12 Ağustos 2013 Pazartesi

İNANDIRICILIĞINI KAYBETMİŞ METHİYELERDEN KURTULMAK HEDEFİMİZ!


Mehmet Akif Ersoy’un iki oğlu ve üç kızı olmuştur. Mehmet Emin Ersoy, Akif’in büyük oğludur. 1908 yılında İstanbul’da doğmuştur. Mehmet Akif 1920 yılında Ulusal Savaşım’a katılmak üzere gizlice Ankara’ya geçerken henüz on iki yaşında olan oğlu M.Emin Ersoy’u da yanına almıştır. Baba oğul 24 Nisan 1920’de Meclis’in açılışından sonra Ankara’ya varmışlardır. Mehmet Akif, Burdur temsilcisi olarak Meclis’te yaptığı çalışmalar ve gezilerinde oğlu Emin Ersoy’u yanından ayırmamıştır. Bir ara ailesini Kastamonu’da ev kiralayarak bu kente yerleştirdikten sonra Emin Ersoy’u da okula yazdırmış, ancak, Emin Ersoy kaçarak yeniden Ankara’ya babasının yanına gelmiştir. Akif, oğluyla birlikte tacettin dergâhında kalmış; bir süre sonra tüm ailesini Ankara’ya getirterek dergâhın yakınında ev kiralayarak birlikte orada oturmaya başlamışlardır. Yunanlıların Ankara’ya yaklaşması üzerine bu kentteki resmi daireler ve halk Kayseri’ye nakledilirken Akif’e, ailesini Kayseri’ye göndermiş, kendisi oğluyla birlikte Ankara’da kalmıştır.
Mehmet Akif, zaferden sonra Ankara Hükümetiyle siyasi görüş ayrılıkları nedeniyle koruyucusu Abbas Halim Paşa’nın davetlisi olarak 1923 ve 1924 yılı Kış aylarını geçirmek üzere Mısır/Kahire’ye gitmiş; 1924 ve 1925 yılı bahar aylarında İstanbul’a dönmüştür. Emin Ersoy, babasının bulunmadığı dönemlerde serseriliğe başlamıştır. Mehmet Akif, bu konuda 1925 yılının ilk aylarında mektup yazarak Fuad Şemsi beyden yardım istemiştir. Şair,1925 yılı sonunda tekrar Kahire’ye dönerken Emin Ersoy’u da ilgilenmek için yanında götürmüştür. Mısır’da Emin Ersoy’un eğitimiyle ilgilenmiş, ona Arapça öğretmiş ve bir özel okula yazdırmıştır. Bu gidişinden sonra bir daha Türkiye’ye dönmeyen Mehmet Akif, eşi ile ikinci oğlu Tahir’i de yanına aldırmıştır. Akif’in evlenmiş olan üç kızı Türkiye’de kalmışlardır.
Emin Ersoy, 1934 yılında askerliğini yapmak üzere Türkiye’ye dönmüştür. Kırklareli’nde askerliğini yaparken arkadaşlarına Kur’anı Kerim okuyarak anlamını açıklaması nedeniyle bu davranışı irtica olarak görülmüş Divan-ı Harbe(Askeri Mahkeme) verilerek tutuklanmıştır. Mehmet Emin Ersoy daha sonra birlikte tutuklu bulunduğu çavuşu ile beraber cezaevinden firar ederek İstanbul’a, oradan da gemiyle Mersin’e gelmişler, Mersin’den yaya olarak Antakya’ya giderken yolda, pasaportsuz olmaları ve  davranışlarından kuşkulanan jandarmalar tarafından yakalanarak Kırıkhan’a gönderilmişlerdir. 
1966 yılında eşi ölünce kimsesiz kalmıştır. Gizli intiharı düşündürür biçimde daha fazla içki ve esrar içmeye yönelmiştir. 1966 yılı sonlarında birkaç ay akıl hastanesinde kaldıktan sonra Kasım-1966 ayında oradan çıkmış İstanbul Tophane’de terk edilmiş bir kamyonetin karoserinde yatmaya başlamıştır. 24 Ocak 1967 günü bu kamyonun karoserinin altında, yerde ölü bulunmuştur.
Yukarıdaki kısa bir ömrün hüzün dolu ve acılarla yoğrulan hamurunu yoğururken inanın ne kadar zorlandığımı anlatamam, ancak yazmak zorunda kaldım. Tüm gerçekler böyle acılarla yoğrulduğunu herkesin bilmesini isterim. Vah be bir vatan şairinin oğluna bunlar yapılır mı diye, köşelerine oturarak, ağız dolusu bol keseden birilerinin mırıltılarını duymak için bunları paylaşmayacağım.
