24 Mart 2021 Çarşamba

AŞAĞIDAN YUKARIDAN YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR

 Üçüncü dünya ülkelerinde siyasal yönetimler birçok uygulamasını popülizme yönelik yaptığı için inandırıcılık yanı pek ilgi görmez. Ondan dolayıdır ki kendisini yırtsa da ne geçen zamanı ne de sarf ettiği enerjiyi geri toplayabilir. Toplum menfaatine ve insanların yarınları için alınacak kararlar ayak üstü ya da siyasal iktidarların sadece kendi istekleri ile yapılacak işler değildir. Ayak üstü ya da akşamdan sabaha alınan kararlar ve kanun hükmünde kararnamelerin tamamı günü kurtarmaya dönük çıkışlardır. Sosyolojik olarak değerlendirilecek bir gerçekliği ve hakikati de barındırmaz.

Yıllar öncesini hatırlıyorum da toplumun haberinin olmaması gerektiğine inanılan politik uygulamalar mesela zamlar gibi, ayrıca ihtilal yönetimleri ihtilallerini sabaha karşı geceden sonra duyururlardı. Hemen arkasından toplumu kuşatırlardı uymayanları da en ağır şekilde cezalandırırlardı. Gece baskınlarından bir örnek şu an aklıma geldi,12 Eylül’ün sonrası önümüzdeki yazdı, ilkokulu bitirmiştim o yaz köyümüzde pamuk tarlalarına gider gelirdik akşam erken vakitlerde herkes evine gelirdi. Bizim köy sınıra 6 km civarında ayrıca bizim köy ile sınır arasında sınır güvenliği için çok denetimler yapılırdı, o dönemde herkesin ürküp evinden çıkamadığı bir Yüzbaşı vardı Halk lakabını Gavur Hasan koymuştu…Gavur Hasan denen Yüzbaşının sınır boyundaki köylere çektirdiği işkenceleri bugün sanki yaşıyormuş gibi aynı hassasiyeti taşıyorum. Bir çobanın yanında cipi ile durur bu nedir ne işe yarıyor dedikten sonra, çobanın köpeğini kafasından kurşunlayan bir Gavur Hasan’dan bahsediyorum bunlar Hikâye ve masal değil çocukluğumuzda bu acıları iliklerine kadar hisseden biri olarak yazıyorum. Bizim sınır Bölgesindeki köyümüz tamamıyla akrabalarımızdan oluşur amcamlar ve biz. Âmâ sınır bölgesindeki köyler tamamıyla Kürt köyleridir hatta bizim köyün karşısındaki dağın adı Kürt Dağıdır. Kürt dağının etekleri bizim tarafta kalır yukarı kısımları Suriye bölgesinde uzanır. Bizim köy Türk Köyüdür Köyümüzün merkez mahallesinde bir iki aile var Kürt olan. Bunları neden mi anlatıyorum, Kürt köylerinden isimlerini burada zikretmeyeceğim bu köylerden bazılarında bu Gavur Hasan’ın yaptığı aşağılayıcı işkenceler dilden dile anlatılırdı. Hatta o köylerden Rahmetli Babamı ziyarete gelen çok insan olurdu çünkü bölgede bir kanaat sahibi kişiydi. Bir gün onlardan birisi, Lo vallahi Cuma dayı bizim köyde erkekleri soydular don atletle bıraktılar hep avratları sırtımıza yükleyip belli bir yere kadar götürüp getirmemizi istediler taşıyamayanları coplarla feci şekilde dövdüler her iki üç günde bir gelir Gavur Hasan bunları bize yapar. Şu kadar silah getireceksiniz, yahu bizde bu kadar silah yok nereden getirelim desekte laftan sözden anlamıyor, vallahi ben parayla silah alacağım onun istediğini vermek için, yoksa bizim anamızı ağlatıyor diyerek dert yanıp babama bunları anlatırken dinlediğim günü, sanki şu an gibi anımsıyorum…

Böylesi bir sürecin karanlık tezgahlarının neredeyse buna bazı yönleriyle benzerlerini günümüzde yaşadığımızı görünce içim sızlamaya başladı. Yıl 2021 ama kafa hala Orta çağ Feodalitesinin beynini taşıyor. Nedense bu toplumda bir gelenek olmuş her gelen yöneticiler, halktan gizledikleri ve halkın fazla haberdar olmasını istemedikleri konuların resmileşmesini hep gece vakti yapıyorlar. Bu da insanı ister istemez bazı düşüncelere götürüyor.

