defa dini, hayatın kâbusu olarak görüp ondan kurtulmanın
yollarını aramaya başladı. Yani din, artık albeni ve cazibesini yitirmiş kuru
bir ağaca dönmüştü. Bu ağacın altında yıllarca bekleyerek bu ağacın ne
gölgesinden ne de meyvesinden faydalanma imkânınız olacaktır. Din, bir yük ve
insanların insani yaşamlarının önündeki bir fren olarak algılanır olunca, din
toplumsal yaşamdaki ciddiyetini de kaybetmiş oldu.
Dini anlatan dindara her yol
meşru iken, kendisinin vaazı nasihat ettiklerine Allah’ Resulünün karnına taş
bağladığını hurma ile günlerce oruç tuttuğunu anlatarak insanların beyni ile
alay ettiği anlaşılınca dinin kendisi sorgulanmaya başladı. Cemaatlerin, Tarikatların,
vakıf dernek gibi insanları toplu buluşturma mekânlarının insanlara vereceği
çok fazla sermayesi kaldığını düşünmüyorum. Çelişkili yaşamlar hep hastalık
virüslerinin yayıldığı ve ürediği yerlerdir. Dinli, dinli olmayan
kurumsallaşmış yapıların büyük bir çoğunluğunun bu halleri ile insanlara
faydalı olacakları sermayelerini tükettiğini görüyorum. Dolayısıyla yeni neslin
yaşamına dokunmanız ve onları anlayarak hayatı ortak paylaşım noktasına
getirmeniz gerekiyor. Bu kapılar nasıl açılır diye düşünmeden, örülmüş
duvarları yıkarak kardeşlik, kaynaşma dostluk birlik bütünlük gibi mesajları
yaşayarak aktarmak kaçınılmaz ve zorunludur. Farklı görüş belirten her insana
dünyayı dar etmekten uzaklaşılmalı potansiyel vatan haini, terörist, filanca
falancı gibi yaftalardan uzaklaşılmalı yoksa mutsuzluk ve huzursuzluk freni
patlamış bir araç gibi sürekli hızlanan ve kime çarpacağı belli olmayan bir
sürece dönüşecek…
Toplumsal yaşamda oluşan kast
örgütlenmesi bir an evvel bertaraf edilmeli, ülkenin ve bu Milletin bir avuç
mutlu azınlıktan büyük olduğu unutulmamalıdır. Bu Millet bir avuç mutlu
azınlığın daha fazla mutlu olması için kendi mutsuzluğunu daim kılmayacağından
kimsenin kuşkusu olmasın… Mutsuzluk bir gelenek halini aldığı zaman mutlu
olanların bu kervana katılacağı gün çok yakın demektir.
Bu anlatım ve hatırlatmalardan sonra,
diyorum ki, gölge aslın varlığına bağlıdır. Gölge yaşamların devam etmesi için
duruşu ve yaşamı güzel omurgalı bir gerçeklik olmalı ki, onun da o güzellikte
bir gölgesi olsun… Bazıları rüyalarından uyandığında krallıkları biter çünkü
rüyada kral olan, uyandığında tahtan iner bazıları da gerçek yaşamda kral ise
uyuduğu zaman krallığı biteceğini bilir. O halde uyanık olanlardan olmak ve
nasıl bir sorunla karşı karşıyayız bunun sebebi ben olmalıyım diye kendi
otokritiğini yapabilen insanlardan olmak ümidiyle herkese selam ve muhabbetlerimi
iletiyorum, Kalın sağlıcakla!
BAHADIR HATAYLI/18.01.2022/00.50