17 Haziran 2013 Pazartesi

ONURLU BAŞARI


       Ne yaparsan yap başı ve sonu konusunda dikkatli olmalısın. Dikkatlice davranılan bir işin sonunda, başarı kendiliğinden gelir. Dikkatten yoksun çalışmalarda sonuçlar hep hüsranla sonuçlanır. Açmak gerekirse reel yaşamdan örneklerle biraz izah edelim.

      Feodal anlayışlar, duyguların akılla çiftleşmemiş çocukları olduğundan, ilkeli olmayı ve belirli kurallara göre yaşamayı ahmaklık sayarlar. Ahmak bir yaşam tarzında dikkat aranmamalıdır. Anlık reflekslerin çok güçlü olduğu bu anlayışta, şartlandırılmış güdülere göre yaşamak, bir üstünlük alametidir. Koşullanmış varlıkların, yaptığı en iyi eylemin gramı ne kadar ki, kazandıracağı saygınlık ne olabilir. Akıldan yoksun, özgürlükçü bir anlayışı diskalifiye etmeye çalışan, kişi, toplum, yönetim, aile ve iş kolu ne olursa olsun hepsi, feodal bir yapılanmadan ibarettir. Bu feodal ortamlarda yetişen bireylerin, eylemlerinde baş ve son arasında bir dikkat aramak komik olur. Çünkü bunlar o an yaptıkları eylemden alacakları hazın miktarına koşullanmışlardır. Sonuçta kimlerin etkileneceği, ne kadar zararlarının olacağı, onlar açısından hiç önemli değildir. Bunun için verdikleri zararın ucu, doğmamış çocukların yüreklerini bile acıtabilir. Bu acılı tabloların oluşmasını istemiyorsak, dikkatte, aklı aktif hale getirmek zorundayız.

    Baş ve sonuç birbirinden ayrı algılandığı sürece, acılı gözlerden yaşlar asla kurumayacaktır. İnsanların akıttığı gözyaşlarını, bardaklarına doldurup, zevkle içenler, ama bir gün mutlaka o gözyaşlarında boğulacaklar. Evet, biz bu konuyu biraz sorgulanmamış alandan ele almayı düşündük. Onun için biraz başınızı ağrıtabiliriz. Şartlandırılmış ve aç bırakılmış, kobay farelere baktığımızda, karnını doyurmak ve haz almak için, normal insanların beğenmeyeceği her türlü davranışı yapabilirler. İşte adı insan olup da, insanlık mektebinin bir öğrencisi asla olamayacak, biyolojik iki ayaklı bu yaratıklar, kobay fareler gibi hayatta çok kullanılmaktadır. Bunlar kullanılırken, dikkatten yoksun, sadece salyalarını akıtarak, yiyecek toplamaya çalışırlar. Bunların hayatında baş ve sonu sorgulamak ahmaklıktır. Bunlar için ne baş ne de son önemlidir. Bunlar için önemli olan zevk almaları, enselerini kalınlaştırmaları ve kendi köşelerine yığılarak kıs kıs gülüp, göbeklerini şişirip oynatmalarıdır. Bu kadar basit yaratıkların at oynattığı bir dünyada, ne yaparsan yap, başına dikkat etsen sonuç karmaşıklaşır, sonuca baksan baş ayak olur. Çünkü baş ile son arasında kurulan kanalların suyu daima bulandırılmaktadır.
   
     Bu bulanık ortamda, dikkatli insanların dikkatini, cambazların ip atlamasına ayırması, onun için hayati bir kayıp olur. Çünkü bu insanlar, aktif enerjilerini, bu basit yaratıkların dalaverelerine ayırarak kendilerini yok etmezler. Bunlar koşullandırılmış denekler değildir. Bir denek grubunun karşısına çıkıp, onların seviyesinde bir savaş vermek istemediklerinden, bazı işlerin sonucunda başarıları, başarısızlıkmış gibi yansıyabilir. Ama onlar bilir ki, kişiliğini ve karakter bütünlüğünü kaybetmektense, maddi dünyadaki kayıp daha büyük bir başarıdır. Uyanık, zeki ve dikkatli insanların bu hareketi olmasa, lağım pislikleriyle yaşamlarını devam ettiren, lağım fareleri açlıktan ölebilir. Bunu bildiklerinden, tüm sahip olduklarını, işkembelerini şişirdiklerinde yaşamdan zevk aldığını sanan, lağım farelerine bırakıp, ruhlarından izinsiz, bedenleriyle geldikleri dünyayı terk ederek, bedenlerini diriltmek için ruhlarına hicret ederler. Çünkü ruhsuz beden doldurulsa da doymayacağından, ruhun gölgesinde yaşamayı, denek farelerle mücadeleye tercih ederler. Farelerin lağım savaşı bitmeyeceğinden, maddesel dünyada hep zarar etmiş görülürler. Ama bilmez ki, lağım fareleri, akıllı ve onurlu insanlar için, maddesel varlık, denize daldırılan bir parmaktaki nem kadar bir şeydir asıl hayatın yanında. Ondandır, akıllı uyanık insan, üretici yeteneklerini ortaya koyma ve insanlara yararlı olma hayalleriyle yaşarken, lağım farelerinin lağımları parçalayıp lağımdaki pislikleri zevkle yiyeceği anı hiç düşünmezler. Ama şunu iyi bilmek gerekir ki fareler ancak fareliklerini yaparlar.