Hakikatlerin, kurulu sistemle ne kadar savaş halinde yaşadığının kanıtını bu örnekle izah etmek için acı dolu bir hayatı bu satırlara aktardım. Bir Emin Ersoy’un hayatını böyle bir zindana çevirmiş, militarist sistemin her dönemdeki bekçilerinin tüm Emin Ersoylara aynı davrandığını gözler önüne sermek için bunları pervasızca bu gün anlatmaya karar verdim.
Her yıl istiklal marşının kabulünün yıl dönümünde, Mehmet Akif’i anma haftası olarak düzenlenen etkinliklerin ne kadar da hakikatten uzak, duyguları sömürmek maksatlı yapıldığını tüm yüreklerin anlaması için bu satırları yazıyorum… Bu ülkede canlı canlı ölüme terk edilen Mehmet Akifleri görmeyecek kadar basiretlerini dünya ve içindekilerin kuşattığı varlıklar, bize Büyük Şairin hayatını anmak için methiyeler dizerek bizleri asla kandıramazlar. Mehmet Akif’in anılması demek onun mirasının korunması demektir. Buradan haykırıyorum, bu acımasızlıkları görmeyecek kadar yüreklerini kabuk bağlamış zavallılılara, daha kaç tane Emin Ersoyları bekliyorsunuz, kamyon karüsörlerinin içinde yatarak ölümlerinden haberdar olmak için…
Bu memleketin kaderi, Emin Ersoyların hayatından haberdar olmak ve onlara değer vermekten geçer. Bu kahramanların, yürek ve beyin emeğini dikkate almayanlar dikkate alınmayacak günleri beklemek zorunda kalacaklardır. Akif’i anmak demek her yıl methiyelerle gönül eğlemek değil, Akif’in mirasına sahip olan günümüzün Akiflerine değer verip, onları ölüme mahkûm etmemekten geçer. Militarist devletin, ben bu günkü yönetim erkine sesleniyorum, ne kadar da Akif’i sevdiğinizi ve ona değer verdiğinizi, Akif’in nesline verdiğiniz değerden anlıyoruz…
Şunu özellikle belirtmeliyim ki, bizden öncekileri kimse görmüyor şeklinde ileri sürülecek bahanelerin hiçbirini, dikkate almıyorum. Bizden öncekiler diye başlanılan cümlelerin içi hep koftur, eğer bizim hakikati beklediğimiz şahıslar kendilerini önceden devam eden yanlışlarla kıyaslayarak tanımlamaya çalışıyorlarsa, o zaman bizim de kendilerini diğerleri gibi eleştirilerimize katlanmak zorundalar. Bizim bu söylemlerimizin referansı Haktır  Bu hakkı ifade etmek zorundayız, bunları gündeme getirmezsek, yerlerin ve göklerin sahibi Allah'ın gazabına uğramak çok daha kötü bunu bildiğimiz için, bedeli ne olursa olsun katlanmaya hazırız.
Fırat'ın kenarında bir kuzuyu kurt kaparsa hesabı Ömer’den sorulur diyen bir anlayışı temsilen yaşadığını söyleyen insanlara, Fırat'ın kenarındakileri sadece Allah görüyor, ancak büyük kentlerdekini bizler de görmeye başladık, acaba bir haberiniz var mı diye hatırlatayım dedim…
Hakkın Şahitliğini yapmak için, Militarist sistemden rahatsızlık duyarak bu yanlışları ortadan kaldırmak için bizi temsilen vekaletimizi verdiklerimiz, bakıyorum da sistemi güçlendirmek sizin de felsefenizin temelini oluşturdu ve Akif’in nesli kıyıda kenarda açlığa mahkum oldu, acaba haberiniz var mı?
“Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz, bu yol ki hak yoludur, dönme bilmeyiz yürürüz.”Diyen Akif’in nesliyiz, gelen tüm karanlıkları aydınlatacak kıvılcımları yüreğimizde taşırız. Yüreğimizde bu kıvılcımlar sönmeden ve bir kamyon karüsörüne mahkûm olmadan sizleri haberdar etmek değil mi görevimiz…
Akif’in nesli can çekiyor, kadri kıymet bilmeyen bir dünyanın asalak varlıkları gibi algılanmakta, ondan olsa gerek her gören, aslandan korkup kaçan yaban eşekleri gibi terk ediyor… Ama şunu bilmek gerekir ki, Akif’in neslinin mesajlarına kulak vermeyenler, Merhum Cemil Meriç Üstadımın dediği gibi,”düşüncenin kuduz it gibi kovalandığı bir ortamda ne düşünce adamından ne de düşünceden söz edilebilir…”İşte bu hakikatleri tüm hücrelerimize kadar yaşayan bir Asım nesli olarak şikâyetlerimi yerlerin ve göklerin rabbine yapıyorum. Rabbim yeryüzünde senin tefekkürün yasaklandı, anlamıyor musunuz diye sorduğun soruları cevaplayacak yürekler kalmadı; fıkh etmek başımıza dert açmaya başladı, görmek yüreklerimizi dağladı, bunları görmeyelim diye, at nalından bir gözlükle gezmeye mahkûm olduk.”Kuduz bir it gibi”tefekkür öldürülmeye çalışıldığı halde, hala senin ayetlerini değiştirmediğini iddia eden bir yaşam egemen oldu, sen bize söyle, Ey rabbimiz nasıl yaşayalım da huzuruna alnı ak ve mahcup olmadan gelen kullardan olalım…
Rabbim Asımın neslini yazan Akif’in nesli yetim kaldı, bunları yetim bırakanları ve bir çöplükte ölüme mahkûm edenleri sana şikâyet ediyorum, biliyorum, sen hesapları seri olarak görensin… Allah’ım bizim şikâyetimiz yine duadan başkası olamaz, Rabbim bu halleri bilipte duyarsızlaşmış olanları duyarlı hale getir, körelmiş olan yürekleri dirilt, anlamayan beyinleri anlar hale getir, Fırat’ın kenarındaki koyunun melemesini duymak için, öncelikle Akif’in bu neslini anlamayı nasip et…
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı,
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı
Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı
Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı;
Allah’ım bu mısraların sahibi yaralı, kendi öz evladını görmeyen bir sistemin, başına gelen Akif’in neslinin yaptıkları, Akif’i yüreğinin derinliklerinden vurduğu gibi kemiklerini sızlatmaya başladı.”Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı”Şehitler inciniyor rabbim, Emin çöplükte gitti, ondan sonra gelenler hangi çöplükte bir lokma eğmeğe muhtaçlar, kimsenin bundan haberi yok. O zaman bize kalan tüm bunları seninle paylaşmak, belki Akif’in neslinden haberi olmayanların yüreklerine merhamet salarsın…”Yarap bu uğursuz geceleri sabaha çevir, mahşere bırakma asımın neslini dünya da sevindir, nurlar yağdır senin hazinen geniştir, Allah’ım Asım’ın neslini görmeyenlere akıl ve basiret indir, belki bu topraklar da düşünce kuduz bir it gibi kovalanmaktan kurtulur da herkesin yüreğine bir serinlik gelir… Duy bizi Allah’ım, senden başka bizi kim bilir…
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
11.08.2013 (17.45-19.20)
ÇENGELKÖY/İST




6 Ağustos 2013 Salı

BEYİN FORMATLARI AYNI, ZAMANLARI FARKLI YAŞAMLARI BİR KALINTI!



“Yemin olsun, daha önce Yusuf da size açık seçik mesajlar getirmişti de onun size getirdikleri hakkında hep kuşku duymuştunuz. Daha sonra o ölünce de şöyle demiştiniz: "Allah ondan sonra bir daha asla resul göndermez." Allah, sınır tanımaz kuşkucuları işte böyle saptırır.”Mümin:34
Her yeni mesajın karşılanma şekli anlatıldığı gibi,mesajı getirenin dünya değiştirmesinden sonra,mesaja karşı olan toplumların nasıl kendi ördükleri ağlara takılıp o ağlardan çıkamadıklarını bu ayette net olarak görmekteyiz…
Tarihin her döneminde, bu davranış şekillerine şahit olmaktayız. Yusuf (a.s) zamanında, Yusuf (a.s)’a karşı olanlar, Yusuf (a.s)’ın bu dünyadan göç etmesiyle hemen farklı bir oyun ve mantık tutarsızlığı ile sahnedeki yerlerini aldılar. Allah Yusuf tan sonra asla bir daha Resul göndermez. Nereden biliyorsunuz bir daha asla Resulün gelmeyeceğini, yoksa gelsin mi, gelmesin mi diye size sorduktan sonra mı, Allah Resul göndermeye karar veriyor?(!)