Yine Bu İstanbul sözleşmesini ele alacağım, bu sözleşmenin meclisten geçmesi için yapılan oylamada dört farklı partinin oy birliği ile bunu geçirdiklerini çok iyi hatırlıyorum…O dönemin iktidar partisinin grup sözcüsü tüm partilere ayrı ayrı teşekkür ederek çok büyük bir iş başardıklarını anlatıyor ve hepsine bu davranışlarından dolayı şükranlarını iletiyordu. Yani bunun üzerinde çok düşünüldüğü ve herkesin çok ciddi bir sorunu çözmek için hamle yaptığı söyleniyordu ve bugünlere kadar da yılmaz savunuculuğunu iktidar partisi yapıyordu. Hatta bundan dolayı bazı eleştirilerinden dolayı İktidar partisinin kadın kolları Ülke genelinde mahkemeye vermek için Abdurrahman Dilipak aleyhine mahkeme koridorlarında izdiham oluşturmuşlardı ve bunun üzerinden de bir yıl yeni geçiyordu ki, İstanbul Sözleşmesi olarak üyeliğimiz bulunan, kadına şiddet sözleşmesinden ülkemizin çekildiği, cumhurbaşkanlığı sözcüsünden yazılı bir açıklamayla beyan edilmişti. İster istemez insanın aklına çok sorular geliyor, üzerinde çok durulduğu çok araştırmalar sonrasında bu anlaşmanın onaylandığını söyleyen iktidar partisi sözcüleri şimdi bunun tersini söyleyerek bu sözleşmenin hükümlerinin geçerli olmadığını söylüyorlardı. Sahiden merak ediyorum bunu onaylayanlar sizseniz bunu rafa kaldıranlar kim, rafa kaldıranlar sizseniz, bunu yürürlüğe koyanlar kimdi…(!)Her ikisi de sizseniz biz sizin hangi eyleminize inanıp güvenelim, siz bile yaptığınız eylemin doğruluğuna inanmazken ben niye size inanayım…

Neden gece vakti sabaha karşı bu karar alınır, Merkez Bankası başkanı kaç ay oldu ki başkanlıktan alındı. Bir ülkenin milli varlığını yönetmeniz için oraya getirenler sizi, her şeyi hallaç pamuğuna çevirmeniz için oraya getirmedi. İstikrar, ekonominin güvencesi  diyordunuz, bu söze güvenen insanlar öyle bir görevi tevdi etti ise, Milleti canından bıktırmak için bu görevi vermedi…Geldiğimiz noktada canından bıkan bir toplum var, bir de fanatik bir eli balda bir eli yağda yukardan insanlara bakan işini çok iyi bilen bir koymadan birçok şeyi kökünden süpürüp götürenler, bir de gariban samimi ne dersen de onun kafasındaki sevgiyi kimsenin yıkamadığı ama yaşam sınırlarının çok altında yaşayan her şeyi bir kader olarak gören insanlar var…Ayrıca bunların dışında bir elinde ayna bir elinde cımbız her ortamda çalıp çalıp oynayan kapısında köpek bağlı olanlar var onlar her zaman asil ırktan gelenler olarak pastanın en iyisi bunlarındır…Her taraf kan revan olsa hiç ilgilerini çekmez ama sesleri o kadar yüksek çıkar ki, İğdiş edilmek istenen Merzifon merkepleri gibi t….kları iki taş arasına alınmış gibi öyle anırırlar ki sanarsın  bu ülkenin tek ezilenleri onlar; oysa bunlar her dönemin tek hücreli amipleridir. Bunlar belirleyici asla olamazlar belirgin bir kimlikleri yok ki belirleyici olsunlar. Âmâ şunu ifade etmekte fayda var, imkansızlıklar içinde bunalanların vereceği kararlar dağları bile yerinden oynatır. Onların sesinin tonuna iyi dikkat etmek gerekir. Onların sesine yürekten bakamayanlar, provokasyon olsa bile ananı da al git diyecek tavrı bunlara gösteremeyeceklerdir. Çünkü bunlara gösterilecek en küçük bir karşı refleks tüm dengeleri alt üst edecek büyük bir debiye sahiptir. Bugün geldiğimiz nokta da toplumsal iradi debi çok yüksektir. Önüne çıkacak tüm engelleri bir bir devireceğinden kimsenin kuşkusu olmasın…En güçlü insan haklı olduğuna inanan ve öyle gören insandır.