     Evet, yolun başında ve sonunda dikkatli olunursa başarısızlık asla olmayacaktır. Farelerin her gün çoğaldığı bir dünyada, farelerle olan ilişkilere bir nokta koyup, faresiz bir yaşamı hedefleyen insanlar en büyük başarıyı kazanmışlardır; maddesel ekranlarda izlenebilecek herhangi bir oyunları olmasa bile…
Yıl:01.04.2004
Saat:17.55-18.40
Yer: Kadıköy(FBM)İST
Erol Kekeç

12 Haziran 2013 Çarşamba

ALLAH'IN GAZABI ÇOK YAKIN!

Bunun mutlaka ama mutlaka okunmasını ve izlenilmesini isterim......!
Allah Haddi aşanları sevmez;
“ Savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.”Bakara:190
“Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin ve (Allah’ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.”Maide:87
“Rabbinize alçak gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.”A’raf:55
Bu ayetlere dikkat ettiğimizde bir hakikate gözlerimizi kapamamız mümkün değildir. Bu haikaket, haddi aşmak ve aşırı gitmek, Allah katında sevilmeyen ve kınanan eylemler olduğunu rahatlıkla görürüz. Allah’u Teâlâ bir eylemi bu kadar açık bir ifade ile kınayarak anlatmış olmasına rağmen, bu tarz eylemleri kendilerine kalkan edinen ve ben Müslüman’ım diyen varlıkları anlamakta çok güçlük çekmekteyiz. İçinde bulunduğumuz ülkede, son dönemlerde yaşanan olayların arkasında her ne kadar bazı kirli odaklar olsa da, bazı haddi aşan ve aşırıya giden davranışların olduğunu da görmek gerek.
Aklı başında bir Müslüman, bu patolojik vakaların oluşmasına fırsat vermeyecek kadar aşırılıklardan ve haddi aşmaktan uzak durması gerektiğini çok iyi bilir. Rabbimiz bizi, başkaları için fitne kaynağı kılma diyerek, hadlerini ve hudutlarını çok iyi bilir, tövbe ve istiğfar ederler.

Allah Şımaranları sevmez;
“Şüphesiz Kârûn, Musa’nın kavmindendi. Onlara karşı azgınlık etti. Biz ona, anahtarlarını (bile taşımak) güçlü bir topluluğa ağır gelecek hazineler verdik. Hani, kavmi kendisine şöyle demişti: “Böbürlenme! Çünkü Allah böbürlenip şımaranları sevmez.”Kasas:76
Karunlaşmaya giden yola dikkat ediyor muyuz, tamamıyla şımarıklıktan geçiyor. Haddi aşmak ve aşrı gitmek beraberinde insanı şımarıklığa sürüklemekte ve hiçbir şeyi takmadan dalga geçer duruma getirmektedir. Şımarık varlıklar, kendilerini yeryüzünde seçilmiş, özel iltimas sahibi varlıklar olduğunu düşünürler. Şımarık çocuklar kimseyi takmadıkları gibi herkesle dalga geçip kendini aşan konulara da burnunu sokmaktan geri kalmaz. Yaşanılan olumsuzlukların temelinde mutlaka şımarık eylemlerin olduğunu görmekte güçlük çekmezsiniz. İnsanların sahip olduğu imkânlar onları böbürlenmeye ve aşrı azgınlıklara sürükler. Merhum Sezai Karakoç üstadın deyimiyle,”Hükümdarların hükümdarlığı için halka yalvardığı ama yine de eşsiz zulümler işlediği günlere geldik sizler bunu bana söylemediniz…”dediği gibi, şımarmak, insanların sonunu yaklaştırır.
“Şüphe yok ki Allah, onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları hiç sevmez.”Nahl:23
Allah yere gireni, yerden çıkanı, göğe yükseleni ve gökten ineni, sinelerde saklı bulunan her şeyi en iyi şekilde bilir. Allah her şeyden haberdardır. Hiç kimse kendisinin ne hesaplar yaptığını kafasının arkasında olanlardan Allah’ın haberdar olmadığını sanmasın… Allah size şah damarınızdan daha yakın olmasına rağmen, yaptığınız eylemlerde sizi gözleyenin olmadığını mı sanıyorsunuz? Herkesin ne yapıp ettiğini göreceği günler çok yakındır.”Ey insan! Kerim olan rabbine karşı seni büyüklük taslamaya ve azgınlık yapmaya sevk eden nedir? Bu büyüklenmelerinizin kaynağı nedir, yoksa Allah’ın perçeminizden yakalayamayacağını mı sanıyorsunuz, böyle bir büyüklenme hesaplarınız varsa, şunu biliniz ki, mutlak galip Allah’tır. Hesap gününün tek hâkimi odur, Allah hesabı çabuk görendir, orada bir saniye beklemezsiniz ve sizlere hiçbir haksızlıkta yapılmayacaktır. İnsanlara olduğundan fazla kibirlenip büyüklük taslayanlar, Allah katında kimsenin kimseye faydasının olmayacağı bir günden sanırım haberleri olmasa gerek…
Allah bir resul gönderse senin   gibi ipsiz sapsız çulsuz birini göndermeye mi kalır, diyen Mekke’nin müşriklerinin gerekçelerini dikkate almayanlar, o müşriklerin tavırlarını eylem olarak yaşamalarına rağmen, sözleriyle farklı mesajlar vermeye kalsalar da, Allah sizin yapıp ettiklerinizden hesap soracaktır. O doğrulamamış, namaz kılmamış, büyüklük taslayarak yüz çevirip sırtını dönmüş sonra da salına salına kendenden yana olanların yanına gitmişti, sana yazıklar olsun yazıklar, daha sana ne olsun… Bu kibirlenme kulelerinden aşağıya inerek, herkesin söylediği sözün bir kıymeti vardır diyerek düşünülmediği sürece, azgınların perçemlerinden yakalanacağı günler çok yakın demektir.
Rabbinin verdiği bunca imkânlara rağmen sizi Kerim olan, Allah’ın nimetlerini yok sayarak, kendinizi dev aynasında görmenizin anlamı nedir? Yoksa insan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sandı, bizim ona yetişip kendisini yakalayamayacağımızı mı sandı… Hayır, hayır onlar akletmiyorlar ve inatlarında devam ediyorlar... Bizim inatçı zorba kavimleri ne yaptığımızı görmediler mi? Sen öğüt ver umulur ki öğüt alırlar, öğüt ancak iman edenlere fayda verir…
Allah fesat çıkaranları asla sevmez!
Bir de Yahudiler, “Allah’ın eli bağlıdır” dediler. Söylediklerinden ötürü kendi elleri bağlansın ve lanete uğrasınlar! Hayır, onun iki eli de açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun, sana Rabbinden indirilen (Kur’an) onlardan birçoğunun azgınlık ve küfrünü artıracaktır. Biz onların arasına kıyamete kadar düşmanlık ve kin saldık. Her ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışırlar. Allah bozguncuları sevmez. Maide:64
“Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir. Kıyamet’in kopması bir göz kırpması gibi veya daha az bir zamandır. Şüphesiz Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.”Neml:77