Bu saçma sapan davranış biçimleri, her dönemde yürek ve beyin kirliliği yaşayan ortamlarda çokça görülür… Bu hastalıklar öylesine söylenen ve sıradan bir eylem olarak algılanmamalıdır. Çünkü zamanla bu davranışların toplumların yaşamından sökülmesi ve bunların baskısından kurtularak bir yaşamın ortaya çıkması hayli zorlaşmaktadır. Seni kabul ettiğimizi düşün, ama gel bir anlaşma yapalım, aynı mesajı senden sonra birileri gelirde bizi bununla sorumlu tutarsa biz ona kesinlikle inanmayız, çünkü senden başka birilerinin gelebileceğine ihtimal vermiyoruz, diyerek hem haddi aşmaktalar, hem de eski dogmatik geleneklerini atmadıklarını onlara ne kadar sadık olduklarını bir daha kanıtlamaya çalışıyorlar…
Bu ayet bize, hakikatle savaşan insanların, hakikati getiren insanlarla değil de, hakikatin şahsından dolayı şahısları düşman ilan ettiklerini bize kanıtlamaktadır. Yusuf(a.s)’u zorla kabullenmelerinin sebebi, onun şahsından değil, onun bir hakikat meşalesini elinde taşımış olmasından ileri gelmektedir. Hatta zamanla onun şahsından dolayı, tamam biz seni ve getirdiklerini kabul ediyoruz, ancak kesinlikle Allah senden sonra yeni bir Resul göndermez. Bunu iddia edenler aslında Yusuf(a.s) zamanında da hakikatle ne kadar iç içe olduklarını anlatmaktalar. Çünkü burada Yusuf (a.s) şahsından dolayı zorla kabul edilmiş bir eylemi ve mesajı, onun dünya değiştirmesini bahane ederek, Allah ondan sonra kesinlikle bir başkasını göndermeyecektir derken, Yusuf’un getirdiği değerleri tahrif etmek için kendilerine bir yol açmaktalar…
Bu örnekte biz, topraktan yaratılan insanın hamuruna ne kadar yakın davrandığını da görmekteyiz. Toprakla çevrelenmiş kâinata baktığımız da, bu kâinatın hep aynı kaldığını ve değişimlere uğramadan sürekli varlığını koruduğunu söyleyebilir miyiz? Elbette böyle bir söylemin içinde olmak çok zordur. Nasıl ki, bir rüzgârla yağmurla, sellerle toprağın aşınıp her zaman aynı özellikte kaldığını görmemiz mümkün değilse, özünde ve hamurunda toprak barındıran insan da, hayatının çoğu zamanında çamurlaşarak, etrafa sıçrayarak hem kendini yok ettiği gibi, çevresine de zarar verebilmektedir…
İnsanın yapısında olan bu özelliklerin, sadece o dönemle sınırlandırılmaması gerektiğini anlamak zorundayız. Bu itirazların mesajın içeriğinin iyi ya da kötü olduğuna bakılmaksızın, gelenekleri hedef aldığından bastırıldığını ya da dışlandığını görmekteyiz. Osmanlı sonrası Cumhuriyetin kurulmasıyla, devrim yasaları ile getirilmek istenen farklılıklara itiraz eden insanların çoğu canlarından olmamış mıdır? Erzurum ve Palandöken’de on binlerce insan şapka giymeyiz bu bizim yaşamımıza uygun değil, farklı bir hayatı sembolize etmektedir diyerek itiraz ettiklerinden dolayı kafalarından olmuşlardır…
O kadar canı, bir yaşamı savunmak için kurban veren insanlara baktığımız da, şapkayı benimsedikten sonra da, kesinlikle artık bundan başkası olamaz diyerek onu içselleştirip, daha sonra karşılaşacakları değişik mesajların yolunu peşinen tıkamaya çalışmışlardır… Hatta şapka kültürüyle ilgili yörelere göre farklı tarzların oluştuğunu ve bunlar arasında, Elazığ, Muş ve Erzurum tarzı dikilen değişik şapka modelleri oluşmuş bunlara itiraz edenlerde hainlik damgasıyla yaftalanmıştır…
Bu örneği vermekte ki temel esprimiz, toplumların yaşamıyla bütünleşen ve içselleşen kültürel motifli alışkanlıkların yıkılması ve sonrasında olacakları kolay kolay benimsedikleri görülmemiştir… Bu tarz davranışlar olsa da önemsenmeyecek düzeyde kalmıştır… Bu meseleyi günümüze taşıyarak yaşadığımız ortamla alakalandırarak yorumlamaya kalkarsak birçok olumsuzlukları ortaya dökmek zorunda kalabiliriz, ancak biz kısa ve öz olarak konunun izahatı açısından birkaç örnekle konunun anlaşılmasını siz okurlarımızın düşünmesine bırakacağız…
Bu gün meydanlarda zaman zaman ellerine bir bayrak alarak, kurulu sistemin devamını sağlayan iktidarın, yanlış ve farklı bir düşünceyle var olanı değiştireceği endişesini taşıyanların yaptıkları gösteriler, tamamıyla Yusuf (a.s)’a yapılan itiraz ve başkaldırılarının formatından farklı değildir. Bu eylemlerin aynısını 1923’ler de yapanlara itiraz edenler hayatlarını kurban vererek karşılığını aldılar. Ancak onlardan geriye kalanlar aynı eylem ve reformları içselleştirerek, kesinlikle biz Mustafa Kemal’in askerleriyiz, ondan başkasının bu ülkeye kurtarıcı olarak gelmesi imkânsızdır, diyerek yeni bir boyuta kaydılar. Görebiliyor muyuz toplumların yaşamında ki tutarsız ve ne idüğü belirsiz eylemlerin kaynak noktasını…
Bu gün yaşanılan keşmekeşlik, ne Yusuf(a.s) döneminden, ne de 1923 sonrası cumhuriyet döneminde yapılan reformlara başkaldırılardan farklıdır… Farklılık sadece, getirilen mesajların kendisindedir. Ancak toplumları dinamitleyen ve aşırılıklara sürükleyen etkenler aynıdır… O halde toplumsal yaşamların hangi olaylar karşısında nasıl tepkilerde bulunduğunu anlamak için, her ne kadar pozitif bilimlerde olduğu gibi açıklayamazsak ta, belli öngörüler yapmak zorundayız. Bu öngörüleri yapmak için tarihsel bağları ve neden sonuçları yerlerine iyi oturmak gerekir.