18 yıl size destek verdik ki, Dinimizi Bayrağımızı ve devletimizi korumanız için…Biz size bu kadar fırsatı sizin güllük gülistanlık bir ortamda yaşamanız ve ülkenin biri rektör ve Biri Dekan olan iki bilim adamı olarak bilinen adamı sizin mahdumunuzun atının yularını tutarak poz versinler diye bu fırsatı vermedik…Diyen insanların çoğaldığı bir toplumda kurallar ve korkular yerini kuralsızlığa ve korkusuzluğa bırakır.

Yolların köprülerin yapılması çok anlamlıdır ancak insan yaşadığı zaman, insanın yerde süründüğü bir ortamda, insani değerlerin ırzına geçilmemesi için kaçacak delik aradığı bir yerde onlar hiçbir değer ifade etmez. Bunları yaptığınız zaman görevinizi yerine getirmiş olursunuz ama bunları, gelecekleri ipotek altına alarak yaparsanız insanlara şunu sorma fırsatı verirsiniz. Bir insan neden geçiş garantili bir iş yaptırır, öyle bir ticaret olur mu, ticaret ise bir tüccar bile bile zarar etmez, devlet yönetimi ise ben seçtim diye benim onayımdan geçmeden beni ve torunlarımı bana sormadan kim beni borçlandırma hakkına sahiptir. Eğer böyle bir durum yok ise o zaman şöyle bir durum ortaya çıkar, bu ödeme garantisi ancak fifti fifti olursa bir insan bu kadar zararlı bir iş yapabilir diye kafa yorar peki haklı olur mu, bilmediği ve tatmin olmadığı konuda kafa yormak en doğal hakkı olur…

Bugün sorgulamalar yapılıyorsa toplumda bunların mutlaka geçmişe dönük alt yapıları olduğundandır. Hiç kimse durup dururken her şey çok güzel ise böyle bir sorgulamayı yapmayı kendisine ihanet görür.

Peki ne oldu da bir anda insanların böyle bir rüzgâra kapıldığını anlatıyorum…Ben topluma ve toplumdaki insanların tepkilerinin öncesindeki güdülere baktığımda, herkesin kendince haklı ve tutarlı bir nedeninin olduğunu görüyorum, en azından bu nedenler yönetenlerin bahanelere sarılarak kendilerini yeniden aklama taktikleri türünden değil…Bir yönetim ciddi bir erozyona uğrarken bazı kuralları çıkardığını yeni anayasa yapacağını, gelecekte çok güzel günlerin geleceğini söyleyerek böyle bir sürece girmesi inandırıcılıktan çok uzak olacağı gibi sadece antipatik tutum ve eylemlerin çoğalmasını tetikler. Son dönemdeki çıkışların hiçbiri gelecek seçimlerde iktidarın oyuna bir artı olarak yansımayacaktır. Zaten öyle bir ihtimal olsa iktidar bugün erken seçime gider hem de gözünü kırpmadan…Ama şunu rahatlıkla söylemeliyim ki, ister erken ister vaktinde bir seçim olsun bu toplumsal kaosa giden yaşamda iktidar kaybetmeye aday olacaktır. Bu sürecin oluşumunda yerel yöneticilerden üst yönetime kadar herkesin payı vardır. Belediyecilik gönül işi diyerek başlanılan işler insanların gönüllerini yıktı ve geçti…Ben şahsen kendi adıma söyleyeyim açık ve net söylüyorum yaşadığım ilçenin Belediye Başkanı bana 10 kilo altınla gelse dese ki, bir oyla kaybedeceğim Allah’ım şahit olsun ki bu kafada oldukları sürece dönüp bakarsam namerdim…Yani anlayacağınız herkes benim gibi düşünüyor, sakın ortalıkta bağıranların çağıranların ve megafonu elinde tutanların çıkardığı sesler sizi aldatmasın söylediklerimi bir gün anlarsınız…Üçüncü yıl olmuş ben bu başkana oy vermek için ilçe değiştirmiştim acele olarak gibi ikametgahımı da buraya aldım. Ancak Başkanlıktan bu yana bir randevu alamadım, randevu sebebini de söyleyeyim nasıl bu bölgede daha güzel işler yapılır kültür sanat aile ve gençlere yönelik ihtiyacınız olursa her konuda bila bedelsiz destek olacağımızı söylemek için bir randevu almak istedim, özel kalemine kaç defa yazdırdım adımı ve soyadımı da ve beni de tanıyan biri olmasına rağmen, böyle bir durum gerçekleşmiyorsa böyle gönülleri alıp götürün kör kuyuya atın bize lazım değil…