Allah’ın buyruğuna inanmayarak, ya da kendisini ilgilendirmiyormuş gibi davrananların sonunun, Yahudilerin söylediklerinden dolayı, nasıl ki Rahman olan rabbimiz, onların elleri bağlansın ve lanete uğrasınlar diyor, bu kapsam alanına girmemek için fesat çıkaran ve ifsatçı bir yaşam ortaya koymaktan kaçınmaları gerekir. Her ne zaman ortalığı karıştırmak için bir ateş yakılmışsa Allah onların ateşini söndürmüştür. Allah bozgunculuk yapanların bu ateşlerinin yayılmasına asla fırsat vermez. Çünkü rahman ve rahim olan Allah, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanları asla sevmez ve onları yakın yerden yakalar.
Yerlerin ve göklerin gizlediklerinin bilgisi tamamıyla Allah’a aittir, Allah yapılanların hepsinden haberdardır. Kimse dünyaya direk kalacağını ve bu dünyanın tek sahibinin olacağını sanmasın… Kıyametin kopması sadece bir göz kırpması ve daha az bir süredir, bunu bilen geçici dünya metaına aldanarak mütekebbirleşmek zorunda kalır mı? Elbette hayır, ancak dünyada uzun yaşama arzusu insanları yanlış yapmaktan men edemez. Bu sonsuz yaşama gayreti, insanı azgınlaşma sendromunun pençesinde can vermeye sürükler. Şunu unutmamak gerekir ki, Allah her şeye hakkı ile güç yetirendir. Rahman ve Rahim olan Allah’ın her şeye güç yetireceğini bilen birinin, tasalanmasına kaygılanmasına gerek var mı?
Eğer siz Allah’ı hesaba katmazsanız hesabı şaşırırsınız ve kendinizi erişilmesi ve ulaşılması çok güç, mütekebbir olarak ilan edersiniz, sonrasında da kendiniz için karanlık yaşamı, kendinize reva görürsünüz… O zaman Allah sizin başınıza kimi musallat eder bilemem. O halde “Ey iman edenler! Adaleti gözetenler olarak dosdoğru hareket ediniz ve büyüklenme kulelerinden inerek, yaşamın bir ortağı olduğunuzu kanıtlayın ki, Allah’ın rahmeti sizi kuşatsın…
NOT: Devam edecek…
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
12.06.2013(12.30-13.50)
ÇENGELKÖY/İST

9 Haziran 2013 Pazar

VAATLER BİTMEZ ÖLÜMLER GİTMEZ!