Bu gün sokaklarda kendilerinin bile adını bilmedikleri eylemleri yaparak, ortalığı yıkıp döküp biz Mustafa Kemal’in askerleriyiz diye nara atanların, bu eylemlerinin gerisinde ve önünde ki, etken sadece taşkınlık ve haddi aşmaktır… Belli bir zaman sonra aynı insanların bu yaşama alıştıklarını ve bu yaşamın birer savunucusu olduğunu göreceksiniz, ama bu gün kesinlikle yaptıkları, tamamıyla metabolizmalarıyla bütünleşmiş ve kabuk bağlamış bir anlayışın terkinin zor olmasından kaynaklanmaktadır. Yeni yaşama alıştıklarında da bu defa kesinlikle biz başımızdaki bu yöneticiden başkasını istemiyoruz, çünkü bundan başkasının gelmesi imkânsızdır, diyerek tepkilerini ortaya koyacaklardır…
Tarihsel yanlışlar, farklı algısal yanlışları beraberinde getirmektedir. Bu algı kirliliğinin ve yanlış algıların temizlenmesi için, öncelikle insanların özgür bir değer sahibi olması gerekir… Özgür değerden kasıt, tarihi bağların yanlış algılarının görüntülendiği bir beyin olmaktan çıkıp, ileriye dönük yaşamın mücadelesini üstlenmiş, bağımsız ve kararlı düşünme mekanizmalarını geliştirmektir… Bu anlayış, ne kesinlikle bundan başkası gelmez, ne de bunun dışındaki olmaz diye, karanlık dehlizlerin yaya yürüyücüsü olmak istemezler… Onlar bulunduğu şartlarda insanca yaşamak için ne gerekiyorsa şartsız onu destekler ve onun yılmaz savunucusu olurlar, ondan daha güzeli oluştuğunda da onun peşini bırakmazlar…
Adı, düşüncesi, inancı, ideolojisi ve gelecek beklentisi ne olursa olsun fark etmez, bundan başkası kesinlikle olmaz diyenler, ya da senden başka karşımıza gelecek adam yok mu diye geleni zorla benimseyip, sonrasında da ona taparcasına onunla bütünleşerek, bundan sonra kesinlikle bir başkasının gelmesi imkânsızdır diyen anlayışların tamamı, saçmalıklar üzerine kurulmuş haddi aşan zavallılardır…
Bu anlayışlar tarihin her döneminde farklı anlayış ve ideolojinin karşısında ya da yanında yer alarak, taraflarını belli ederek kurtulacaklarını sanabilirler. Ancak şunu unutmamak gerekir ki, kurtuluşun tek yolu hakkı kabul ederek, aşırılıklardan uzak durmaktır… Kimin askeri olursanız olunuz, taptıklarınız Allah’ın dışında kalanlarsa, akıbetinizi tayin etmek için Azraillin gelmesini beklemenize gerek yoktur.”Daha sonra o ölünce de şöyle demiştiniz: "Allah ondan sonra bir daha asla resul göndermez." Allah, sınır tanımaz kuşkucuları işte böyle saptırır.”Mümin:34
Yaşam alanımızın hudutlarını Allah’ın buyruğu apaçık bir şekilde belirlemektedir… Bu hudutlara uymayanlar asla bir sınır tanımadan ilahlarının kim olduğunu bile bilmeyenlerdir…”Allah’ta bu sınır tanımaz kuşkucuları böyle saptırır…”Sapıkların buradaki hükmü belli ancak Allah’ın rahmeti geniştir orada ne olacak o bizim kapsam alanımızın dışındadır, onunla ilgili ne konuşma ne de hüküm verme hakkına sahibiz... Ancak bildiğimiz hakikat yine mutlak rahmet ve merhamet sahibin buyruğunu sizlerle paylaşmaktır.”Sakın aldatıcılar sizi Allah’ın affına sığındırarak aldatmasın…”
“Zandan sakının çünkü zannın çoğu yalandır, sizin yanınızda bir kitabınız var da oradan mı okuyorsunuz, Allah bundan başkasını göndermez diye, hayır siz sadece zannediyorsunuz ve saçmalıyorsunuz…”Allah haddi aşan hiçbir zorbaya yardım etmez…
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
05.08.2013  (09.10-11.20)
ÇENGELKÖY/İST


                                                                                    

3 Ağustos 2013 Cumartesi

EY RAMAZAN! SEN BİZE ŞAHİT OL

“(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kuran’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır…”Bakara:185

Ey ramazan! Senin bir hidayet rehberi olduğunu beyan ediyor Rahman ve Rahim olan Allah’u Teâlâ, ancak öyle bir haldesin ki, tüm ruhun çalındığı için olsa gerek, ışık yaymadığından yollarımızı şaşırdık, sayende biriktirdiklerimizi koyacak yer bulamaz hale geldik… Bizim gibi sahtekârların arasına giren seni de asıl görevinden uzaklaştırdık ya, aşk olsun bize, böylece şeytanın mücadelesini de herhalde biz devir aldık…
