Beğeni yargıları, estetik beğeni ve fizyolojik hazlara dayanan yargılardır. Dolayısıyla haz alındığı için bir duygu ve fizyolojik istek her zaman doğru ve iyi kabul edilir. Oysa fizyolojik hazlar ve beğeniler ne iyi-kötü, ne de doğru ve yanlış kavramlarıyla izah edilen yargılarla anlatılır. İnsanlık içerisinde bu kavramların ve uygulamadaki karşılığı olan terimlerin anlamlarının ne kadar bilindiği ve anlaşıldığı da bir o kadar sorgulama konusudur.
Fetişlerin önünde hamuta kalkan ve o yaşamların kıskacında
gözyaşı dökerek kendilerinden geçenler, duygusallıklarının kurbanı olarak her
gün hayatlarından bir hücreyi kurban ederek dirhem dirhem idrak mekanizmalarını
kaybederek bir nesneye dönüşürler. Nesneleşme sürecinin öncesinde aslında ciddi
bir duygusal bağın olduğu ve bu bağlarla kazanılmış olan patolojik travmaların
insan unsurunu tüketerek, sadece görünen bir kabuk kadavrayı bırakmasından kaynaklanır.
Bu süreç önce insanın bilinç sürecinde ele alınıp sorgulanmalı, bu olmadığı zaman
toplumsal yaşam kodlarını biçimlendirmeye başlar ki, ondan sonra bu sürecin
etkisinden ve etkileme gücünden bağımsız bir hayat oluşturmak mümkün olmayacaktır.
Peki bu sürecin, bir ahtapot gibi insani yaşamın insani olan kısmının tüm
enerjisini çaldığı ya da sömürerek düşünsel kabiliyetleri tükettiği zaman, geriye
kalan insan posasından yaratılan fetişlerin kıskacında can vermeyeceğini iddia
etmek sizce ne kadar anlamlı ve gerçekçi olur.
Seçim imkânı ve idrak melekeleri dinamitlenmiş, tamamıyla yaratılan
kutsallar üzerinden bir toplumsal değer algısı oluşturulmuş ortamlarda, her
birey bir köle adayı olduğu gibi toplumlar da toplu olarak köle olarak
yaşamalarına rağmen bunu anlayacak düşünsel mekanizmayı çalıştıramadıklarından
kendilerine tanınan ömrü sömürülerek noktalarlar. Yaratılan kutsalların, yaşamın
temel gıdası olarak algılandığı her toplum kendilerini imha planlarını kendi
elleriyle imzalayarak sömürgecilerini ödüllendirerek yerde sürünmeyi adamlık
diye tanımlayarak, bataklık bufaloları gibi temiz iklim ve oksijene hasret
yaşarlar.
O zaman yeni bir ifadeyle, bu anlattıklarımızın üzerinde
neden durma gereği duyduğumuzu hep beraber ele alalım. Duygusal anlatımların
ardındaki dinamitleyici gücün bir sınır tanımazlığı göze çarpar. Çünkü düşünmeye
sınır tanımak esastır. Serbest düşünme olarak ele aldığımız çağrışım, hayal ve
rüya gibi düşünsel atılımlarda bile belirli bir sınır göze çarpar. Oysa
Yaratıcı düşünme ve eleştirel kritiğe dayanan belli bir amaç doğrultusundaki
düşüncelerde doğrudan bir hedef gözetilmektedir. Onun için de bu tarz düşünme
kendi içinde kendi sınırlarını belirler, elde ettiği birikimin doğruluğunu değerini
sınırlarını ve elde ediliş yöntemlerini sorgulayarak bu sürecin her
aşamasındaki yargıları doğrulayarak ya da yanlışlayarak bir yargıya ulaşır. Bu
yargı da doğrudan aklın ilkeleri gözetilir.Ör.1.Yargı: Bir insan konuşmalarında
yalan söylüyor, uygulamalarında sadece kendisini düşünüyor ve kendi dışında
kalanların onun hayatında bir değerinin olmadığını görüyorsanız; bu insan
ahlaken bencil ve haz üzere yaşamı olan başkalarına faydasının olmayacağı
yaşamındaki bu olumsuzluklardan yola çıkıldığında anlaşılmaktadır. O halde bu
insana bu özellikleri devam ettiği sürece ahlaken güvenmek, ahlak dışı bir
yaşamın sarmalanmış kobayları olunacağının göstergesidir. O zaman seçici ve
ayıklayıcı olmak insan olmanın gereğidir. Çünkü insan aynı anda hem dürüst hem
de dürüst olmayan bir kişilik ortaya koyamaz, koyarsa bu ahlaken çöküş ve