“Vaatler memleketinde insanlar açlıktan ölürler…”
“Burada işler üç şekilde yürür, bir doğru şekilde, iki yanlış şekilde üç benim istediğim şekilde…”
Yıllara meydan okuyan bu tarihin tozlu sayfalarını araladığımızda, her sayfanın arasında türlü vaatlerin ve ihanetlerin saklandığını görürüz. Yıllarca aşırı vaatlerde bulunan yöneticilerin egemenliği altında yaşayan insanlar hiçbir vaat gerçekleşmeden açlıktan can çekişerek yaşamlarını noktaladılar. Tarihin bu utanç sayfaları ne hikmetse çok önemliymiş gibi zaman zaman birçok yönetici tarafından o tozlu raflardan alınarak, meydanların sihirli bir sloganı haline gelebiliyor. Bu sloganların anlamını kaybettiğini gören yöneticiler, her şeyden ibret almaları gerektiğini çok iyi bilirler.
Yıllara meydan okuyan bu topraklarda, insanlar bazı acılarını bağırlarına basarak, karınlarına taş bağlayarak seslerini çıkarmadan yaşadılarsa, onların aptallığından değil, bu toplumun asaletinden ve her şeye hemen alet olmak istememelerindendir. Ancak bu dönemde farklı sesler bir arada yükseliyorsa bunlar üzerinde çok dikkatlice durulması ve toplum psikolojisinin derinlemesine tahlil edilmesi gerektiğini düşünüyorum…
Toplum psikolojisi,dayatmacı ve anlaşılmayan dilde açıklamalar yaparak çözüme kavuşmayacağını anlamak zorunludur.Bir insana ihtimali durumlar anlatarak onları bir nebze olsun rahatlatabilirsiniz,ancak bu eylemler kitle davranışlarına dönüştüğü zaman mutlaka pozitif açıklamalar,net yaklaşımlar ortaya koymanız ve hedefi yakın tutmanız kaçınılmazdır.Ancak böyle değil de önüne gelen bir açıklama yapar kimin ne dediği belli olmaz ve bir mesaj karmaşası olursa orada toplumsal kaoslar kaçınılmaz demektir.
Toplum Bilimcilerin ve objektif gözlemcilerin açıklamalarını dikkate almayan yönetim erki, zaman geçtikçe dikkate alınmayacak bir erozyona doğru gittiğini bilmesi gerekir. Yönetimin erozyona gittiği bir ortamda, merkezi yönetim karar mekanizmasını işletmekte zorlanır, kolluk güçlerinin tutum ve davranışlarını sınırlamak zorunda kalır, halkı sükûnete kavuşturmak için her gün farklı bir açıklama yapmak zorunda kalır. Bu açıklamalar, insanlar tarafından kayda değer kabul görmediği zaman, yöneticiler de yavaş yavaş albenisini ve imajını çizdirirler. İşte biz gelinen nokta da böyle bir sürecin kapısının aralandığını gördüğümüzden dolayı, bunları biraz paylaşalım dedim.
Etken kalabalıkların durdurulması hiçbir zaman baskı zor ve güç kullanılarak olmamalıdır. Bu kalabalıklar ilk oluştuğu zaman bir gösteri topluluğu olarak ortaya çıktı, sonrasında etken yığınlara dönüştü. Bu yığınları organize olmuş hedefli bir toplumsal grup olarak görüp, öylece tavırlar geliştirmek çok büyük bir yanlıştır. Bu kalabalıkların tamamına yakını, bir uyarıcı karşısında bir araya gelen, o uyarıcıyla harekete geçen bu kalabalık taraflarını belli etmek için yola çıktılar, sonrasında denetimden uzak, anti sosyal, yıkıcı, dökücü parçalayıcı bir etken kalabalığa dönüştüler. Bu oluşumun şekillenmesindeki temel dinamikleri dikkate almazsanız, o zaman karşınızda organize olmuş bir grup varmış gibi strateji belirlersiniz, ondan sonra da atacağınız adımlar hep sizleri yanlışa götürür. Ne yazık ki, şu anda içinde bulunduğumuz durum bu anlattıklarımızdan hiçte farklı değil. Bu olayların çözümü için önce doğru denklemin kurulması, olaylarının adının iyi konulması gerekir. Doğan kız çocuğu olduğunu bile bile erkek çocuk olduğunu iddia ederek erkek çocuk ismi koyup, o çocuğa bir erkek çocuk muamelesi yaparsanız yanlışların sayısını arttırırsınız.
Bu sürecin önüne baskı şiddet ve gösteriler düzenleyerek geçileceğini sananlar, sadece toplumu ayrıştırmaya giderler. O zaman da toplumda, benim taraftarım senin taraftarın şeklinde insanların ayrışması derin yaralar açar. Bu gidişata dur demenin yolu öncelikle, bu süreci çok iyi okumaktan geçiyor. İyi okunmayan bir kitabın özetini nasıl ki, anlatamazsanız, bu olayların özetini de doğru okuyamazsınız. Biz elimizden geldiğince ve akledebildiğimiz oranda bu oluşumların doğru okunmasını ve doğru yöntemlerle toplumsal kargaşanın dindirilmesi için gerekeni yapacağız. İnşallah yönetim erki bu söylemlerimizi yabana atmayacaktır. Kuran’ı Kerimde Rabbimiz bunun yolunu en güzel şekilde beyan etmektedir…”Onlar cahillerle karşılaştıkları zaman selam size diyerek vakarla geçip giderler…”Evet sevgili dostlar, bir kitle sizi dinlemek için tüm reseptörlerini kapamış, sizi hiç duymak istemiyorsa, bunlarla yapılacak en iyi mücadele, karşılıklı birbirimizi anlayarak konuşabileceğimiz ortamı oluşturmaya çalışmak olmalıdır. Bu ortamı oluşturmadan söyleyeceğiniz tüm sözleriniz anlaşılmayan dilde ıslık çalmanın ötesine geçmez. Anlaşılmak ve anlamak istiyorsak fotoğrafı iyi okumak gerekir.
Bu durumları detaylı olarak anlatmayı düşünmüyorum, ancak anlaşılacak kadar doğru bildiklerimi paylaşacağım. Sevgili dostlar, işlerin doğru yürümesini istiyorsanız, hakların ve vazifelerin terazinin kefesinde birbirini dengelemesi gerekir. Hiçbir terazi tek kefeli değildir, bir tartanı bir de tartılanı vardır. İstekleriniz ve yaptığınız uygulamalar arasında denge kurulamıyorsa, sonuç ya yanlış olur, ya da benim dediğim gibi olur, nihayetinde iki durumda da yanlış yapmış oluruz. Yani ikileme kıyasın en önemli özelliği iki farklı öncüllerden aynı sonuca gitmektir. Benim de naçizane bu olaylar hakkında gördüğüm hep aynı sonuca gidilmek istenmesidir. Bu da yanlıştan başka bir durumu ortaya çıkarmaz, sonuç çözümsüzlük ve kargaşa…
Sosyal paylaşım sitelerinde gördüğüm paylaşımların yanlış paylaşımlar olmasını umut ediyorum, şayet doğru paylaşımlar sa, sonrasını konuşmak istemiyorum… Aktif etken kalabalıkların karşısına biz de mitin yapacağız diyerek sert söylemlerle çıkmış olmak cesaret unsuru değil, bizzat endişe ve kaygıların toplumsal metabolizmayı sardığının kanıtı olarak anlaşılır…”Savunma her zaman yenilginin başlangıcıdır…”Toplumsal hareketlerde bunun tanımı çatışmanın dalga dalga yayılmasının fitilini tutuşturmaktır. Hiçbir yönetim mekanizması, kötü niyetli bile olsalar, kendi halkını başkalarının rahatlıkla kullanacağı ortamlara atmak için uygun zeminleri oluşturmak istemez. Onları kucaklayıp, dinlenilmeyecek kadar basit istekleri olsa da, onları dinleyecek tahammülü göstermek, kendinden emin olan yöneticilerin yapmaları gereken asli vazifedir… Bunları yapmak istemeyen yönetim erki, adaletten uzaklaşır ve kendi sonunu hazırlar. Onun için bizim üzerinde durduğumuz bu konunun önemine binaen mutlaka dikkate alınmasını umut ediyoruz…
“Vay o çifte standartçıların haline.”Bu gün yapacağınız bir dirhem iyilik yarınlarda yapacağınız çok büyük iyiliklerin vaadini anlatmaktan daha önemlidir. Biz de bir dost olarak diyoruz ki, bu günün işini yarına bırakmamak lazım, hiçbir şeyi küçük görmeyelim, zira gördüğünüz kocaman dağ yığınları küçücük kum taneciklerinden ibarettir.
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
09.06.2013(10.35-12.15)
ÇENGELKÖY/İST


