Belli bir dönemde sorunları çözmek için oluşturulmuş fıkhi yaklaşımlar, bir dinin tüm müntesipleri için geçerli bir yasa olarak görülürse o yasayı delmek insanların en tabii hakları olur. Fıkıh yaşamdan doğar, yaşamı yönetmek için önceden konulan kurallar değildir. Önceden yaşamın ilkeleri ve hudutları bellidir. Ancak o hudutlar içinde yaşam devam ederken problemler ortaya çıktığı zaman, bu problemlerin çözümü için fıkıh doğar. Her dönemin fıkhı o dönemi bağlar. Ancak o fıkhın omurgasını oluşturan ilkeler her dönemde hayatta karşılığı olmalıdır.
Sorgulayan anlayan tefekkür eden insanlar her yaşam içinde
çok sınırlı olmasına rağmen, sorgulamadan duyduklarına iman ederek kayıtsız
şartsız geri vitesleri olmadan yaşayan yığınlar ise hayli fazladır. Yığınların
söz sahibi olduğu mütefekkirlerin yığınların isteklerine göre görüş beyan
etmesi istenilen ortamlarda yangınlar söndürülemez. Bu yangınlar devam ettiği
sürece verimli bir düşüncenin böylesi ortamlara tohum saçmasını beklemekte
imkansızdır. Attığınız tohumlar çoğu kere sizi yakmak için bir kıvılcım da olabilir.
Bunun en açık örneği, Hz. Ali ile Muaviye arasındaki çatışmada, Ali’nin
tarafında oldukları halde bir anda Ali düşmanı olan Harici yığınlar, uyarıcı-organizma-davranış
sürecine göre işleyen bir beyne sahip olduklarından ruhları sükunetten yoksundur.
Bu yığınlar her dönemde oluşabilir, anlık oluşurlar ve muhakemeden yoksun
olduklarından mütefekkirler çoğu kere bunların düşmanı olup çıkar.
1990 ile 2000 yılları arasında Güneydoğuda Hizbullah
ismindeki yığınların ortaya koyduğu yaşam modeli tarihteki üstatlarından hiç de
farklı değildi. Çünkü doğru sadece onların bildiği ve onun dışında başka bir
doğrunun olma imkânı yoktu. Hatta doğrudan bahsedenler, doğrudan düşman
sınıfında görülebiliyor ve katli vacip oluyordu. Bu şekilde nice masum
insanların öldürüldüğüne şahidim. Şahit olduğum olaylardan birisini, yolculuk
sırasında yanımda oturan Hizbullah mensubu olduğunu bildiğim bir kişi ile
paylaşarak görüşümü beyan ettiğimde, oradaki Müslümanlar bu işin doğrusunu
biliyorlar yapmışlarsa karşı taraf hak etmiştir demişti. Bunun üzerine peki bir
insanı kasten öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir dediğimde ayet bizler
için değil, çünkü orada bir halife seçilmiştir onun dediklerine uymayanların
öldürülmesi vaciptir. Bu anlayışlara baktığımızda bunlar kendi yaşamları
içinden kendi sorunlarıyla alakalı bir çözüm oluşturmuyorlar, var olan
kitaplara sıkıştırılarak günümüze kadar gelmiş ve onlara uymak her Müslüman
için farz hükmünde olan bu anlayışların çıkaracağı hayat ancak böyle bir toplum
inşa eder. Yani fıkıh kitaplarına göre inşa ettiğiniz toplum o kitaplara göre
yaşadığı zaman, o kitapları temel kaynak kabul edenlerin şaşkınlıklarını
anlamak mümkün değil…Bazen duyarsınız bunlar nasıl oldu böyle bir anlayışa
nasıl gelindi diye yakınmaları…
DEAŞ veya İŞİT diye bilinen örgütte tam böylesi bir fıkhın
oluşturduğu yaşamdan oluşmaktaydı. Kaynağınız berrak ve apaçık olan Allah’ın
kitabı ve kâinat yasaları olmazsa, tarihten gelen karanlık oyunların
tezgahladığı sahneler sizin temel kaynaklarınız olup çıkar. O zaman da hangi
oyunlarla karşı karşıya kalacağınızın hesabını yapamazsınız…İŞİD kendi
menfaatleri için olan her şeyi mubah gören bir anlayış geliştirdi. Gittikleri
her yerde kadınları kızları cariye olarak alıp kullandılar ve sonrasında da
başkalarına paralar karşılığı sattılar. Ezidilere ne yaptığını söylemekten
utanç duyuyorum. Bu anlayışların temelinde önceden söylenmiş sözlerin evrensel
bir fıkıh olarak dayatılmasının olduğunu biliyoruz.
İslam, doğrudan fertleri hedef alan ve onları geliştirip
olgunlaştıran bir sistemdir. Olgunlaşmamış bireylerle, olgun bir toplum oluşturamazsınız.