Bir yandan düşünüyorum da, Âdemin cennetten kovulmasına neden olan şeytan gibi bizde sanki senin başına bir çorap örüyoruz. Ey ramazan sen sen ol, bu bedenle aramızda bulunursan biz daha çok haltlar yeriz, iyisi mi sen ruhunu çalan bizlere şu vakarlı yanını bir göster de, ruhundan ayrı olan kadavranı yeniden ruhuna taşı ki, belki bizlere de yolumuzu bulmada yardımcı olursun…

Ey ramazan! Bir kaç paragraf öncesinde seninle muhabbeti bayağı genişletmek istemiştim, ancak senin az kelimelerden çok şey anladığını bildiğim için, fazla ayrıntılara dalarak başını ağrıtmak istemedim. Günlerdir aramızdasın, seni alabildiğine ihmal ettik sen de bu durumdan rahatsızsın her halinden belli, ama şunu bil ki, bizim kurtuluşumuz da sana bağlı, yoksa sen kendine yazık eder boşa uğraşırsın, bizim gibi zavallılarda kaybettikleri yolda bocalayıp dururlar…
Ey ramazan! Ne olur içinde biriktirdiğin ama söylemekten kaçındığın hayâ ettiğin o hakikatleri bir haykır da kendimize gelelim, yoksa yok olacağız ne olur bizlere acı… Sen sana verilen görevi ve sana biçilen rolleri neden bize söylemekten çekiniyorsun, belki anlarız diye bekliyorsun, ama şunu bil ki, dünya ve içindekilerin süsü bizi o kadar büyüledi ki, gelinlik bir dilber gibi gönlümüzü fethetti, seni görecek basiretimiz kalmadı… Bu zavallı yaşadıkları hayatı doğru sanan ve basiretleri körelmiş, anlamaktan yoksun zevklerin zirvesinde yüzen bizlere acı ki, belki sayende hakkın şahidi oluruz, ne olur çok acele ediyorsun gitmekten yana… Ey ramazan bizi Bayramın kucağına bırakıp hemen uzaklaşma, Bayramı bilirsin sen, onun işi zaten hep tefekkürden uzaklaştırmak ve bizi bize unutturarak dertlerin arasından alıp göklerde uçurmak, eğer bu şekilde bizi ona teslim edersen, tekrar dönene kadar, inan bana emanetin yerinde kalmayabilir… Bayrama bıraktığın emanetin durumu, temmuzun sıcağında eriyen bir buz kalıbı gibi kaybolmakta, peki soruyorum, nasıl dayanır bu sıcağa bu emanet, geldiğinde bir eser kalmazda yalnız kalmayasın diye bir hatırlatayım dedim…
Ey ramazan! Şu asil görevine bir dön de, içimde yanan ama bir şey yapamadığım acılarım bir son bulsun“(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kuran’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır…”Bakara:185
Ey ramazan! Bin aydan hayırlı günleri içinde taşırsın, onun yüceliğini ve büyüklüğünü anlayacak yürekler bizde kalmadı, her yanımızdan iniltiler gelmeye başladı, rehavetten, işkembelerimiz hop hop hoplamakta, yapmacık gülüşlerden, dişlerimiz kapanmak bilmez, her an bir ayıyı parçalayıp götürecekmiş gibi gerçek çehremizi gizlesekte sen bilirsin bizi… Çok fazla anlatmaya gerek yok… Gündüzleri sansar gibi pusu kurar avımızı bekleriz, akşamları günah çıkarmak için karnavalın başında elimizde mendil sallayarak insanları halaya çağırmayı ihmal etmeyiz… Çünkü biz işimizi iyi biliriz, ondan olsa gerek, o karnaval sonrasında rahat ve huzurlu bir halde evlere dağılır ya da gecelere akar kaybolup gideriz, ama horul horul uykuların verdiği içsel huzurun, üzerimize yıkılan enkazından kalkıp bir secdeye varmayı beceremeyiz… İşte senden aldığımız bu güzellikler artık bizi bizden alıp gidiyor gibi geliyor bana, ondan seninle daha farklı konuşayım diye bu gün karşına çıktım, umarım beni sabırla dinlemeye katlanırsın…

Ey ramazan! İnsanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olan Kuran’ı kerim sen de indirilmedi mi? Peki bu kadar ağırlıkları ve sorumlulukları içinde taşıyan sen, bu azizliğine rağmen bizlerin seni ne zelil hale getirdiğimizi ve seni asıl özelliğinden ne kadar uzaklaştırdığımızı biliyor musun?