7 Haziran 2013 Cuma

BAŞBAKANI KARŞILAMA MESAJI(Gençlerin Talebi)



İş olsun diye eylem yapanlar,ne isteyeceklerini bilmiyorlar..Ancak yaptıkları eylemin amacını bilenler ne isteyeceklerini bilirlerdi mesela:

1.Sayın başbakanım toplum değişmekte, değişen topluma totaliter devlet mantığı ile yaklaşmayınız..

2.Biz adam yerine konulmak istiyoruz,seçim günlerinde bizi hatırlayanlardan olmayasınız istedik..

3.Biz sizi canımızdan çok severken, bize karşı şiddetlenen bir yönetim tarzını istemiyoruz...

4.Düşünceler bir başkasına zarar vermediği sürece, siyasi kurallarla sınırlanmasını istemiyoruz...

5.Kolluk güçlerinin bizi korumakla görevli olduklarını unutup, bizi düşman ilan etmelerini nasıl yorumluyorsunuz...

6.Biz sizin,beraber yürüdük bu yollarda,beraber ıslandık yağan yağmurlarda dediğiniz ilk gündeki merhametli tavırlarınızı özledik,...

7.Siz, bize zulme nasıl baş kaldırıldığını anlattınız, ancak aynı baskıyı sizlerden görünce dayanamaz hale geldik...

8.Sayın başbakanım nimetlerin el değiştirmesi, aralarında bu kadar uçurumlar yaratan toplumları görmek bizi üzmeye başladı...

9.Sayın başbakanım,bizler otobüslerde tıklım tıklım nefes alamazken,yanı başımızdan cip içinde havasından geçilmeyen yeni sürücü örtülü bayanları gördüğümüz de aramızdaki bu sosyal mesafe farkı bizleri çıldırttı..

10.Her yeni yapılan avm'lerde markalardan başkası olmayacağına göre, benim babamın dükkânın sinek avlaması ve bana okula giderken bir dirhem harçlık veremez duruma gelmesi, beni bu sokaklarda rahatlattı...