Ondan sonra Hocam davaya ihanet olmaz öyle olur mu diye bir de kahve ağzıyla konuşmuyorlar mı işte ona bitiyorum…Hangi dava ne davası nerenin davası sizin yemenizin götürmenizin lüks yaşamanızın toplumun bir kesiminin can çekişmesinin adı dava bana böyle bir davadan gram lazım değil alın hepsi sizin olsun…Bunları ben yaşıyorsam ve böyle konuşuyorsam toplumun reflekslerini görmenizi hiç istemiyorum…Bu toplum Merhum Ecevit’in DSP’sini %21’lerden %1 çekmişti olur ki belki biraz düşünülür o kadar olmasa da öyle bir sonuç görünüyor…Yaşa padişahım çok yaşa, Bir peygamber gelseydi Peygamberimizden sonra Vallahi o RTE olurdu, peygamberimiz bile yanlış yaptı ama biz o yanlışları yapmadık,RTE Allah’ın tüm vasıflarına sahiptir diyenlerin dediği gün sesini çıkarmayanlar ev haydi oradan sen kimsin kaç kuruşluk bir varlıksın ben bir damla suyum bunu hala anlamadınız mı rabbim beni buraya olağanüstü olduğumdan değil, bir imtihan olarak getirdi inşallah o imtihanı başarıyla yarın huzurunda vereceğimiz hesapta mahcup olmadan bu görevi layıkıyla bize yapmayı nasip eder…Yanlışlarımız olursa ki olur biz bir insanız bilerek asla yanlışa yönelmeyiz bilmeyerek yaptığımız hatalarımız olursa sizden helallik istiyoruz ve rabbimiz de bizi bağışlasın deseydiniz bu gün bu endişeleri taşımayacaktınız…Ama o günler çok çafcaflıydı,herkes överek toz kondurmuyordu. Bir vatandaşın doğal isteklerine olan o şedit öfkeyi bu tuzak kurup göklere çıkaranlara göstermeyenler zaten kaybetmişti bugün sadece işin pratiği gözle görülür oldu…tam on dokuz yıldır yazıyorum hiçbir karşılık beklemeden sadece insanlığa faydalı olalım diye ancak uzaktan kaval çalar gibi çaldık bazen rahatsızlık verip karşılığının bedelini hakimlerden aldık…Bazen de  bizi yakinen tanıyanlar hocam Allah için uyarıyor herhangi bir beklentisi olmadığı gibi kimseye göbekten de bağlı değil diyerek bizleri savunmak zorunda kaldılar, herkese bu fedakarlıklarından dolayı teşekkür ediyorum…

Kocaman bir 18 yılın kavşak noktalarında iktidarın neden oraları rahat dönemediğini anlatmaya çalıştım…Kendi kurallarını kendileri koyanlar, toplum kuralları diye pazarlasalar da er ya da geç öyle olmadığını anlayacaklar. Toplum için oluşturulan faydalı eylemler oldu bittiye getirilerek gece vakitlerini seçmez…Şeffaf bir ortamda en uygun zamanda ve üzerinde detaylıca düşünülerek kritiği yapılarak getirecekleri ve götürecekleri hesaplanarak yapılır. Bunun dışında yapılanların tümü kendi bekalarını ve varlıklarını korumak ve bilinmeyen gizli yönlerinin açığa çıkmasını önlemek maksatlı yapılanlar olur. Bu da geldiğimiz nokta da ne kadar problemli bir anlayış olduğunu göstermektedir.

Çok zorlu bir sürecin kötü yönetiminin faturası hep başkalarına kesilmemeli, başkalarına saldırarak kendilerini temizleyeceğini sananlar bu tutumlarla her gün daha fazla kirli bir görünüm oluşturduklarını anlamak zorundadırlar. Çatışma kültürünün olumsuzluğu en üst ağızdan dile getirilmesi ve kardeşlik tohumlarının etrafa saçılması gerekli…Yoksa 12 Eylül ihtilalcilerinin yaptığı ile yapılanların farkının olmadığı dillendirilir ve yaygınlaşırsa bu taş çok kuş avlar…

Her konuda düşünsel birikimini aktarmaya çalışan birinin bu kadar acılı bir reçeteye şahit olması bunları dillendirmesini gerekli kıldığını herkesin bilmesinde fayda vardır. Ama bu da ya bu işler böyle olmaz diye saldırı okları kınından çıkarılırsa ne olacağını şimdiden söyleyeyim! Aşağıdan yukarıdan yolun sonu görünüyor…”

Erol KEKEÇ/24.03.2021/00.35