Ey ramazan! Dağların taşımaktan korkup kaçtığı titrediği o ağır yükü sırtına sararak bize getirdiğin o kitap, artık bizim için bir hidayet kaynağı ve hak ile batılı ayıran özelliğini kaybetti…O kitap aramızda olsaydı ve o ağırlıklar hala senin sırtında taşınıyor olsaydı,en azından birazcık da olsa bizi etkilerdi sanıyorum…Oysa o hidayet kaynağından bize bir ışık yansımamakta,nereden biliyorsun diye soracak olursan,”Bu kitap iman edenlerin imanını,küfredenlerin de küfürlerini artırır…”Buyruğu doğrultusunda baktığımız zaman imanımızı yenileyen bir hal üzere olmadığımız apaçık ortada,o zaman ben de soruyorum,o kitabı getirmedin mi, yoksa seni o kadar oyaladık ta o kitabın ışığını bizden ayana açmayı mı unuttun…?
Ey ramazan! Hakikaten senin sırtındaki emaneti, sana unutturmayı sağlayacak kadar seni ruhsuz bir kadavraya çevirdiğimiz için sana karşı ne kadar mahcubuz demeyeceğim, bakacak yüzümüz kalmadı… Ne olur acı bize, içinde getirdiğin o rahmeti bırak gitmeden önce, hem de bu gece yağdır üzerimize, hayırda yaptığımız dualar, seni gönderen Rahmanın çıksın katına ve zalimlerin soyunu kurutsun şu yeryüzünde…
Ey ramazan! Ne olur Allah aşkına, sırtında taşıdığın o Ağır yükü taşıdığını ve içinde ki sorumluluklarımızı bize haykırman için, tutsak ettiğimiz ruhunu geri almak için elimden ne geliyorsa emrindeyim, söyle bana nasıl yardımcı olabilirim sana… Sen o ruhunu tutsaklıktan kurtarırsan umuyorum ki, tarih boyunca Tevhidi dine karşı mücadele edip üstünlük sağlamaya çalışan şirk dinin tüm foyası ortaya çıkacaktır. Ne olur ey ramazan! Hak ile batılı ayıran o rehberi bize ne zorluklarla getirdiğini haykırmadan ve onu taşıyabilecek Allah’ın özgür kullarına emanet etmeden aramızdan gitme, yetim olan bizler hepten yetim kalırız…
Ey ramazan! Senden hemen sonra misafir olarak hanelerimizde üç günlüğüne ağırlayacağımız Bayrama çok selam ederiz, biz onu da çok severiz, ancak senin getirdiğin mesajın ağırlığını ve sorumluluklarını çarpıtarak yaşadığımız günün hemen ardından gelmesi bizi hepten bitirir… Cebrail(a.s)ile Azrail (a.s)’in taşıdığı mesajlara benzer sizin taşıdığınız değerlerin ortak yönü… Cebraillin getirdiği mesajı anlamadan hemen arkadan Azrail bir mesajla çıkarsa karşımıza ne anlaşılır bundan tabi ki, buyurun cehenneme bu gün hesap günüdür, diyerek bizim canımızı okur. İşte senden hemen sonra gelen bayramın mesajı da böyle bir mesajdır…
Ey ramazan!hoş geldin ancak biz senin gibi bir dostun hoşnutluğundan bir şey anlamadık,ancak sahip olduklarımızla hoşnut olduk,onları ortalıkta anlatarak baygınlıktan kendimizden geçtik…Peki sana soruyorum,bu halde sarhoş olan bizlere hemen, rehavet dağıtan ve gülücükler müjdeleyen bayram gelirse,bizi gaflet ve sarhoşlukla hepten bitirmez mi…? İşte şu ana kadar dost olamazsak ta seninle, ne olur bu halde bizi Azrail’e teslim eder gibi bayrama teslim etme, yoksa bir sonra ki yıla korkarım iğdiş edilmiş bir dinle karşına çıkacak yüzümüz kalmaz…
Ey ramazan! Yangın yerine döndük, bu halde terk etme bizi, dünyanın her yanında mazlum ve mahrumlar, kıvrım kıvrım kıvranırken, bizler kırıla kırıla topladıklarımız ve avlarımızla övünürken, bayramı nasıl ağırlarız bu halde, söyle ona biz bu acılar içinde onun adını unutmak istiyoruz, merhamet etsin gelmesin bizim yaşadığımız yere, tüm mazlumlar özgürlüğüne kavuşup, yeryüzünde bir aç kalmadığı zaman gelsin istediği kadar ağırlar başımıza taç yaparız onu…