11.Sayın başbakanım, insanı yaşat ki devlet yaşasın diyen sizin ağzınızdan o sözü duymak bizi çok rahatlatmıştı, ancak geldiğimiz nokta da devletin yaşaması bizim sırtımıza bindi nefes alamaz hale geldik...

12.Sizinle ilgili söz sarf edendenler, bizim sana karşı olan karşılıksız sevgimizi yok edemez,ancak onların yaptığı yapay eylemler,biz başbakanı kimseye yedirmeyiz,sözünün sahibinin samimiyetine inanmıyoruz.Çünkü açıkça deklare edilen bu sözlerin arkasında çok büyük ihanetlerin olacağını hissediyoruz..Biz sizleri çok seven biri olarak size sesimizi ancak böyle duyurabilirdik,bunlara dikkat edileceğini umuyoruz.

13.Sayın başbakanım bizler istikamet üzere dosdoğru yaşamak isteyen asla ruhlarında yalakalık ve ihanet olmayan tertemiz ruhlara sahip gençleriz, parçalamak değil amacımız, birleştirmek ve kardeşçe yaşamanın yollarını aralamaktır, ancak aramıza farklı amaçlarla karışanlara sizin gibi bizlerde asla fırsat vermeyeceğiz...


14. Sayın başbakanım  bizler sizden,Allah'ın resulüne hitaben ,sen onlara kaba ve katı olsaydın etrafından dağılır giderlerdi,"buyruğuna uygun tavırlar beklemekteyiz....

15.Sayın başbakanım biz,sizin duruşunuzu mertliğinizi,bakışlarınızı ve gönülden    konuşmalarınızı,kafanızın arkasının ve önünün aynı oluşunu,dilinizi eğik bükmeden olduğunuz gibi görünmenizi seviyoruz.Gönüllerimizde sizin bu tavırlarınız taht kurdu....Ancak bu tahtın gönüllerden sökülmesi için bir elin ortalığı karıştırma da sanki bir görev üstlendiğini gördüğümüzden sesimizi bu şekilde size ilettik ki, belki hakikatler daha iyi ortaya çıkar diye yürüdük....Biz sizinle daha nice baharlara ve geleceklere birlikte yürüyeceğiz.......Diye gençlerin mesajını aktarsalardı umarım bir iş yapmış olurlardı,ancak sadece iş olsun diye oradalar....Sayın başbakanım biz seni seviyoruz,ancak kimseye yedirmeyiz diye yalaka merdiven basamaklarında yürümek istemiyoruz,zaten biliyoruz ki,Allah müminlerin aleyhine hilecilere asla fırsat vermeyecektir.....slm ve dua ile....
NOT: Bu açıklamalarımız sadece ana hatları izah etmektedir.
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
06.06.2013(08.20-09.15)

ÇENGELKÖY/İST

6 Haziran 2013 Perşembe

NOHUT MUSTAFA'NIN İNADI KARANLIĞIN BAŞLANGICI!