çelişkiler ortamını doğurur. O halde bu eylemleri ayıklayacak ahlak değerleri
ihtiva eden bir etik değer yargısına sahip olmak gerekir. Bu yargıdan yoksun
ortamlarda her şey, duygusal beğeni ve fizyolojik haz debisinin şiddetine göre
değerlendirilir ve bu ortamlarda her türlü toplumsal psikolojik ve ahlaki
hastalıklar toplumsal omurgayı kemirir ve tüketir. Tükendikçe tükenişlerine
sarılarak o tükenmişliği bir abideye dönüştürmek isteyen toplumlar da ancak
kendilerinin bitmişliklerini yeni bir fetişe dönüştürerek onun önünde secdeye
kapanarak kurtuluşlarının yakın olduğunu sanır dururlar. Sanırlar, çünkü
sanının bir gerçekliği yoktur. Hiçbir uyaran ve gerçeklik yokken böyle bir
tapınak oluşturmak ancak ve ancak kendileriyle alakalı idrakten çıkacak bir hakikatten
yoksun olanların, karşılaşacağı halüsinasyondur. Toplumsal halüsinasyon yaşayan
toplumların uyandırılması akleder duruma gelmesi ve kendisini sarmalayan bu sanrıların
etkileme alanından çıkması ancak ve ancak, fizyolojik haz debisinde meydana
gelebilecek düşüşle mümkün olur. Bu debinin gün geçtikçe daha bir düşerek kendi
yatağında kaybolur hale gelmesi demek, debinin düşüşüne neden olan suyun
başındaki bent kuranların oyunlarının tutmamasının olasılıklarının arttığının göstergesidir.
Bu tutmayış belli bir düşünme ve kritik sonrası oluşan bulgular neticesinde
kurulan denkleme göre ortaya çıkan sonuç olmadığı için, fizyolojik haz debi
sahiplerinin ikna edilmesi imkansızlaşmış demektir. Çünkü bu ortamlar düşünerek
karar veren ortamlar olmadığından bunlara göre bir şeyin doğru yanlış ya da iyi
kötü olmasının ölçüsü, tamamıyla duygusal ve fizyolojik olduğundan bunları ikna
yolu yeniden kazanayım demek gibi uğraşlar, boş bir çırpınışın ötesine geçmez.
Duygusallıkları ve fizyolojik hazları hedef alarak toplum
mühendisliğine soyunanlar şunu bilsin ki, bu şekilde kazanılmış olanların kaybı
da yine bu şekilde olur. Bu toplumlara akla mantığa ve eylemlere dönük
verilecek mesajlar aynı şiddette geri döner.
Bu açıklamalardan sonra şunu ifade etmek isterim ki, ahlaki
ve bilgisel yargılardan yoksun toplum yöneticileri şunu bilsinler ki, dijital
çağın en önemli özelliği duygusallığın ve fizyolojik hazın doğrudan hedef
olarak tanımlanmadığı çağ olacaktır. Bu çağın gözle görülür en belirgin yanı,
önce akıl ve iletim sonrasında eylem ve zamanı kısaltarak hazzın zirvesine
hızlı bir yolculuk yapmaktır. Birinci ve ikinci aşamayı dikkate almadan
doğrudan haza yönelik uyaranlar karşılık bulmaz, çünkü bireysellik ve
farkındalık çok hızlı, kendi dünyasında yaşamayı sizin tüm sahipliklerinize
tercih edilecek bir yaşam düşlenmektedir. Böylesi bir çağın reaksiyona geçecek denklemi,
sorunların çözüldüğü, mutluluğun yükselen grafik eğrisi çizdiği, toplumsal
kaynaşmaya ihtiyacın olmadığı herkesin kendisine yetecek kadar bir dünya oluşturduğu,
bu dünyanın içinde gözle görülür pozitif alandakilerin değerini kaybettiği ama
dijital yaşamın gerçek yaşam olarak görülüp tüm hayallerin orada gerçek gibi
yaşandığı bir yer olacaktır. Bu denkleme hitap etmeyen tüm mesajlar iflas
edecek ve bu çağda reaksiyona girecek yolları kendi yüzüne kapatacak ve kendi
ruhuna Fatiha okumak zorunda kalacaktır. Feodalitenin yıkıldığı çağın başında,
feodal algı ve anlayışlardan uzaklaşmak kaydıyla yeni geleceğe yeni mesajlar ve
yeni dillerle yeni yürekler gerekli, bunları taşıyan ve taşıyacak olanlara,
dijital çağı temsilen merhaba diyorum…
Erol KEKEÇ/17.03.2021/00.20