Ey ramazan! Sakın kızma bizim gibi serserilere, seni nasıl ağırladık diye, bizim kendimizle sorunumuz, biz Allah’ı unuttuk, o da bize bizi unutturdu, kendimizi unutunca ne olduğumuzu şaşırdık hepten… Böylece kim gelmiş kim gitmiş anlamaz olduk bir elimizde davul birinde zurna çal çal oyna, işte böylece nasıl karşılanacağını ve getirdiğin mesajını unuttuk, bir karnaval da akıntıya verdik kendimizi kalabalık neredeyse oraya koştuk… En kötüsü de yaptığımız bu işi de sevmeye başladık ondan sonra da kendimize biçtiğimiz köyneğin kimseye olmayacağını anlatmada da mahirleştik… İşte bu halde o sırtındaki hidayet kaynağından bir onsalı tokatı suratımıza yapıştı ki, verdiği acıyı sorma hiç…”Size Allah’ın gazabına uğrayanları haber vereyim mi? Onlar tüm amelleri boşa gittiği halde hala kendilerini Salih bir yolda sananlardır..”İşte getirdiğin bu mesaj bizi mahvetti,onun için bir mühlet isteyelim de bayram biraz bizi rahatsız etmesin ne olur…Belki bu gece bin aydan hayırlı olan gecenin içinde saklı rahmetler üzerimize yağarda,kalplerimizin yumuşayacağı vakit gelir,böylece hakikate önder olan bizlere,”sevinin rabbinizin size vaat ettiği cennetle “diye bu mesajı vermek için gelirde,onu bağrımıza basarız bu halde gelirse,o bizi yakar inan bana bunları seninle paylaşırken yüreğim kan ağlayarak anlatıyorum ne yüreğim dayanacak durumda ne de ellerim tutabilecek güce sahip,bu halde yanız bırakma biz…Ey ramazan!
Ey ramazan! Ne olursun “İman edenlerin, Allah’tan inen gerçeğe gönülden bağlanacakları zaman ve kalplerinizin yumuşayacağı vakit henüz gelmedi mi”buyruğuna bizim adımıza Yerlerin ve göklerin rabbi Allah’a sen cevap ver… Ne olursun Bize şahit ol, Kalplerimiz bu gece o kadar yumuşasın ki, güneşin yaklaşmasıyla buzulların eriyerek yeryüzünü suların kaplaması gibi, kalplerimizin yumuşamasından oluşan kaynakların yeryüzündeki tüm zalimleri boğması ve mazlumlara da bir yudum içecek su olması için biz dua edeceğiz, sen de şahit ol…
Ey ramazan bu halimize şahit ol,”Ey rabbimiz, bizi ve içimizdeki aşırılıklarımızı bize bağışla, bizden önce yaşamış mümin kardeşlerimiz için kalbimizde bir kin bırakma,” Ey Rabbimiz! Biz imana çağıran bir davetçi işittik ve hemen iman ettik, Ey rabbimiz mazlum mahrum ve müminler aleyhine zalimlere asla fırsat verme… Ey rabbimiz, resulü bize bizi de insanlara şahit olacak bir hayatı yaşamayı nasip et… Ey rabbimiz, bizi muttakiler için önderler kıl…
Ey ramazan! Bize şahit ol, Rahman bu gecelerin içindeki tüm hayırları üzerimize yağdırması için dua edeceğiz, bu günler zalimlerin sonu olsun, Müslümanlara da akıl, izan ve ince kavrayışlar versin…
Ey ramazan! Hoş geldin, hayırlara bizi taşıyarak menziline kavuşuncaya kadar bize şahit olarak git ki, haydi sana uğurlar olsun diyebilecek yürek bize nasip olsun…
“(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kuran’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır…”Bakara:185

SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
03.08.2013  (09.10-11.25)
ÇENGELKÖY/İST