Son günlerin ana gündem maddesi olan ülke genelindeki eylemlerin menşeine ve genişleme sürecine bir göz atarak bu konuları sizlerin düşünmesine bırakacağız. Bu eylemlerin olması kadar doğal bir davranış olmaz, her insanın fıtratında kafasına yatmayan olaylara bir tepki göstermek yatar, ancak bunları kullanma şekli, ortama ve etkileyici uyarıcılara bağlı olarak değişim gösterir.
                Tepkiler bir başkasının yaşam alanına müdahale etmediği sürece hoş karşılanır,ancak yaşam alanlarını aşarak yaşama müdahale boyutuna ulaştığı zaman,kamu hayatını korumakla görevli merkezi otorite tarafından kontrol altına alınmak zorundadır.Bu tarz hareketleri özgürlük naralarıyla süsleyerek,diğer insanlara çiçek dağıtıyorlarmış gibi,göstermeye çalışmak hakikaten bu olayların geri planındaki çok büyük oyunların gizlendiğinin kanıtıdır.Woltarire’nin dediği gibi,”düşüncelerinizi özgürce yaşayacağınız ortamı oluşturuncaya kadar sizinle birlikte mücadeleye ben de hazırım….”ancak bu eylemleriniz kendi özgürlüklerinizi kazanmanın ötesinde,kirli oyunları tezgahlamak adına girişilmiş gizli faaliyetlerin adı konulmamış senaryosunun oynanan sahnesi olursa,kusura bakmasın kimse biz bu sahnenin hiçbir yanında olmayacağımız kesindir.
                Şu anda oynanmaya çalışılan kirli oyun bunu kanıtlar niteliktedir. Çünkü birçok varlık boğazında yutkunamadığı zehirleri toplumun üstüne kusma derdinde. Ey sevgili halkım! Bu numaraların hiçbiri sizin yaşamınıza uymayacak kadar dar ve sıkıcı bunu anlamakta gecikirseniz, birileri diktiği elbiseyi sizin vücudunuza zorla giydirecektir, haberiniz olsun.
                Sizlerin neden olarak gösterdiğiniz kıvılcımların normal olduğunu bizler de biliyoruz, ancak başlangıç noktası çok iyi olan bir çok toplumsal hareketler, yıkıcı dökücü parçalayıcı hatta bir daha toplumun kendisini toparlama imkanlarını dahi elinden alabilecek kaos ortamlarını yaratabilir. Şu anda devam etmekte olan bu kıvılcımların hepsi bu amaçlar uğruna kullanılmak için söndürülmek istenmiyor. Çünkü bu çığırtkanlığın devam etmesini isteyen güçler tamamıyla sizin elinizdeki ekmeğinize ve yaşam alanınıza göz dikmiş olan emperyalist haydut güçlerdir. Bunları anlamak için size vahiy gelmeyecek, etrafınızda dönen dolapların neden ve sonuçları arasında bir bağlantı kurduğunuz zaman bunları rahatlıkla anlarsınız. Masumane bir gezi parkının yıkılmasına tepki gösteren insanların eylemi olarak görmek istedik, ancak bunun ardındaki hinterlanda baktığımızda, buradaki insanların doğal tepkilerinin içinde, arkasında, sağında, solunda, üstünde ve altında şeytanın atlı ve yaya askerlerinin olduğunu fark ettik. Bu şeytani güçleri benim gariban doğal tepkisini ortaya koyan insanımda anlamakta zorlanır. Çünkü onunla beraber hareket ediyormuş gibi kendisini göstermektedir.
                Ey iyi niyetli dostlarım, cehennemin yolu iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir bunu biliniz. Biz de çok iyi niyet besledik ve hala da iyi niyetli kardeşlerimizin tepkisini öyle kabul ediyoruz. Doğal tepkilerini ortaya koyan kardeşlerimiz tepkilerinin büyük oranda amacına ulaştığını görünce o meydanları terk ettiler, ancak meydanları doldurmak isteyen başka güçler aynı sloganları kullanarak meydanları işgal etmeye başladılar, sonrasında da olaylara müdahil olmak isteyen güçler ortaya çıktı. Bu güçleri tanımak, ancak verdiği acılar sinelerimize silinmeyecek acılar bıraktığı zaman gerçekleşecektir. İşte ben bu güçlerin verecekleri acıların kurbanı olmadan önce tüm kardeşlerime sesleniyorum, uyanalım ve bu oyunları kuran oyun kurucuların oyunlarını kendilerine iade edelim. Biz bunun iadesini yapmazsak, inanın bana değişim unsuru olarak bizlerin hipnoz edilmiş beyinlerine hiç bir ücret ödemeden bir hiçle takas gerçekleşecek. Uyanalım kardeşim inatçı Nohut Mustafa ile, buna karşı olan Horoz Ali’nin durumuna düşmek üzereyiz. Geldiğimiz noktada o kadar çok inatlaşma başladı ki, ne olursa olsun biz bu tavrımızdan vaz geçmeyeceğiz diye şiddetli bir inatlaşma sendromunu yaşamaktayız.
                Nohut Mustafa ve Horoz Ali birlikte ava çıkarlar, bir karga uçar gelir ve kayanın üzerine konar bunu gören Horoz Ali, işte kayaya bir karga kondu der. Nohut Mustafa hemen atılır, hayır o karga değil, simsiyah bir oğlaktır der. Horoz Ali yahu kardeşim Oğlak uçar mı diye sorar, o zaman Nohut Mustafa uçabilir der, Horoz Ali kızarak gidelim yanına bir bakalım uçuralım bakalım göreceksin oğlak mı, yoksa karga mı daha iyi anlarsın der. Kayanın yanına yaklaşırlar ve bir taş atarlar, karga bir anda havalanır ve gider, bunun üzerine Horoz Ali, Nohut Mustafa bak gördün mü, oğlak mı der. Nohut Mustafa uçtu gitti ama yine de oğlaktır, kesinlikle senin dediğin değil diye cevap verir…
                Sevgili dostlar bizim şu andaki durumumuz yukarıda anlattığım hikâyeden hiçte farklı değil. Gezi alanı için yapılan eylemler, gezi alanı için yapıldıysa sormamız gerekmez mi, be kardeşim bakın gerekli önlemler alınıyor neden hala bu eylemler amacını aşmadı mı diye sorduğumuz da, her şey yapılsa da biz bundan vaz geçmeyeceğiz diye inatlaşma sorunu yaşayacaksak, kim farklı olduğumuzu söyleyebilir. Şu inatlaşmayı bırakalım, gereken neyse onu uygulayalım, kimsenin canı acımadan bunların önüne geçmek gerekir, bu da vatandaşların duyarlılığından ve devletin merhametli elleriyle halkının başını okşamasından geçer. Bu hatırlatmalarım umarım teğet geçilmez, yoksa gelecek acılar hepimizin yüreğini tam ortasından deler geçer…
                SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
                05.06.2013(23.50-00.50)

                ÇENGELKÖY/İST

3 Haziran 2013 Pazartesi

ÇIĞLIK KÖTÜ YÜREKLERE AİTTİR!