Ancak cahil taş kafalarla taşlaşmış ortamlara yeni taşlar taşırsınız. Taşların
her ortam ve şartta nasıl kullanılacağı ve parçalanacağı da bellidir. İslam
alemi diye bildiğimiz ve bizim de bu alemin bir parçası olduğumuz yaşam,
Yaratıcı ile aralarına koydukları duvarları yıkmadan başka duvarları asla yıkamazlar.
Yaratıcı ile araya konulan bu kutsallık kazanan fetvaların cenderesinden
çıkarak öncelikle insan gibi yaşamaları gerekir ki, İslam’la müşerref olmak
için bir adım atmış olsunlar…İslam’ın hayata dokunmayan bir din olduğu ortamlar
hangi fetvaya göre hareket ederlerse etsinler bedevi dinci bir zümre olmanın
ötesinde başka isimle adlandırılamazlar. İslam Medeniyet oluşturur. İslam
olduğunu söyleyen toplum ve cemaatler, Medeniyetin çok uzağında konaklamışlarsa
İslam onları asla tanımlamaz. İslam, barış kardeşlik, sulh, selamet, dayanışma
birlik beraberlik, yardımlaşma, eminlik ve diriltme dinidir. Eğer savaş ve
cinayetler barış ve diriltmeden çok ilerdeyse o dinin genlerine iyi bakmak ve
kontrol etmek gerekir. Genetiği İslam olmayanların görüntüleri sizi aldatmasın…
Kendi inandıklarını başkalarına dayatarak benimsemeyenleri
öldüren bir din, Allah’ın dini olabilir mi asla! “Din de ikrah ettirmek yoktur,
doğruluk sapıklıktan ayrılmıştır, kim Tağuta küfreder, onu yok sayar hayatından
atar ve Allah’a yönelirse o kopması imkânsız bir bağla Allah’a bağlanmıştır……”
Yani apaçık hakikat ortadadır kim neye inanırsa inansın o insanın kendi iradi seçimidir.
İnsanların iradi seçimlerinin karşılığını dünyada ödetmek için yaratıcı bir
grubu görevlendirmedi…” Ey İnsan hangi yoldan gidersen git muhakkak ki, sen
Rabbine varan bir yolda çabalayıp durmaktasın sonuçta Ona varacaksın…” Peki
insana ne oluyor…
Allah’ın Resulünün hayatına bakarsanız onun yaşamında dini
egemen kılmak için bir savaş asla olmamıştır. Onun Cihatları tamamıyla,
kendilerini düşman kabul edip saldıranlara, ihanet edip tuzak kuranlara,
Mazlumları ezerek, Allah’ın mesajıyla insanların buluşmasını engellemeye
çalışan zalimlerle olmuştur. Resulullah’ın hayatında saldırı amaçlı bir savaş var
o da Mekke’nin Fethidir. Onda da zaten kan dökülmemesine çok dikkat edilmiş
ancak yok denecek düzeyde bir kan akmıştır. Peki bu saldırının sebebi nedir
diye sorulacak olursa, İşgal edilmiş olan yurtlarını yeniden alma ve kendi
vatanlarına sahip çıkma savaşıdır. Vakti zamanında orada yaşarken yurtlarından çıkarılmışlardı,
misliyle karşılık verildi ne zaman güç ve imkana kavuştuklarında…Toprak almak
ve dini zorla kabul ettirmek için Allah adına cihat yaptığını söyleyenler,
batıl bir din uğruna savaştıklarını bilmeleri gerekir…
İnsanları diriltmek ve huzur içinde yaşatmak için insanlığa
gelen bir dini, terörle bağdaştırmak ve tüm terör örgütleriyle ilişkilendirerek
aleyhte propaganda yapmak, bu dinle yapacağı mücadeleyi peşin kaybetmiş
anlayışların işidir. Ancak bu dine mensup olduklarını sanan cühela grubu bunlar
tarafından kullanılarak, dinle insanların tanışmasının önü tıkanmaktadır.
Biz sizi ve taptıklarınızı yok sayarak Yerin ve Göklerin
Rabbi Allah’a gidiyoruz diyerek, yeryüzünde hakkı ile şahitlik yapacak ilmiyle
amel eden duruşlarıyla insanlığa örnek olan, eminliklerinden dolayı her ortamda
yedi emin olarak görülen, her kargaşanın tek hakemi olarak baş vurulan, tüm
toplumların onlara bakarak hayatlarının saatini ayarladıkları Orta bir Ümmet
olarak ortaya çıktığımız zaman, tüm bulutlar dağılacak ve yerleri Allah’ın
rahmeti kuşatacaktır…Bunda zerre kadar şüphem olmadığını tüm hücrelerimle yemin
ederek onaylarım…
Bunun yolu kurtarıcı
beklemekten geçmez, her insan kendisi kurtulduğunda kurtulanlar başkalarının da
kurtulmasına bir ışık olur… Şairin deyimiyle,” Sen yanmasan ben yanmasam O yanmasa
nasıl çıkar bu karanlıklar aydınlığa…”
“Her hareket bir insanın ayağa kalkışıyla başlar…” Herkesi o
bir insan olmaya davet ediyorum var mısınız?
Erol KEKEÇ/11.04.2021/22.21