Yılanlar ve kaplanlar, şahin ve akbabaların düşmanı değildir. Şahin ve akbabalar onları izler ve çığlık atar. Neden? Çünkü kötü yüreklidirler. Çığlığı basanlar doğruluklarını anlatamazlar, onlar yüreklerindeki kötülüğü gizlemek isterler. Dünyada olduğu gibi görünen çok az varlık vardır, onlar da kendilerini değiştirecek özelliğe sahip olmayan cansızlardır.
 Neden böyle oldu diyerek kendinizi fazla yormanın anlamı yoktur. Her şey olacağına varır. İnsanın gerçek bir dostu yoktur, yanından hiç ayrılmayan bir gölgesi var, o da sürekli birlikte olmak için Güneşli günleri bekler. O halde aldanmadan yaşamak gerekir. Sanal düşmanlar üretenler, hayatları boyu kötü ruhlar taşımaktadır. Bu benim kötülüğümü istemektedir, benim yerime hep göz koymaktadır, nereden çıktı bu, bir an önce bundan kurtulmanın yollarını aramalı, yoksa batacak her şey diye düşünenlerin, akıllı uyanık, zeki işini iyi bilen kişiler olduğunu sanmamak gerekir.
 Bu tip varlıkların içlerine kötülük yuva yaptığından, kalpleri kötülükten başka bir şey pompalamaz. Bundan dolayı da, asıl olacakların bir gün mutlaka anlaşılacağını bildiklerinden, yarattıkları sanal düşmanlarını, reel hayatta birileriyle özdeşleştirerek, yok etmeyi denerler. Yoksa bunlar korkularının esiri olmaktan kurtulamazlar. Cenap Şahabettin’in dediği gibi:”Sinsi sinsi oturup bekleyenlerin çıkardığı ses, yürüyenlerin çıkardığı ayak seslerinden daha fazla duyulur.”Hem fiili yapıp, hem de avazı çıktığı kadar bağıranların bağırdığı bir dünyada elbette hiçbir şey dengede olmayacaktır.
Çağıranlar ve bağıranlar şehrini ellerim cebimde anlaşılmayan dilde bir ıslık(!) çalarak geçerken, okuma merakı sardı beni. Anlamasınlar belki ürkerler diye de ıslığımın sesini olanca tonuyla düşürdüm. Yabancı dilde ıslık çalmanın yasak olduğu Patagonya da zaman zaman bu işi yapanlar engizisyon mahkemelerinde yargılansalar da,ben özgürlükler ülkesi bir dünyada yaşadığımdan,umarım benim ıslığımdan rahatsızlık duyanlar çıkmayacaktır.Yöresel değişimi dikkate alarak çıkar ağzımdan ıslık,farkında olmadan çatar bazen,kaygan iklimler gibi,güvensiz toplumlara!…
 Coğrafyanın ve iklimin biçimine göre şekillenen kültürler dikkate alınırsa, insanların ve diğer canlıların hayat mücadelesi, bu coğrafik faktörlerinin izini taşır. Bu faktörlerin birçok boyutu var, ancak bunların bizim açımızdan en önemli yanı, karakterleri etkilemedeki rolüdür. Coğrafya ve iklim karakterleri bazen olumlu bazen olumsuz etkileyebilmektedir. Ve bazen de iklimin değişkenliği ve korku dolu şiddeti, bu yapıya uygun karakterler ortaya çıkarır. İşte bu korku dolu dönek karaktere sahip varlıklar, yumuşak, hoşgörülü ve evrensel değerlere ve kuşatıcı özelliklere sahip insanları kendileri için bir tehlike olarak görürler. Her yerde bu insanların birçok olumsuzluklara sahip olduğunu anlatır dururlar. Bunlar ortadan kalkmadığı ya da pasifsize edilmediği sürece, işleyen sosyal nizamın her yıkılacağını, bir gün de dönüp diğer insanları ortadan kaldıracağını anlatıp dururlar. Zavallı yönlendirilmiş, muhakemeden uzak deneklerde bunların doğruluğuna kayıtsız şartsız teslim olabilirler. Böyle bir teslimiyet gerçekleşirse, oradaki tüm toplumsal potansiyel boşa heder olur.
                Neden böyle yaşanır hep,oysa bu evren yaratılmış olan her şeyi bağrına basacak kadar geniş olmasına rağmen,çığlıklar atarak birilerinin kendi haklılığını zoraki kanıtlamasına gerek var mı?Şayet doğru ve kötülüklerden uzak ise,…Ne yazık ki,yaşayanlar evreni,kötü yüreklere sahip bir çok varlığın şamatasıyla yankılanırken,hoşgörülü ve evrensel doğrulara sahip kişilerin, doğruluğunu anlamak çok zordur.Doğrular,kendilerini kanıtlamaya ve bağıranların kötü yürekli olduğunu  anlatmak için tartışmaya ihtiyaç duymazlar.Onlar bilir ki onlara cevap verilirse,bütün bir insanlık aralarındaki farkı ayırt edemez.Sesleri ise kısılmıştır zaten,çünkü kargalar ve bülbüller aynı kafeste,bülbülün sesinin neden kısıldığını aramaya gerek yok,zaten ortam kargaların sesi ile inliyor…
Yıl:01.04.2004
Saat:11.50-12.30
Yer: Kadıköy/İST

SOSYOLOG-EROL KEKEÇ

NOT:GEZİ PARKI EYLEMLERİNDEN NEMALANIP TOPLUMU GERMEYE ÇALIŞANLARA İTHAF OLUNUR...(2004 yılında korkusu olanların korkuları devam ediyorsa kendilerine bir baksınlar..)